Emin Güneş: İktidarı Kazanmak Kendini Kaybetmeye Değer Mi?

İslami analiz.com yazarı Emin Güneş'in yazısını ikribas ediyoruz

Emin Güneş: İktidarı Kazanmak Kendini Kaybetmeye Değer Mi?

Hep öyle oluyor. Devleti ele geçirmek için yola çıkanlar bir müddet sonra devletin şefkatli kollarına(!) teslim oluyorlar. Devlet tarafından kendilerine el konulanlar, devlete el koydukları zehabına kapılıyorlar. İktidar uğruna kendinden geçiyor, iktidarı kazanıyor ancak kendilerini kaybediyorlar.

Devleti ele geçirmekten kastımı açıklamam lazım. Her Müslüman yaşadığı devlette “Hüküm yalnızca Allah’ındır” (Yusuf 40) hükmünün uygulanmasını ister. Allah’ın hükümleri sadece Müslümanların değil bütün beşeriyetin hayrınadır. Çünkü Allah sadece Müslümanların değil bütün yaratılmışların ve mevcudatın Allah’ıdır. Allah, herkese inansın inanmasın haklarını en geniş biçimde vermiştir.

Yöneticilerin asli görevi Allah’ın emir ve yasaklarını uygulamak, Peygamberlerin tesis etmeye çalıştıkları erdemli toplumu tesise çalışmaktır.

Müslümanların bu çabalarının önündeki en büyük engel Şeytan ve nefsini şeytana teslim eden zorbalardır.

Yönetime talip olan Müslümanlar, mevcut iktidarları halka adil davranmamakla, Allah’ın kullarını kendilerine kul ve köle etmekle itham edip insanları kula kulluktan kurtarmayı vaat ederler. Tam ve kamil özgürlüğün ancak Allaha kullukla mümkün olacağını savunurlar. Ancak devlet gücünü ele geçirince Allah’ın emir ve yasaklarını çeşitli bahanelerle bir kenara koyup kendi arzu ve isteklerini kanun haline getirirler.

İslami devlet iddiasında bulunanlar bu iddialarının gerçekleşme zorluğu karşısında önce uzlaşmacı davranır, bir takım tavizler verir ve mevcut durumun bir fetret dönemi olduğunu yeterli güce ve kudrete ulaşınca vadettikleri devleti tesis edeceklerini söylerler. Oysa süreç boyunca içinde bulunulan ortama uyum sağlanır, fetret dönemi söylemi unutulur, İnanıldığı gibi bir nizam kurulamayınca mevcut nizamın ilahiliğine inanılır. İş burada kalsa yine iyi ama bu kez yola çıkarken savunulan inanç ve düşünce tezyif, tahfif ve hatta mahkûm edilir.

Mesela artık “Millet-i İbrahim” kavramının yerini “milli ve yerli” olmak almıştır. 28 Şubat zulmünün mağdurları artık son derece mağrurdurlar. Azerbaycanlı bacılarımıza uygulanan “hicab zulmü” nü görmüyorlar. 28 Şubat zulmü çok daha katı biçimde bu kardeşlerimize uygulanıyor. Azerbaycan Siyonistlerin zulmü altında inliyor. Antisiyonist söylemlere karşı baskı ve işkenceler ayyuka çıkmış; İsrail’in Kafkaslardaki ileri karakoluna dönüşen zulüm rejimi ile iki devlet bir millet olunabilmesi Milleti İbrahim’le çelişse de milli çıkarlara uyuyor maalesef. Hani “Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.” ile emrolunmuştuk!.

Ulusal çıkarlarımızla örtüşmeyen “ümmetçilik”, yerini daha önce kınanan yoz milliyetçiliklere bırakmıştır. Mesela tam 45 yıl önce birlikte yola çıktığımız bir arkadaşımın, kendi ilinde çevresine beni tanıtırken “Şöyle iyidir, böyle samimidir falan filan dedikten sonra “benden daha MİLLİYETÇİdir” diye takdim ettiğini duydum ve şok oldum. Kendileri uğradıkları asimilasyonun farkında olmadıkları gibi herkesi de kendileri gibi sanmaya başlamışlar..!!! Oysa biz bu yola bize yöneltilen zulüm oklarına rağmen “ümmetçi” olarak çıkmıştık! Ne ara milliyetçi olmuştuk?!

Bir başkası, bir zamanlar “komünistler Moskova’ya” denildiği gibi bize yallah İran’a, diyorJ. İktidar sarhoşu bu kardeşlerime eskiden “sen de benim gibiydin” desem de hafıza kaybından dolayı hatırlayacağını sanmıyorum. Bütün bunları, iktidarın insanlarımızı, insanlığımızı, akidemizi nasıl yozlaştırdığını göstermek için söylüyorum. Bize bir nazar oldu, Cumamız Pazar oldu, bize ne oldu ise hep azar, azar oldu.

Allah’ın Hükümlerini hâkimiyeti iddiasından uzaklaşmanın her zaman bir mazereti ve bahanesi bulunur. Ancak zamanla bu vaat sahipleri güvenlerini kaybettikleri gibi Allah’ın Hükümlerinin hâkimiyeti iddiası da artık inandırıcılığını kaybetmeye başlıyor. İnsanlar, “yine bizi Allah’la kandırıp kendi saltanatlarını tesis edecekler” düşüncesine kapılıyorlar. Asıl vahim olan da budur.

Yüzüncü yılına girilen cumhuriyetin son çeyreğinin ilk üç çeyreğine oranla neden daha hızlı ve daha fazla yozlaşmaya, çürümeye neden olduğu tartışılıyor maalesef. Son çeyrekte Allah’ın Hükümlerinin hâkimiyeti noktasında esaslı bir değişim görülmediği ortadadır. Yine meydanlarda heykeller, meyhaneler, umumhaneler, kumarhaneler vs. Ülke hem bedenen hem de zihnen uyuşturucu bataklığına dönüşmüş maalesef.

İktidarla sınanmamış, bir bakıma kendini ve dünya görüşünü koruyan eski dostlarını da “siz hala oralarda mısınız”? Diye tepeden bakanlara biz de eski ve unutulmaz ilkemizi hatırlatıyoruz. ÖNCE AHLAK VE MANEVİYAT!.

Azıcık ahlak lütfen…

Medya-Makale Haberleri

Mücahit Gültekin: Suriye Tartışmaları, "Kökü Dışarıda Olmak" Söylemi ve Politik Hafıza Üzerine
Abdurrahman Dilipak: Suriye İsrail’le karşı karşıya gelirse!
Abdurrahman Dilipak: Suriye’deki halk devrimine nasıl bakıyorum
Abdurrahman Dilipak: Allah’a ve ahiret gününe inanmak!
Abdurrahman Dilipak: Suriye bizim göz aydınlığımız olsun!