İran'a saldırıdan önce Lübnan'da savaş çıkar. İran, kendisine yönelik saldırıyı sınırlarının çok ötesinde Lübnan'da karşılar, saldırganları Lübnan'da tam anlamıyla bir çıkmaza sürükler.
İran'dan hesap soracak olanlar ise, bu ülkeye ulaşmadan önce Lübnan'da Hizbullah'ı dize getirmek, Hamas'ı etkisizleştirmek, Irak'taki Şii grupları denetim altına almak zorunda. Bunları başarmadan İran'dan hesap sormaları neredeyse imkansız.
Benim tezim bu.
İster Lübnan'ı, ister İran'ı isterseniz bölgedeki diğer krizleri ele alın; bölgeyi iki ana kampa ayıranlar bu denkleme göre hesap yapmak zorunda. Şimdiye kadar, 14 Şubat 2005'te işlenen Refik Hariri suikasti üzerinden bu tezi işlediler. Suriye'yi Lübnan'dan çıkardılar, Lübnan'ı İsrail saldırılarına açık hale getirdiler. Ardından da saldırı gerçekleşti. Amaç İran öncesi Hizbullah'ı tasfiye etmekti.
Savaş onlar için tam bir hayal kırıklığı oldu. Başaramadılar. Ardından uluslararası güç üzerinden Hizbullah'ı sınırlamaya çalıştılar. Görünüyor ki, bu da başarısız oldu. Şimdi, Birleşmiş Milletler Hariri soruşturması üzerinden yine aynı amaç için ortam oluşturuyorlar.
Sadece İsrail-Hizbullah savaşı değil, Gazze'ye yönelik İsrail saldırısının amacı da buydu. İran'la hesaplaşma öncesi ayaklarına dolanacak örgütleri tefsiye etme projesi içinde Hamas önemli bir hedefti. O acımasız saldırının tek sebebi buydu. İsrail'e atılan roketler birer bahaneydi. Sonuç yine başarısızdı, ABD, İsrail ve Fransa için tam bir hüsran oldu.
Hizbullah'ın Lübnan hükümetinden çekilmesi sonrası bütün bölge ülkelerini alarma geçiren son krizin ana gündemi de bu. Bu sefer Hariri soruşturması üzerinden Hizbullah üst yöneticilerini, Suriye'yi ve Ayetullah Hamaney dahil, İran yönetimini vurmaya çalışıyorlar. Soruşturmanın daha önceki Alman savcısının Mossad bağlantısı deşifre olmuştu. Ama anlaşılıyor ki, mahkeme üzerinden tiyatro oynanıyor, tehlikeli bir senaryo uygulanıyor.
Bu haliyle Lübnan'da kısa süre içinde istikrarın sağlanması imkansız gibi. Kriz, sadece Lübnan iç istikrarını değil, İsrail'den Ürdün'e, Suriye'den İran'a kadar bütün ülkeleri etkileyecek noktaya doğru ilerliyor. Hatta krizin önlenmesi yönünde en yoğun çabaları sürdüren ülke olan Türkiye için de ciddi bir tehlike gelişiyor. Ankara'nın son beş yılda bütün bölgeyi yakınlaştırmaya yönelik projelerini tehdit ediyor.
Lübnan'da en etkili ülkelerden Suudi Arabistan, arabuluculuktan çekildi. Türkiye ve Katar yoğun temasların ardından bir noktada durdu. Her ne kadar çekilmeseler de, bir süre gelişmeleri izlemeye alacaklar sanki. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun "arabuluculuktan çekilme" diye bir durum olmadığına dair açıklaması önemli. Çünkü böyle bir çekilme, Türkiye'nin bölgeye yönelik kapsamlı projeleriyle örtüşmüyor.
Ancak son görüşmeler Hizbullah'ın sokağa inmesinin önüne geçmiş gibi. Arabulucuların Lübnan ziyareti öncesi sokağa inen silahlı Hizbullahçılar'ın, ziyaret önceki sokaktan çekildiğine işaret ediliyor. Durumun gerçekten gergin olduğu, insanların Lübnan'ı terk edip etmemeyi konuştuğu söyleniyor.
Dün İstanbul'da BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi ve Almanya (P5+1) ile İran arasında nükleer müzakereler başladı. "Şon şans" olarak gösterilen bu müzakerelerden açıkçası pek bir şey beklenmiyor. Lübnan krizi ile nükleer müzakerelerdeki başarısızlık nasıl bir görüntü oluşturacak?
İpler gerçekten kopuyor mu?
Umarız bu aşamaya gelmez ve diplomasinin sayısız yöntemlerinden bir başkası devreye girer. Aksi takdirde;
Hizbullah güçleri Lübnan sokaklarına iner. ABD ve Fransa gibi ülkeler bölgeye askeri bir hedef olarak bakmaya başlar. Lübnan'da iç çatışma "yakın ihtimal" haline gelir. İsrail-Hizbullah arasında sınırda adam kaçırma eylemleri baş gösterir. Her gün Lübnan semalarında dolaşan İsrail savaş uçakları Güney Lübnan'da bir köye "taciz ateşi" açar. Güney Lübnan'da bir patlama bütün bölgede bomba etkisi yapar ve alev İsrail'den Irak'a kadar bütün bölgeyi sarar.
Ortadoğu'nun istikrarı Lübnan'da başlar. Orada istikrar yoksa bölgede de olmayacak demektir. Çünkü orada her ülkenin (sadece bölge ülkeleri değil, dünyanın bir çok ülkesi de) bir "taraf"ı vardır.
S. Arabistan; "Lübnan bölünebilir" diyor. Kriz yönetilemezse, durum bölünmenin de ötesine geçebilir. Hariri suikastinden sonra olduğu gibi Beyrut'ta bombalar patlatılmaya, suikastler işlenmeye başlanırsa, bilin ki bunu planlayanlar kesin savaş istiyordur. Şu an böyle bir endişe söz konusu. Bir sabah uyandığımızda Lübnan'da bir siyasi yetkili öldürülmüş ya da Şii-Sünni ayrışmasını tetikleyecek bombalı sabotajlar düzenlenmiş olabilir. Tabi ki, bu saldırılardan doğrudan Suriye sorumlu tutulacaktır.
Gerçekten ipler koptu mu?
Eller tetikte mi?
Bölge ülkelerinin teyakkuzda olduğunu düşünüyorum...
yenişafak