Çok iyi bilirsiniz ki; “aynı konuda” üst üste nadiren yazı yazarım... Bazen “aynı isim”ler ve “aynı konu”lar hakkında yazı yazmışlığım vardır ama, her defasında “olayın farklı boyutları”nı gündeme getirmişimdir.
Bugün de öyle yapacağım...
Malûm, dün, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun “istiklâl Marşı’ndaki dörtlüğe, Çanakkale Marşı fiiirinden bir mısra” dediğini, belgesiyle aktarmıştım!..
Yine malûm ki;
İhsanoğlu, “bu gafı” ortaya çıkınca; “Yalan” dedi, “iftira” dedi, “Ben istiklâl Marşı’nı anamın sütüyle beraber emdim” dedi!..
Bu, nasıl “süt”tür, bu nasıl “emmek”tir ki; “göz”de veya “hafıza”da bir “arıza”ya yol açmış!..
Sen kalkar;
“istiklâl Marşı”ndaki dörtlüğe “Çanakkale Marşı’ndan galiba!” dersen, bu demektir ki; “ananın sütü”nde değil ama, “onu emende” bir problem var!..
Ya da;
Ananın sütünü yeterince emmemişsin!..
İLLA DA BAŞI AÇIK OLSUN!
Evet, ananın sütünü yeterince emmemişsin ki; merhum annen Seniye hanımefendi; “tesettürlü” iken, sen “Ben başı örtülü biriyle evlenmem!” diye tutturmuşsun!..
Efendim, yazarımız Hüseyin Öztürk’ün geçenlerde naklettiği olay şu:
Rahmetli ismail Hakkı fiengüler ile Emin Saraç hocamız, babasına hürmeten Bay Ekmel’e sahip çıkarak onu evlendirmek istemişler.
Öyle ya, Türkiye’de islama karşı savaş açmış bir zihniyet yüzünden, Mısır’a hicret eden bir babanın evladına, kalbinde biraz iman kırıntısı olan herkes sahip çıkar.
ismail Hakkı fiengüler ile Emin Saraç hocamız da bu sebeple Bay Ekmel’i başgöz etmek istemişler.
Emin Saraç hocamızın bulacağı kız nasıl olur?
Tabii ki, tesettürlü olur. Bay Ekmel bu tesettürlü kızı görünce adeta nevri dönmüş.
“Ben örtülü biriyle evlenmek istemiyorum” demiş.
Tabii her iki baba dostu da çok üzülmüşler.
Elbette evlenebilir...
Hiçbir sakıncası yok!..
Ama, “öyle olmak” başka,
“Öyle görünmek” başka!..
Hem öyle değilsin, hem öyle görünüyorsun!.. Problem, işte burada!..
Hadi Ekmel Bey;
Buna da “Yalan” deyin!..
EKMEL BEY, DOLGU MALZEMESi!
Her neyse... Dünkü yazımda, Ekmel Bey’in “istiklâl Marşı gafı”nı ve “profesörlük” meselesini gündeme getirmiş ve yazının sonunda demiştim ki;
Artık söyleyeyim... Derdim, Ekmeleddin İhsanoğlu değil... Onu ciddiye de almıyorum... Çünkü o, “dikkatleri dağıtmak”la görevli bir “cambaz”dır...
Benim derdim, “kuklacılar”la!..
Gerçekten de asıl derdim, Ekmeleddin İhsanoğlu’nu bir “kukla” gibi oynatan “kuklacı”larla!..
Çünkü ben, Ekmeleddin Bey’in, bu senaryoda “esas oğlan” olduğunu, “baş aktör” rolü oynadığını düşünmüyorum...
Hani, “gazino”larda, sahneye “assolist”lerden önce çıkan “şarkıcı-türkücü” ve “dansöz”lerden oluşan bir “alt kadro” vardır...
En sonunda, “assolist”ler çıkar sahneye... Ne var ki; assolist “gecikebilir” veya “kapris” yapabilir!.. O gelinceye veya kaprisi giderilinceye kadar, ne yaparlar?..
“Boşluğu doldururlar!”
Ki, sahne boş kalmasın!
işte ben, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun, bir “assolist” değil, “boşluğu doldurucu” bir “şamatacı” olduğunu, yani kendisine “dolgu malzemesi” olarak görev verildiğini düşünüyorum!..
Kitleleri, şimdilik Ekmel Bey ile “oyalıyorlar” ki, “sahne gerisindeki plânları” kimse çakmasın!..
Peki, o “hesap”lar ve “plân”lar nedir?.. işte onu tam olarak bilememekle birlikte, sezinliyorum...
Görüyorsunuz işte;
Bizler “Ekmel Bey’in gafları” ile meşgulken; “israil’in Gazze’deki soykırımı”ndan, Suriye’deki “katliam”lardan, Irak’ta, Mısır’da ve son olarak da Azerbaycan’da neler olup-bittiğinden pek bahsedemiyoruz!..
Bize “Ekmel Bey’e bak!” diyorlar,
Ama, altımızı oyuyorlar!..
Ekmel Bey’in bir “plân”, bir “proje” olduğunun elbette farkındayız ama, yine de ona bakmaktan kendimizi alamıyoruz!..
Bile bile lâdes!..
DARÜLFÜNUN TÖRENİ!
Her neyse... Madem “oyun”a girdik, o halde “kol sallamaya” devam edelim...
Efendim; Ekmeleddin İhsanoğlu’nun “profesörlük” meselesini ve “Akif gafı”nı gözler önüne serdikten sonra, gelelim şu “intihal” meselesine... Ama, ondan da önce, bir “iddia”yı hatırlatalım...
Malûm; Tevfik Diker bir iddia atmıştı ortaya: “Aydın Doğan, 2011 yılında Cidde’ye giderek Ekmeleddin İhsanoğlu ile görüştü ve eğer Cumhurbaşkanı adayı olursa, kendisini destekleyebileceklerini söyledi!”
Tevfik Diker’in bu iddiası geniş yankı bulsa da, Aydın Doğan; “Resmi Sözcüsü Ahmet” kanalıyla bu iddiayı yalanladı ve dedi ki;
“Bu iddia tam bir yalandır!.. Kuyruklu yalandır, iftiranın önde gidenidir... Ama İhsanoğlu’nu uzun yıllar tanırım, evine gitmişliğim vardır.”
Doğu söylüyordu Aydın Bey...
Gerçekten de, eskiden beri tanıyordu Ekmel Bey’i!..
“islam Konferansı Teşkilatı Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’nun 20 yılda yazdığı iki ciltlik Darülfünun adlı eseri, Aydın Doğan’ın da katılımıyla tanıtıldı. Osmanlı’da kültürel modernleşmenin başladığı üniversite olan Darülfünun’u anlatan İhsanoğlu ilk kitabını Aydın Doğan’a imzaladı.
Darülfünun tanıtımı ve imza gününe Aydın Doğan’ın yanı sıra Vuslat Doğan Sabancı, Mehmet Ali Yalçındağ, Doğan Hızlan, Hüsamettin Özkan, Tufan Türenç, Altan Öymen, Uğur Dündar, Taha Akyol, Ertuğrul Özkök, Nedim fiener katıldı.”
KiTABI SEN Mi YAZDIN?
Anlayacağınız, İhsanoğlu’nun “20 yılda yazdım” dediği kitap, Doğan Medyası tarafından “alây-ı valâ” ile tanıtılmıştı...
Ama şimdi, kamuoyu soruyor:
• İhsanoğlu, Darülfünun’a gerçekten 20 yıl emek vermiş midir?.. Yoksa, ismi bizde mahfuz olan IRCICA çalışanı asistanı mı hazırlamıştır?
•Kendi hazırladıysa, el yazısıyla notları, taslakları eminiz duruyordur... Bunları dürüstlük adına akademik camiayla paylaşabilir mi?..
• Yoksa, iKÖ kurumundan maaş alıp, görevi İhsanoğlu’na kitap yazmak olan asistanının oluşturduğu metinleri sadece tashih mi etmiştir?
• Acaba İhsanoğlu’na, bir basın toplantısı esnasında, Darülfünun’un muhtevasına dair sorular sorsak cevap verebilecek midir?
• Darülfünun’un akademik bir değeri var mıdır?.. Kaç akademik incelemeye konu olmuştur? Ne kadar atıf almıştır?
• Eser hazırlanırken akademik yazım ve etik kurallarına riayet edilmiş midir?
EMEK HIRSIZLIĞI DEĞiL Mi?
Dikkat edin;
Burada, bir “intihal”den söz etmiyoruz... “Asistanlar tarafından yazılan” ama üzerine “Ekmeleddin İhsanoğlu”nun ismi konulan bir “emek hırsızlığı”ndan söz ediyoruz...
Ekmel Bey’e düşen; gerek “Kâtip Çelebi’nin kitabı” hakkında, gerek “Darülfünun” ve gerekse 18 ciltlik “Osmanlı Bilim Literatürü Tarihi” hakkında, “dürüstçe” açıklamalar yapmaktır!..
“Üzerine ismini yazdığı” bu kitapların “editör”lüğünü gerçekten “kendisi” mi yapmıştır, yoksa “Yıldız Sarayı’nda kurulu IRCICA’da görevli uzman ve maaşlarını dolarla alan asistanlar” mı yapmıştır?..
Dürüstçe cevap verin Ekmel Bey!..
Ama, ne olur; “Ben o kitapları anamın sütüyle beraber emdim” demeyin!..
Sizin emdiğiniz;
“Ananızın sütü” değil;
“Asistanların alın terleri”dir!..
Bize de mi lo lo!..
********************************************************************
Dijital kimlik ihalesi... İki bakanın hassasiyeti!
1 Ağustos Cuma günkü yazımda, “dijital kimlik”lerden söz etmiş, 4 Ağustos günkü “ihale”de yine “Paralel parmağı” olabileceğini, dolayısıyla bu ihalenin “yabancı firmalara verilmemesi” gerektiğini yazmıştım...
Öncelikle Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’la, İçişleri Bakanı Efkan Âlâ’ya, “hassasiyet”lerinden dolayı teşekkür ediyorum... Her iki bakan da, bu “proje” ile yakından ilgilenmişler, “TÜBİTAK’tan kovulan Hasan Palaz tarafından hazırlanan şartname”yi, A’dan Z’ye tekrar tekrar okumuşlar, didik didik etmişler ve hem “boşlukları” doldurup “açık”ları kapatmışlar hem de “sakat maddeleri” ayıklayıp, “yeni düzenlemeler” yapmışlar.
Anlayacağınız, “yepyeni bir şartname” hazırlamışlar... “Hassasiyet”lerinden dolayı, kendilerine bir defa daha teşekkür ediyorum...
Bu vesileyle öğrendim ki; bu konuda, kamuoyuna “söylenti” yayan, “dezenformasyon” yapan, yine “Paralel Yapı”dır... Ama, amaçları “ideolojik” değil, tamamen “ticarî kaygı”lar!..
İhaleye girecek firmalara “Paralelci” diyorlarmış ki, onlar “elensin” de, devreye “kendi firmaları” girsin ve ihaleyi “kendi firmaları” alsın!.. Böyle bir tezgâh, “şeytanın bile aklına gelmez” ama, malûm; “Paralelciler’de her yol var, onlara her şey mübah!!!”
Yarını, sabırsızlıkla bekliyorum...
yeniakit