12 yaşındaydım. Doğup büyüdüğüm Almanya'dan Türkiye'ye yeni gelmiştim. Dindar bir ailenin çocuğu olduğum ve Türkiye'ye gelir gelmez "Akıncı" ağabeylerin kanatları altına girdiğim için memleketi kasıp kavuran tartışmalarda tarafım baştan belliydi, ama büyüklerimden edindiğim 'duruş'un içini doldurmam ve onu içselleştirmem gerekiyordu.
Türkiye nedir, nereden gelip nereye gitmektedir, gittiği yer gitmesi gereken yer midir; bu konularda annem ve babamdan sonra ilk ders aldığım hocalardan biri Yücel Çakmaklı oldu.
Şöyle ki: Piyasada Çile, Zehra, Diriliş, Kızım Ayşe ve Memleketim filmlerinden uyarlanmış romanlar vardı o zamanlar (Yanlış okumadınız: Romanlardan uyarlanmış filmler değil filmlerden uyarlanmış romanlar). Bir gün Develi/Kayseri'deki Hira Kitabevi'nde rafları karıştırırken bu kitaplar dikkatimi çekti. Hepsinin arka kapağında aynı şey yazıyor, 'Türkiye ile beraber Suriye, Ürdün, Mısır gibi Arap ülkelerinde de büyük ilgi gören filmin romanlaştırıldığı' belirtiliyordu. Etkilendim. 'Uluslararası' ilgiye mazhar olan bu filmleri merak edip kitapları aldım. (Sene 1980; VHS, VCD, DVD filan yok ki filmleri bulmaya çalışayım). Birkaç gün içinde hepsini okudum. Okurken içimin müthiş bir aidiyet duygusuyla dolup taştığını hissettim.
Köyde dini bütün bir Müslüman olarak yetiştirdiği kızı Ayşe'yi tıp tahsili için getirdiği İstanbul'da "asrî" züppelerin şerrinden korumak için destansı bir mücadele veren o kahraman anne, eyyamcı sosyete kızı Zehra'yı fedakâr bir Anadolu kadınına dönüştüren o bilge delikanlı, Doğu'yu aşağılayan kibirli Viyanalılara hadlerini bildiren Erzurumlu Mehmet, piyanoda Klasik Batı Müziği icra etmesini bekleyen İstanbul sosyetesini Yine Bir Gülnihal'le şaşırtan Leyla vs, vs, vs ile aynı dünyanın insanı olmaktan inanılmaz bir mutluluk ve heyecan duydum. Onlara gıpta ettim ve onlardan çok şey öğrendim.
Yıllar sonra filmleri seyretmek de özel televizyon kanalları sayesinde- nasip oldu. Geçenlerde fena halde özlediğimi farkedip filmlerin DVD'lerini Elif Film'den aldım ve iki günde hepsini tekrar seyrettim. Can alıcı sahneleri tekrar tekrar seyrettim. Tekrar tekrar, tekrar tekrar" Seyrederken içim içime sığmadı; öyle coştum ki, bazı replikleri not alıp kendi kendime tekrar edip durdum.
Çile filminin bir sahnesinde Ediz Hun'un canlandırdığı Kenan, Türkan Şoray'ın canlandırdığı Elif'e şöyle diyor:
"Gerçi sen beni sevdiğini söylemedin hiç. Aramızda tek aşk kelimesi geçmedi. Ama bazen ürkek bir bakış, bazen sesindeki bir titreyiş, bazen da dağdan kopardığın bir çiçekle çok şeyler söyledin bana. Aslında her hareketin bir aşk şiiriydi benim için."
Şimdiki zamanların aşk filmlerine böyle bir üslubun hakim olduğunu düşünsenize; memlekette aşkın kalitesi yükselmez mi?
Ama Yücel Çakmaklı filmlerindeki asıl dava tabii ki ahlak, maneviyat, gelenek ve tarih şuuruydu.
1970'li yılların en büyük film yıldızlarını bu dava için seferber etmişti Yücel Çakmaklı.
"Birleşen Yollar"da Türkan Şoray danslı-içkili partilere sırtını dönüp tesettüre giriyor, namaza başlıyor"
"Diriliş"te Hülya Koçyiğit kocasına Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya'sını okutuyor ve onun doğru yolu bulması için Eyüp Camii'nde dua ediyor"
"Zehra"da Ediz Hun sosyeteyi ti'ye alıyor, Anadolu'daki kadîm hayat tarzımıza övgüler diziyor"
"Memleketim"de Tarık Akan sevdiği kızı Tuna ile Sava nehirlerinin birleştiği yere götürüp orada ona Osmanlı'nın soylu mirasını anlatıyor"
Yine "Memleketim"de Filiz Akın dindar büyükannesinin yolunu dine-diyanete itibar etmeyen anne-babasının yoluna tercih ediyor"
Bunların 1970'li yıllarda sinema seyircisi üzerinde nasıl bir etki yaptığını tasavvur edebiliyor musunuz?
Dindar olanlar, bu ülkenin mana ve ehemmiyetini müdrik olanlar, Batılılaşmaya karşı olanlar, sinema salonlarından özgüven kazanarak veya özgüvenleri tazelenerek çıktılar.
Dindarlığa ve Osmanlı'nın mirasıyla barışmaya mütemayil olanlar, sinema salonlarından bu temayülleri güçlenmiş olarak çıktılar.
"Hacı-hoca takımı"na ve İslam ile yoğrulmuş tarihimize tepkili olanların birçoğu ise sinema salonlarından 'Bu konuları yeniden düşünmeliyim' diyerek çıktılar.
Şule Yüksel Şenler, bir televizyon programında anlatmıştı: Kendi romanından (Huzur Sokağı) uyarlanan Birleşen Yollar filmini izlemek daha doğrusu bu filmin seyirci üzerindeki etkisini gözlemlemek- için sinemaya gitmiş. Yanında Belgin Doruk saçlı iki "asrî" kız oturuyormuş. Bunlar filmi gözyaşları içinde seyrediyorlarmış. Türkan Şoray hidayete erip İslami hayatın gereklerini yerine getirmeye başlayınca, kızlardan biri "Ben de başımı örtüp namaza başlayacağım" demiş. Diğeri de ona "Senin annen izin vermez, ama ben örtüneceğim inşaallah" diye karşılık vermiş"
Evet; Yücel Çakmaklı, Bediüzzaman'ların, Süleyman Hilmi Tunahan'ların başlattığı ihya hareketini beyazperdeye taşıyan ve Necip Fazıl'ın yükselttiği bayrağı sinemanın burçlarına diken adamdır. Gazası mübarek olsun.
***
Çocuklarıma ilk dönem Yücel Çakmaklı filmlerini izletiyorum. Bence o filmler hâlâ aşılmadı. Yönetmen olsaydım, onları günümüz şartlarına uygun olarak yeniden üretmeye çalışırdım.
Yeni Şafak