Bediüzzaman Said Nursî'nin Van'dan alınarak Batı Anadolu'ya sürgün edildiği aynı sene içinde (1925) dünyaya gelen Bülent Ecevit'in, adına kısaca "Nurculuk" denilen cereyanla yıldızı hiç, ama hiç barışmadı.
Ömrü boyunca Nursî'ye de, Nurculuğa da hep muhalif, hatta zaman zaman düşmanca bir duruş sergiledi.
Meselâ, "Deprem bir İlâhî ikazdır" sözleriyle inancını ifade eden Yeni Asya gazetesi imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular hakkında aynen şunları söyledi: "Bu ilkel bir düşüncedir; kınıyorum."
Ecevit'in "Nurcular" hakkındaki bu "ikircikli" tavrının sebebi gayet derece açıktı: 1999 seçimlerinde partisine oy verip destekleyenleri savunurken, fikren ve siyaseten kendisine muhalif gördüğü kesimi ise, hiç çekinmeden kınıyordu.
Doğrusunu söylemek gerekirse, gerçek Ecevit "Nurcuları kınayan" ve her fırsatta onları eleştiren Ecevit'tir. Bunun dışındaki tavrını ise, ancak "takkıyeci Ecevit" sıfatıyla açıklamak mümkün.
Bir ibret vesikası olarak...
Bu konuya tekrar değinmemizin elbette ki önemli bir sebebi var. Sebebi, Ecevit'in aşağıda okuyacağınız "Nurcular ve iktidar" başlıklı bir yazısı.
Değerli arkadaşımız Abdülkadir Menek'in bulup bize gönderdiği bu yazı, 12 Ocak 1960 tarihli Ulus gazetesinde yayınlandı.
O tarihte CHP milletvekili olan Ecevit, aynı zamanda Ulus gazetesinin de "iki numaralı" yazarıydı. (Birincisi Y. K. Karaosmanoğlu.)
Ecevit, Nurcularla ilgili bu yazısının özellikle 2. paragrafında, kabir kapısında bekleyen (iki buçuk ay sonra vefat eden) Bediüzzaman Said Nursî'ye yüzde yüz yalan, yanlış ve mesnetsiz gerekçelerle, haksızca ve hatta vicdansızca saldırarak, bir dizi iftira ve karalamalarda bulunuyor.
Bir yandan da Demokratlarla Nurcuların arasını açmaya, hatta onları birbirine düşürmeye çalışan Ecevit'in bu emeli, o zaman değil, ama, yaklaşık 39 sene sonra (1999 seçimleri) bir derece tahakkuk ettiği söylenebilir.
Her ne ise... Şimdi, Bülent Ecevit'in Said Nursî ve Nurculuk hakkında ömrü boyunca hiç değişmeyen ve aslında gerçek yüzünü yansıtan söz konusu yazısıyla sizleri başbaşa bırakıyoruz.
Nurcular ve iktidar
Bülent Ecevit
Devrim düşmanlığına, gerici hareketlere karşı uyanıklık, Demokrat Parti iktidarını gözle görülür ölçüde rahatsız etmektedir. Böyle uyanıklık belirtileri karşısında, iktidar ileri gelenleri ve sözcüleri, sorumlu hükümet adamları, en sert tepkileri göstermektedirler. Aydın gençliğin, devrimleri koruyucu teşebbüslerine, mitinglerine engel olan iktidar, devrimler üzerinde gösterilen hassasiyeti protesto etmek isteyenlerin miting müracaatlarına ise derhal müspet cevap verilmekte, belki de böyle müracaatları teşvik bile etmektedir. Demokrat Parti iktidarının, Cumhuriyet devrimlerine karşı cephe almadığına, gerici hareketlerle birlik olmadığına inanmak artık elde midir?
Bir Said-i Nursî vardır: Maddî varlığını maşallah, sarık ve şemsiye altında ve lüks otomobil karoserilerinde gizleyerek ulûhiyete ermeğe çalışan bu kimsenin dinî görüşleri, Kur"ân yorumları bazılarınca değer taşıyabilir; ama bu görüş ve yorumlarını yayarken, kànunların yasak ettiği yollara başvurduğu, siyasî maksatlar güttüğü, dini siyasete âlet ettiği, memlekette 31 Mart Vakasından beri türlü örnekleri görülen tehlikeli tahriklerde bulunduğu, hattâ yurt dışından da kuvvet alarak rejim değiştirmeğe çalıştığı, üstelik bu yöndeki çalışmaları sırasında devletin adliye cihazına ve emniyet kuvvetlerine açıktan meydan okuduğu, kendi bastırıp dağıttığı yazılı vesikaları ile ortadadır.
Buna rağmen, DP iktidarı, İstanbul Üniversitesindeki Said-i Nursî müridi öğrencilerin gerici eğilimlerini açığa vurmak uğrunda kànunları ihlâl etmelerine kayıtsız kalabilmek için elinden geleni yapmakta, onların şehir içinde "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kànunu"na aykırı davranışlarına mümkün olduğu kadar göz yummağa çalışmaktadır. Fakat, birkaç gün sonra, aynı İstanbul Üniversitesindeki Atatürk"ün devrimlere bekçilik öğüdünü, medenî ve demokratik usûllerle yerine getirmek isteyen devrimci gençleri, demokrasiyle asla bağdaşamayacak bir polis idaresinin sıkı baskısı altına almakta, onların miting müracaatını reddettiği gibi, üniversite bahçesindeki masum bir toplantılarını da, üniversite bağımsızlığını hiçe sayarak dağıttırmaktadır.
Gerçi bazı iktidar liderlerinin artık Nurculuk hareketinden korkmağa, bu hareketin kendi siyasî nüfuzlarını da kıracak bir ölçüye vardığından kaygı duymağa başladıkları görülüyor. Ama, bu hareketin kendisinin mi, yoksa bu harekete karşı alınacak gerçekten müessir tedbirlerin mi, gerilik eğilimlerinden başka pek az dayanağı kalmış Demokrat Parti için daha tehlikeli olacağına henüz karar verememiş oldukları da anlaşılıyor. Bu arada meseleye, memleket menfaatlerinin ne yolda davranmayı gerektirdiği açısından da baktıklarını gösterir bir belirti henüz ortada yoktur.
O yüzden, öyle bir çelişme ve kararsızlık içine düşmüşlerdir ki, bir yandan dolaplarında Nurculuk risâleleri bulunan gençler hakkında kovuşturma yapıldığı, öte yandan o risâleleri yazan kimsenin memlekette geniş bir propaganda gezisine çıktığı haberleri, iktidar organı gazetelerde yanyana yayınlanmaktadır. Üzerlerinde Risâle-i Nur taşıyanlar yer yer tevkif edilirken, aynı Risâle-i Nur, Demokrat Parti iktidarının desteklediği, yer yer parasız dağıttığı, DP Ocak binalarının kapılarına yapıştırdığı bir gazetede (Hür Adam) tefrika edilmektedir.
Bu durumda, ortada iki ihtimal vardır. Demokrat Parti, ya Said-i Nursî ile ve onun adamları ile hâlâ işbirliği yapmakta, aldığı bazı tesirsiz tedbirler kamuflajdan öteye gitmemekte, ya da Said-i Nursî"ye ve emrindeki kuvvetlere karşı kànunların ve memleket menfaatlerinin gerektirdiği müessir tedbirleri alamayacak bir duruma gelmiş bulunmaktadır. Her iki ihtimalin de doğru olmadığına inanılabilmesi için, iktidar ileri gelenleri, hele bu konuda iktidar sözcülüğünü üzerine almış görünen Başbakan tarafından, yukarıda ancak birkaç örneğini verdiğimiz çelişme ve kararsızlıklar tatmin edici bir şekilde izah edilmek gerekir. (ULUS, 12.01.1960)
yeniasya gazetesi - M. Latif SALİHOĞLU