Eleştiriden de öte, bir başka sinyal veren bir manifesto!

Selâhaddin Çakırgil

Bayezid Meydanı’ndan Çemberlitaş’a doğru gidiyordum bir arkadaşla.. Sağda, Köprülü Mehmed Paşa’nın türbesi ve etrafında aynı aileden başka mezarlar.. Bunlardan birisi de, o ailenin 300 yıl sonraki torunlarından ve türk edebiyat tarihi sahasında otorite olduğu kabul edilen Ord. Prof. Fuâd Köprülü’ye aid..

***

1923’den beri süren Tek Parti diktatoryasının, 2. Dünya Savaşı sonundaki Yeni Dünya Düzeni’ne göre yeniden tanzim edilmesi, bir zarûret halinde kendisini hissettirmeye başlayınca.. 1945’de CHP’den ayrılışın ilk işareti olan ’4’lü Takrir’i, Celâl Bayar, Adnan Menderes ve Refik Koraltan’la birlikte yayınlayanlardan biri de Fuâd Köprülü idi. Sonra Demokrat Parti’yi kurdular. 

1950 seçimleriyle iktidara gelen DP Hükûmeti’nde, Hariciye Vekilliği’ne (Dışişleri Bakanlığı’na) getirilen Köprülü, Ankara Hükûmeti’nce 1923’de imzalanan Lozan Andlaşması’yla İngiltere’ye bırakılan Kıbrıs’ta, Başpapaz Makarios ve EOKA örgütünün, adayı Yunanistan’a bağlamak için İngilizlere karşı silahlı mücadele başlatması karşısında,  ‘Bizim Kıbrıs diye bir meselemiz yoktur’ diyecekti. Halbuki  Başvekil Adnan Menderes, Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasına seyirci kalınamayacağını düşünüyordu. Bu yüzden, Köprülü  o vazifeden alındı ve yerine (27 Mayıs darbecilerinin idâm ettikleri) Fatin Rüşdü Zorlu getirildi. 

Köprülü kırıldı. 27 Mayıs 1960- Askerî Darbesi’nin ilk saatlerinde, eski arkadaşları olan DP yöneticileri evlerinden alınıp, dipçik darbeleriyle askerî araçlara doldurulurken, onun onlara, ‘Nasssılll?’ dercesine nanik yaptığı yazılmıştır. 

O türbenin kenarında bu geçmişi bir daha hatırladık. Fuâd Köprülü’nün mezar taşına kazınmış olan kitabedeki, ‘İlimde olduğu gibi, siyasette de yed-i beyzâidi’ şeklindeki abartılı övgü ilginçti..  ‘Evet, evet.. İlimde olduğu gibi, siyasette de müthiş imiş(!)’ diye hayıflandık.

***

Tam o sırada bir dostum tlf. etti ve, ‘Davudoğlu’nun manifestosunu gördün mü?’ diye sordu. Henüz görmemiştim. 

Dış siyaset konularında seçkin bir ‘stratejist’ olarak kabul edilen eski Dışişleri Bakanı ve Başbakan Ahmed Bey’in,  ‘son seçilmiş Başbakan’ olduğunu hatırlatarak yayınladığı ve başka sinyaller de verir mahiyetteki metni görünce, ‘İlimde olduğu gibi, siyasette de bir yed-i beyzâ idi’ sözü zihnimde canlanıverdi.

***

AK Parti’nin mahallî seçimlerde alacağı oyu, yüzde 36-38 aralığında olduğunu düşünenler, öyle bir gerileme durumunda ülke siyasetini etkileyecek çapta bir siyasî hareketlenmeolabileceğini hayal ve hattâ temenni ediyorlar ve özellikle de Davudoğlu ismini öne sürüyorlardı.  Ama, bir gerilemenin İstanbul ve Ankara BŞ Belediye Başkanlıkları dışında ülke çapında olmadığı ve hattâ mahallî seçimlerdeki en yüksek oy’un, yüzde 44,5’la bu seçimde alındığı görülünce, o ihtimal bertaraf olmuştu.

***

İşte tam da bu sırada ve de Ana Muhalefet Partisi lideri’nin çelişkili ruh halini yansıtan bir tavrının sonunda Ankara-Çubuk’ta karşılaştığı şiddetli tepkinin gerdiği siyasî atmosferin ortasında, Ahmed Bey’in ‘manifesto’ nitelikli açıklaması geliverdi. 

Bu açıklamada elbette ‘fakir’in de katıldığı veya katılmadığı birçok noktalar var. 

Ama, asıl sorulması gereken konu, bu açıklamanın, niçin tam da bu sisli siyasî havada ve de niçin, mensub olduğu partinin yetkili organlarında tartışılmadan, doğrudan efkâr-ı umûmiyeye, ve de bir eleştiriden öte, başka bir sinyal için tribünlere selâm mahiyetinde açıklandığıdır.

***

Ahmed Bey’in kadr-u kıymetinin bilinmediği söylenemez.. Onu, en üst bürokratik makamlara ve Dışişleri Bakanlığı’na, sonra da AK Parti Genel Başkanlığı ve sonra da Başbakanlık makamına  getiren iradenin kime aid olduğu unutulmamalıdır.  Bu açıdan, Ahmed Bey, kendisini de tartışmış mıdır?

***

İyi yetişmiş insanlarımızı yok saymak elbette yanlıştır; ama,  bu durum, sadece belirli kişiler için sözkonusu olmamalıdır.