Adli yıl açıldı. Her konuda her gün bölünmüşlüğü yaşayan toplumumuzun bölünmüşlük yansımaları bir kez daha kendini gösterme imkanı buldu. Düşünüyorum da saldıran hep aynı kesim. Mütecaviz, dediğim dedik, ben bilirimciler podyumlardan hep birilerine ders verdiler bugüne kadar. Bu ülkeye kominizm gelecekse onu da biz getiririz zihniyetine hakim olanlar ne dini ne diyaneti, ne hakkı ne hukuku, ne dünü ne yarını kimselere bırakmadılar, hepsi ama hepsi onlarınmışçasına inandılar, inandırmaya çalıştılar, olmadı zorbalığa başvurdular. Şaşmıyorum, bunların içinde doğduk, aralarında büyüdük, şimdi koltukları sallandığı içindir ki iyice kendilerini gösteriyorlar. Tencere tava ne bulurlarsa sarılıyor diren de diren diyorlar. Hepsi yeri geliyor vandal yeri geliyor öğretmen kesiliyorlar.
Neyse şimdi bunu bir tarafa bırakalım ve asıl bahis konusuna gelelim. Adli yıl açıldı dedik. Kürsüden yine meydan okumalar. Biz bunu yakında sorgusuna başladığımız 28 Şubat günlerinden de biliriz, pek yaparlardı. Rahmetli Başbakan Erbakan’a küfretmeler mi, göz dağı vermeler mi, suratına suratına kadeh kaldırmalar mı… ne oldu, kimi toprak oldu, kimi şimdi hakim önünde kimi aradan sıyrıldı hesabını huzuru mahşere erteletebildi.
Evet ne demiştik… Adli yıl başladı yine kılıçlar çekildi. Belli ki keskinliklerinden hiç bir şey kaybetmemişler. Parlak ve sivri… Yargıtay Başkanı açılış töreninde ifade özgürlüğüne temas etmiş. Çözüm sürecinden ve anayasal düzenlemelerin güncellenmesinden de bahsetmiş. Sonra kürsüye çıkan Türkiye Barolar Birlğı başkanı da hükümeti sert bir dille eleştirmiş. Cumhurbaşkanını, Başbakanı karşısında bulmuşken lafını esirgememiş. Olur tabii. Demokrasilerde olur bunlar. Ama ne demiş? “Geçici bir çoğunluk, kişilere nasıl yaşayacağını, hangi okula gideceğini, hangi inanca sahip olacağını dayatmaya kalkışamaz.” Şimdi bu cümlenin neresinden tutalım, nereden düzeltmeye başlayalım. Geçici çoğunluk, güya AK Parti’nin aldığı yüzde elli oya atıfta bulunuyor başkan bey. Neden geçici orasını pek anlayamadık ama tabiri caizse aba altında sopa mı gösteriyor bilemiyoruz tabii. Çoğunluk olduğunuza bakmayın göreceğize mi getiriyor onu da bilemiyoruz. Oysa ki çoğunluk çoğunluktur geçicisi kalıcısı da yoktur. Sonra hangisi kim hangi okula gittiğinize karışıyormuş, acaba konu seçmeli din dersleri mi bilemiyoruz. Göndermeyin çocuğunuzu olsun bitsin, kim kime ne baskı uygulamış…bir dakika bir dakika! Hatırladım. Yıllarca bu ülkede baskı yapan hangi okula gidip hangi okula gidemeyeceğimize “karar” veren birilerini çok iyi hatırladım. Hem de öyle çoğunluk falan da değillerdi. Pek bir azınlıklardı da başını örten kadınlara -hah işte onlar çoğunluktu bakın- kök söktürdüler şu ülkecikte. Onları hatırladım. Onlar da tam barolar birliği başkanının savunduğu zihniyetin ta sahipleriydi onu çok iyi hatırladım.
Ama ben baro başkanının asıl şu sözlerini çok tuttum. Zira beni çok güldürdü, şu karamsar gezegenimizde. Türk tipi başkanlık başkanlık değil demiş sayın başkan. Her şeyin Türk tipi oluyor, olabiliyor da neden başkanlığımız Türk tipi olmasın. Maşallah nevi şahsına münhasır bir cumhuriyet rejimimiz var, ne laikliğimiz başkasına benzer ne evrensel hak ve özgürlüklerimiz, ne tarihimizle ilişkimiz ne çağdaşlıktan anladığımız. Ne demokrasimiz demokrasiye benzer ne çoğulculuğumuz, ne solumuz soldur ne sağımız sağ, dünya bir tarafa giderken biz başka tarafa gideriz zira bizim herşeyimiz “Türk tipi”dir. Hal böyleyken Türk tipi başkanlığa itiraz niye? “Sizden” biri başkan olmayacak korkusu olmasın….
Barolar Birliği başkanı konuşmasının sonunda biraz da Demirelcilik taslamış, ne diyeyim onu çok komik buldum. Belki İşte çağdaş Türkiye diye ayağa fırlamamış ama açılışta konser veren devlet çok sesli korosuna teşekkür etmiş. Çağdaşlık ve ilerleme yolunda adım atılması için hukukun sanatla yoğrulması gerektiğini söylemiş. Devlet çok sesli korosu bu güne kadar ilerleme yolunda ne üretmiş ki hukukçular da nasiplenecekmiş bu ilerlemecilikten pek anlayamadık. Batı müziğini “fotokopilemek” ise kastedilen tabii o zaman başka.