Ehl-i Sünnet vel ferd!

Abdurrahman Dilipak

Hepimiz “Ehl-i Sünnet vel ferd” olduk artık!?. “Cemaat yok”. Aslında o kadar cemaat çok ki! Oysa aynı Allah’a, resulüne, kitaba iman edenler, tek bir ümmet, tek bir millet, tek bir cemaat olacaktık hani. Değil mi ki, “Müslümanlar kardeşti”.

Bu deyim, Sivaslı bir iş adamı kardeşime mensup. O ironik bir şekilde “Ben Ehl-i Sünnet vel ferdim” diyor ve ekliyor, “Cemaat” deyince yanlış anlaşılıyor. Sanki “tırnak içinde” kendine “cemaat” diyen bir gruba “mensubiyet” ifade ediyor. Oysa “ben Müslümanlardanım”. Ayet öyle diyor: “Ameli salih işleyen ve insanları, Allah’a çağıran ve ben gerçek Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir.”(Bakınız Fussilet 33).

Bakıyorsunuz, Müslümanlar Sünni, Şii, Selefi, Sufi diye gruplara ayrılmışlar. Hepsi “fırka-i naciye benim” diyor. 72 fırkaya bölünmüşler. Peki, asıl hangisi. Bakıyorum hepsinin içinde güzel insanlar var, hepsinin arasında yanlış insanlar var.

Akaidde ihtilafımız var mı? Muhkem ayetlerde bir anlayış farkı yok. Müteşabihlerde ise usulüne uygun ihtilaflar ittihadımıza zarar vermez. “Muhkemleri bırakıp müteşabihlere ilişkin kendi zannımızı muhkemmiş gibi başkalarına dayatmaya kalkarsak” işte o zaman kıyamet kopar.

“O sana kitabı indirendir. Onu (Kur’an’ın) bazı ayetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkartmak ve onun olmadıklarını yapmak için müteşabih ayetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, ‘ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır’ derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar!” (Ali İmran 7)

Halbuki, bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatini Allah bize öbür dünyada gösterecektir. Bu dünyada bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Biz bilmeyiz, Allah bilir. Biz dünyevi bir konuda, maddi ya da siyasi, manevi bir fayda umarak, ona göre dini hükümlere yorum getirerek aslında çok büyük bir yanlış yapıyoruz.

İş zaman zaman öyle bir hal alıyor ki, Allah’ın hükmüne uymazsan haram, resulün sünnetine uymazsan mekruh, ama birileri gibi düşünmezsen dinden çıkarsın!

Bakın, birinin bize uzaklığı, bizim ona uzaklığımız eşittir. O zaman benim fikrim ona ne kadar yabancı ise, onun fikri de bana o kadar yabancı olacaktır. Neden müteşabih konularda ittifak ettiğimizde birlikte hareket edip, ihtilaf ettiğimizde birbirimizi maruz görmüyoruz. Bu gibi durumlarda, bir kişinin görüşü, kanaati benim görüşümün tam tersi olabilir. Aynı zamanda o görüşün, hükmen, en az benim görüşüm kadar doğru kabul edilmesi gerekir.

Bu bizim fırkalar, ötekilere karşı kendi aralarında birlik gibi gözükse de, kendi içlerinde yine 40 parçaya bölünmüşlerdir. Bütün Müslümanları birleştirmekten söz edenler, kendi cemaatleri içinde birliği sağlayamazlar.

Dinimizi Allah’a has kılmadan, din ve devlet büyüklerini, kanaat önderlerini İlah ve Rab edinmekten vazgeçmediğimiz sürece bu tefrikadan kurtulamayacağız. Hep birbirimizi mürted görmeye devam edeceğiz. Hep birbirimizi düzeltmek için eleştirmekten kendimizi düzeltmeye fırsat bulamayacağız. Aleme nizamat verirken kendi hanemizdeki binlerce teseyyübü görmezden geleceğiz. Kendi gözümüzdeki merteği görmezden gelip, başkalarının gözünde çöp aramaya devam edeceğiz. Dışarıdan bize bakanlar ise, onlara kötü örnek olduğumuz için, bize bakıp dinden soğuyacaklar.

“Ehl-i Sünnet vel ferd” derkenki, ironinin içinde bir özeleştiri gizli. Aslında Selefilik, Şia, Sufilik, Sünni gelecek, yani Ehl-i Sünnet vel cemaat anlam olarak çok güzel. Kim, Ehl-i suffe geleneğindeki o ilim tahsil eden, cihad eden, saf bir yürekle Allah’a yönelen, vahyin ve Risaletin şahidliğini yapan bu geleneği görmezden gelebilir. Kim, vahyin tamamlanması ile Kur’an’ın tam bir bütün olarak uygulandığı Selefi geleneği görmezden gelebilir. Kim, bu dönemin sonunda, o kırılma gününde Hz. Ali’den, Hz. Hasan ve Hüseyin’den yana değildir. Kim, vahyin pratiklerinin örneklendiği Sünnet ve bir bütün olarak Cemaat’tan uzak kalabilir!?.

“Tefrika girmeden bir millete düşman giremez / Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez”. O kadar çok tefrika konusu var ki? Doğduğunuz ana-babayı siz mi seçtiniz, doğduğunuz toprağı, zamanı siz mi seçtiniz, derinizin rengini, cinsiyetinizi siz mi seçtiniz. Maalesef, dini cemaat yapıları içinde bu farklılıklar yeni bölünmelere sebeb olabiliyor. Hani işi ehline verecektik. Hani istişare ve şura ile karar verecektik. Hani ihtilaf ettiğimizde birbirimizi mazur görecek, ya da hakeme gidecektik. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacaktık. Hatta bir kavme olan düşmanlığımız bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmeyecekti. Adil şahidler olacaktık! Ne oldu?!

Önce kafayı kiraya vermeyeceğiz. “Raina” demeyeceğiz, “unzurna” diyeceğiz. Önce “Mümin” olacağız.

Mehmet Kaya yaklaşık 40 yıldır tanıdığım biri, Sivaslı, Çerkez! Aslında biz hepimiz kaybettiğimiz cemaatimizi arıyoruz. Vakfımız, derneğimiz, sendikamız var, bir sürü cemaatimiz var ama o aradığımız, hepimizin ait olduğu, mensubu olduğumuz cemaat yok. Cemaat olmayınca, camilerimizin ruhaniyeti de bereketi de yok. Farz-ı kifaye ibadetlerimizi de kâmil anlamda yapamıyoruz. Tabi bunun anlamı, içtimai, evrensel sorumluluklarımızı yerine getiremiyoruz. Bizler aslında alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmetiyiz.

Cemaat, sadece kalabalık oluşturmak değil. Sadece hiyerarşik bir yapı oluşturmak da değil. Ferden ferda, hepimizin Allah’ın ipine tutunarak, aramızda bir kardeşlik hukuku oluşturarak, sadece kendimiz, yani sadece Müslümanlar arası birlik ve dayanışma içinde olmak değil, yeryüzünden kendi nefsimizi sorumlu kılma iradesidir.

Selam ve dua ile.