Dün, ‘24 Kasım-Öğretmenler Günü’ idi.
Eskiden ‘Muallim’ denilirdi. Şimdi, ‘öğretmen’ deniliyor.
Bu isimlendirmelerdeki farklılıklardan bile farklı yerlere varılabilir.
Muallim, yani, ilim öğreten.. Yani, kelime nötr değil, iddia taşıyor; ilim öğretmek iddiası...
İlim neydi, ve ilim diye ne öğretiliyordu ve eğitim-öğretim, doğru bir ilim anlayışıyla yapılıyor muydu ve ne kadar başarılı olunuyordu?
Hem, ‘doğru’ ne demekti? ‘Doğru’, kime ve neye, hangi ölçüye göre?
‘Öğretmen’kelimesinde ise, bir müphemlik var. Adı üstünde bir şeyi öğreten.. Ama neyi? Belki her şeyi.. Çünkü, kelime nötr.. Ona hangi değeri yüklerseniz, ona göre şekilleniyor.
(Ünlü bir sosyolog, 40 yıl ders verdiği üniversitede, vedâ mahiyetindeki son dersinde ‘Çocuklar, hep doğru, faydalı, iyi, güzel ve hayırlı’dan yana olun!’ der. Bir öğrenci, ‘Tamam hocam da, doğru, iyi, güzel, faydalı ve hayırlının ölçüsü nedir?’ deyince, hoca şaşırır, cevabını veremez.)
Sahi, hayatımızı insan olarak şekillendirirken menfaatlere, duygulara, şartlara ve zamana göre değişmeyecek kesin doğru ölçüleri nasıl elde edeceğiz?
Açıktır ki, insanlara bu konuda kesin ve mutlak doğru ölçüleri, enbiyaullah ve vahy-i ilahî’ye dayalı dinler verirler.
***
Bu konuda ilginç bir örneği aktarmakta fayda var:
2. Dünya Savaşı’nın dişlilerinden geçmiş bir okul müdürü, öğretmenlerine şu mektubu gönderirmiş..
‘Bir toplama kampında sağ kurtulanlardan biriyim.. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi eğitimli doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle öldürülen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar..
Eğitimden bu sebeple kuşku duyuyorum. Sizlerden istediğim şudur: Öğrencilerin iyi insan olması için çaba harcayın.. Çocuklarımız bilgili canavar ve becerikli psikopatlara dönüşmesin. Eğitim, ancak, çocuklarımızın daha iyi insan olmasına yardımcı olursa, o zaman önem taşır.’
Nitekim, körpecik yavrusunu eğitim mekanizmasının çarklarına teslim ettikten sonra, onu karşısında bir canavar veyabir terörist olarak görüp şaşkına dönen ve, ‘Ben evladımı mâsum bir çocuk olarak teslim etmiştim, onu kim ve nasıl bu hale getirdi?’ diye dövünen ebeveynlerle hep karşılaşılıyor.
***
Bunun içindir ki, geçmiştekiler, ‘tezkiye-i nefs, teallümden önce gelir..’/ Nefsin, insanın benliğinin arındırılması ve terbiye edilmesi, ilim öğrenilmesinden önce gelir..’ demişlerdir. Çünkü sağlıklı ve ahlâkî bir dünya görüşüyle terbiye edilmemiş nice bilginlerin, insanlığın başına belâ olan ne korkunç keşif ve icatlarda bulunduklarının yığınla örnekleri vardır.
Hatırlayalım ki, Ağustos-1945 başında üstelik de askerî hiçbir gücün olmadığı bilinen Hiroşima ve Nagazaki isimli Japon şehirleri üzerine atılan iki atom bombasıyla yüzbinlerce sivil insanı bir anda kavrulmuş ve o şehirler de bir küllüğe dönüşmüştü. Ama o bombaları fırlatan pilotlar ne attıklarını bilmiyorlardı. O pilotlardan birisi, gerçeği anlayınca, çıldırmış ve ömrünü tımarhanede tamamlamıştı. Diğeri ise, ‘Bugün aynı vazife verilse yine atarım..’ demişti.
İşte iki insan tipi.. Aynı eğitimden geçmişler, ama, birisi, insanlık karşısındaki büyük sorumluluğunu ve düşünüp, âlet edildiği büyük cinayetin ağırlığı altında ezilirken.. Ötekisi, duygusuzca, bir robot gibi, ‘Aynı şartlar olsa, yine aynı şekilde davranırdım..’ demiştir. Birisi, vicdanında, insan olmanın derunî- ahlâkî sorumluluğunun idrakinde; diğeri ise, robotlaşmış, materyalist- laik tip..
***
Öyleyse, nasıl bir eğitimi hedeflemeliyiz?
Herhalde, kabul edilmelidir ki, hangi inanç ve ideolojiye bağlı olursa olsun, her sistemde, Allah’ın insanların derûnuna yerleştirdiği vicdan denilen hazineyi harekete geçirip, onu ölçü alan insanlar olageldiği gibi, kendi acımasızlıklarına ve vicdansızlıklarına yol bulanlar da olagelmiştir.
Yûnus Emre 850 yıl gerilerden ne diyordu: ‘İlim, ilim bilmektir,/ İlim kendin bilmektir./ Sen kendini bilmezsin, /Bu, bir kuru emektir!’
stargazete