Yok, yok.. Ortalıkta bir şey söyleyeceksen, sağa, sola, arkana bakmayacaksın. Hem zaten bakıp ne yapacaksın. Artık cep telefonu var. Uzaktan dinleme sistemleri var. Hesabını veremeyeceğimiz sözü söylemeyelim.
Dürüst olalım, bilgili olalım, cesur olalım. Ne kadar bilgili olursak olalım, istişare edelim şura yapalım. Ahlak sadece bir bilgi olarak kalırsa bir işe yaramaz. Bilmek anlamak, anlamak yapmak demek değildir her zaman.
Makam, mevki ile övünmemek gerek. İnsanların yüzüne karşı övmemek lazım ki, kibre kapılmasınlar. Şimdilerde siyasetçiler kendilerine PR yapsın diye adamlar kiralıyorlar. Övüyorlar, övünüyorlar, övülmeyi bekliyorlar. Marifet iltifata tabidir derken, övülmeyi anlıyorlar. İrfan olmayınca, maarif olmayınca marifetin ne demek olduğu da anlaşılmıyor tabi.
Kim malıyla övünürse, KARUN’a baksın!, ŞEDDAT’a baksın! Kim gücü ile övünürse CALUD’a baksın! Kim makamıyla övünürse, FİRAVUN’a baksın! Kim saltanatı ile övünüyorsa NEMRUD’a baksın! Kim rütbesiyle övünürse, HAMAN’a baksın! Kim soyuyla övünürse, EBU LEHEB’e baksın! Kim ilmiyle övünürse, ŞEYTAN’a baksın! EBU CEHİL’e baksın!
Ahlak sadece mektepte okunarak öğrenilmez. Her bilgili, diplomalı, iyi insan değildir. Eğer hakkı koruyan bir hukuk düzeni ve adil hakimler yoksa, kanun denilen şey suç aletidir.
Eric Fromm der ki, “Toplumun geneli, güçlü ve meşhur kişilerle ilişki içinde olmak ister; çünkü ortalama bir kişinin hayatı, bomboş ve sıkıcıdır. Kitle iletişim araçları şöhret satarak geçinirler, böylece herkes; narsistler, kamuoyu ve şöhret tüccarları tarafından doyuma ulaşır.” Bunlar kendi toplumlarını daha iyi tanıyorlar.
Bakın, tek başına bilmek fazla bir anlam taşımıyor. Onu anlamak ve sonra da doğru bir şekilde eyleme dönüştürmek gerekiyor. Yoksa Şeytan da biliyordu bazı gerçekleri.
Otoriteye boyun eğenler, hem kendilerine, hem boyun eğdikleri kişiye ve hem de topluma zarar verirler. Onlar kişiliksiz, riyakâr, menfaatperest, bir dinden/ahlak ve gelenekten bağımsız bireylere dönüşürler.
Sahi “Helal, Mübah” konusundaki hassasiyetimize ne oldu. Menfaat, keyif, haz bunların önüne mi geçti yoksa. Hani haksızlıklar karşısında susmayacaktık. Hani anne-babamıza üf bile demeyecektik. Hani misafirsiz bir soframız olmayacaktı, neredeyse. Hani akrabalarımızı, komşularımızı, yoksulu, dulu, yetimi, yurtlarından çıkartılmışları daha fazla görüp gözetecektik.
Gençler Allah’ı, Resulü bilmiyor, melek, cin, şeytan umurlarında değil. Rol modelleri futbolcular, artistler yorulmadan para kazanmak istiyorlar, gezmek, heyecan duyacakları şeyler yapmak istiyorlar. Risk almaktan kaçıyorlar.
Ne kadar çok yalancı, dedikoducu, gıybet eden insanlar olduk. Hatta iftira ediyoruz. Siyaset, piyasa bunlarla dolu. Oysa sevgimiz nefretimizden, merhametimiz gazabımızdan büyük olacaktı. Kederlerimizi paylaşacaktık ki azalsın, sevinci paylaşacaktık ki çoğalsın, bereketlensin diye. Halimize baksanıza, başkalarının acılarında kendimize mutluluk, başkalarının yoksulluğunda kendimize zenginlik hayal ediyoruz. Hani hak ve ihtiyaç sahibine öncelik verdiğimizde, Allah (c.c) bu küçük ikramımız karşısında bize, onun karşılığını, on katı, yüz katı, hatta 700 katı ile geri verecekti. Cennete giden yolda ticaretimiz böyle olacaktı. Hesabi değil Hasbi olacaktık.
Biz âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiydik. Ve her canlı bizim, elimizden, dilimizden ve yaptıklarımızdan emin olacaktı.
Başkalarının gözünde çöp ararken bile kendi gözümüzdeki merteği görmüyoruz. İşlerimiz bereketsizleşti. Elimiz ayağımız boş değil, tuttuğumuz da iş değil. Keyfiyetin kemiyetten önemli olduğunu biliyor ama kemiyetin, niteliği bırakıp niceliğin peçinde koşuyoruz. Laf ile âleme binlerce nizam verirken, kendi hanemizdeki binlerce utanılacak işler konusunda kılımızı kıpırdatmıyoruz. Hani başkalarına öğütleyip durduğumuz şeyler konusunda önce kendi nefsimizi hesaba çekecektik.
“Müminler kardeştir” diyoruz da, bırakın dost olmayı, tekfirden vazgeçmiyoruz. İhvan diye tarikat arkadaşlığından söz ediyoruz. Sahi ehliyet, liyakat, istişare, şura, rüşvet ve torpil konusunda ne düşünüyorsunuz!? Her şeyi metaya dönüştürüp ticarileştiriyoruz. Cilalı adam devrinde, artık her şey bir reklam, lobi ve PR konusu.
Ne zaman, “Evet; ama, fakat” demeden sözü dinleyip doğrusuna tabi olup, yanlışına karşı çıkacağız. İşe bakıp, doğrusuna destek olup, yanlışını engelleyeceğiz, konuya bakıp, adaletten yana, haktan, hukuktan yana olacağız! Hak sahibi düşmanımız da olsa, haksız babamız da olsa böyle yapmayacak mı idik!
Ne oldu bize. Bu gidiş nereye! Gelin hesaba çekilmeden nefsimizi bir hesaba çekelim. Sayılan, alınan-satılan şeyler üzerinden güç ve mutluluk hesabı yapmaktan vazgeçelim. Onlar olmasın değil, ama onları gözümüze çok yaklaştırıp, arkasında o büyük davayı görmezden gelmeyelim. Metanın peşinden koşarken, malımızı, canımızı, sevdiklerimizi feda etme sözü verdiğimiz davayı ıskalamayalım. Haz peşinde koşarken çileyi, neşe peşinde koşarken hüznü ıskalamayalım. Dünyevi anlamda para, makam, şöhret peşinde koşarken manevi değerlerimizden uzaklaşmayalım.
Selam ve dua ile.