"Suriye’de elimiz zayıfladı” mı?
Şu sıra bütün Suriye yorumlarında bu değerlendirme öne çıkıyor.
”Cumhurbaşkanı Erdoğan Moskova’ya eli zayıf gidiyor” tespitini tv’lerde dış politika yorumu yapan hemen her çevreden insan paylaştı.
Aynı şekilde “Suriye krzinin başladığı 10 yıl içinde Esed’in eli günden güne güçleniyor” tespiti de Suriye yorumlarının parçası durumunda. Rusya ise nerede ise “tek belirleyici” görünümünde.
Bakıldığında “Eli zayıf” değerlendirmesi, sadece Suriye ile sınırlı ilişkilerden kaynaklanmıyor. Çünkü Suriye meselesi çok katmanlı ilişkilerin içinden süzülüyor. İlk elde Amerika var, Rusya var, İran var, en azından göçmenler meselesi dolayısıyla Avrupa Birliği var, İsrail dahil Ortadoğu’daki ülkeler var, bütün bu ülkelerin, mesela Afganistan’daki gibi dünyadaki konumlanışları var…
Mesela Türkiye Suriye politikasını Amerika ile Rusya arasındaki stratejik gerilimlerin oluşturduğu dalgalar üzerinde sörf yapmaya dayandırmışsa, yani “bu iki küresel gücün rekabeti içinden kendi çıkarlarımı elde ederim” gibi bir yaklaşım söz konusu ise, her iki ülke nezdinde kredinizin yüksek gitmesi gerekiyor. Bir tarafta el zayıfladığında sörf politikası işlemez hale geliyor.
ABD Başkanı New York’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmediğinde bunun Erdoğan’ın sözlerine ve beden diline yansıyan etkisi de “ABD nezdinde itibar kaybı” tarzında ortaya çıktığında hemen peşinden gelen “Putin’le görüşme” olayı da yine Erdoğan’ın beden diline büyük bir başarı gibi yansıdığında, bunu Rusya’nın okumaması ve “elde bir” gibi değerlendirmemesi mümkün değil.
Kaldı ki bu “Eli zayıf” görüntüsü son zamanlarda sadece Suriye meselesinde değil, ilişkilerin genel akışında gözlemleniyor. Mısır’la, Birleşik Arap Emirlikleri ile, Suudi Arabistan’la, tabii İsrail ile ilişkileri, sanki “dağılma emaresi içindeki ilişkileri toparlama” psikolojisini yansıtıyorsa, herkes bu zaafı okur.
Evet Türkiye’nin bölgesinde stratejik bir konumu var. Bunun Amerika tarafından da dikkate alınacağı açık, Rusya ya da Avrupa ülkeleri tarafından da. Türkiye’yi yönetenlerin, bu stratejik imkanı ülkenin çıkarlarını maksimize etmek, en yüksek değere dönüştürmek için kullanması tabiidir.
Ama bu işler otomatik sonuçlar vermiyor. Her imkanı bir kanaviçe gibi her boşluğu en iyi renkle doldurarak titizlikle örgülemek gerekiyor.
Türkiye’nin bu coğrafyada “Müslüman ülke” olma niteliği de önemli bir artı. Çünkü coğrafyanın genel kültürel karakterini İslam belirliyor. Bu hem bölge ülkeleri için hem dışardan bölgeye yönelik politika geliştirecek ülkeler – odaklar için dikkate alınacak bir husus. Ak Parti iktidarı bu konuyu da bir dış politika unsuru olarak değerlendirdi. Ama bu mesele de çok çok özenli bir duruşu gerektiriyor. Çünkü bölgede İslam’la ilişkiler alanında ciddi farklılaşma potansiyeli bulunduğu ve bu olgu, ilişkileri olağanüstü sarsıntı zeminine çekebildiği gibi, “İslami duruş”un dünyadaki algısı da bir “dış politika” yaklaşımına yol açabiliyor. Erdoğan liderliğinin, bölge halklarında bir rüzgar oluşturmasına karşılık, yönetimlerde rezervli karşılanması, yönetimler nezdinde tecrid - yalnızlaşma sonucunu doğurdu. Aynı şekilde dünyadaki “siyasal İslam” algısı da, tüm “Siyasal İslam” çizgisine olduğu gibi “Erdoğan çizgisi”ne de başka türlü bir rezervi ve tecridi beraberinde getirdi.
Özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi devreye girdiğinden beri her alanda olduğu gibi özellikle Türk dış politikası “Erdoğan’ın liderliği” vurgusu ile belirleniyor. Bunu bizatihi Erdoğan’ın çok önemsediği de anlaşılıyor. “Önemsenen dünya lideri” olmanın paydaşları etkileyecek bir psikolojik zemin oluşturması mümkün. Ama bunun, aynı zamanda zaafa dönüştürülmesi de mümkün. Onun için ülkeler, ilişkiye girecek her ülkenin liderliğini, zaaflarını, güçlü yanlarını araştırırlar, kiminle nasıl temas kurulacağını kurgularlar. Bunu bizim de yaptığımızı öngörebiliriz. Bu konu hem karşı tedbirin alınacağı hem mukabil hamlelerin geliştirileceği bir alandır. Ülkenizde eliniz zayıflıyorsa, siyasi zeminde kayıplar yaşanıyorsa, geleceğiniz flu gözüküyorsa “beden dili” dışarda da etkisini kaybeder. Şu sıralar Erdoğan’ın dünyada nasıl okunduğunun en objektif biçimde tespiti, Türkiye’nin çıkarlarının korunması açısından hayatidir. Bunun mevcut Ak Parti ve devlet bürokrasisi ikliminde Erdoğan’a ifade edilebilmesinin de önemli bir memleket duyarlılığı – öncelemesi olduğu söylenebilir.
Sözün özü şu ki, Türkiye’yi “eli zayıflamış ülke” görünümünden sür’atle çıkarmak gerekiyor. Çünkü o görüntü Türkiye’ye kaybettirir, bu ülkede yaşayan herkese kaybettirir.