Emin Güneş /İnsanlığın İlerleyişi ve Yücelişi Diyalogdadır
Sokrates’in gittiği yol ve benimsediği yöntem, diyalog idi.
Diyaloğun birinci şartı –tam da burada konuyu Kur’ân ile de ilişkilendirmek istiyorum– dinlemektir. Dinleyemeyen veya dinlemeyi bilmeyen insan diyalog kuramaz. Ondan, diyalog kurabilecek bir insan da olmaz. Peki, dinlemek nedir? Bunu biraz açalım: Dinlemenin anlamı çok açık ve net olsa gerek… Kimileri kulak kabartıp bir şeyleri duymayı dinlemek zanneder. Oysa bu, dinlemek değildir. Çünkü bunun çok incelikli şartları, kuralları vardır. Eğer bu şartları haiz değilseniz, duyduklarınız ya da kulağınıza çalınan şeyler, onları dinlediğiniz anlamını taşımaz. Muhatabınızın konuşmalarını dikkatli bir şekilde işittiğinizi ve bunları kafanızda tahlil ettiğinizi varsayalım. Bu durumda dinlediğiniz şeyleri aslında dinlemiyor, sadece kendi zihninizde yorumluyorsunuzdur. Çünkü sizin önceden düşünsel anlamda aldığınız bir cephe ve durduğunuz bir pozisyon vardır ve duyduklarınızı işte bunların temelinde, ışığında yorumlamaya başlarsınız. Bu şekilde yaptığınız takdirde, gerçekte bu kimsenin sözlerini dinlemiş sayılmazsınız. Evet, söylenenleri baş kulağıyla dinliyor olabilirsiniz, ancak bunlara kendi zihninizdekileri kattığınızdan dolayı, gerçekte bu kimseyi dinlemiş sayılmamaktasınız. Kur’ân’ın, “Kulakları vardır, onlarla işitmezler”[ A‘râf, 179] buyruğu, tam da bu durum için söylenmiştir. Siz, karşınızdaki kimsenin sözlerine kendi zihniyetinizden hiçbir şey katmadığınız zaman dinleyen kulaklara sahip olmuş olursunuz.
Ben burada zihninizin bir tabula rasa (boş levha) gibi bomboş olmasını ve önceden hiçbir şey bilmemeniz gerektiğini kastetmiyorum. Sadece zihninizdekileri bir anlığına bir kenara koyabilecek, askıya alabilecek kudrette olmanız gerektiğini söylüyorum. Yoksa hiçbir şey bilmeyen bir kimse, soru da soramaz, kulak da veremez. Hayır, kastettiğim bunlar değil. Sonuçta herkesin bir zihniyeti ve ön kabulleri vardır. Sizden istenen, bir süreliğine bu kabullerinizin olmadığını varsaymaktır. Eğer kendi kabullerinizi aşar ve bunlara bir an için sahip olmadığınızı varsayarsanız, karşınızdakinin sözlerini gerçekten dinlemiş olduğunuzu görürsünüz. Sadece böyle bir durumda sizin iyi bir dinleyici olduğunuz ve bir dinleyici kulağına sahip olduğunuz söylenebilir. Öte yandan, yalnızca sizin böyle olmanız yetmez; diyaloğun ikinci tarafının da bu şekilde olması gerekir. O da sizi dinlediği sırada, duyduklarına kendi zihnindekileri katarsa, sizi gerektiği gibi dinlemiş sayılmayacaktır. Yine onun da sizin söylediklerinizi anlayabilmesi için, zihnindekileri – kısa bir müddet de olsa – bir kenara koyması gerekmektedir.
İster siyaset ve toplum ister felsefe ve bilim sahnesinde olsun – kurulabilecek her türlü diyalogda – bir diyaloğun tarafları zihinlerini kendi kabullerinden arındırdıkları, bunları askıya aldıkları ve birbirlerini gerçekten dinledikleri takdirde karşılıklı anlayış oluşmuş olacaktır. Karşılıklı anlayış oluştuğunda tüm ihtilaflar ve anlaşmazlıklar ortadan kalkar; anlayış düzeyleri yükselmeye başlar. Siz karşı tarafın sözlerini kendi zihninizdekilerle yorumladığınız müddetçe, kendi zihninizin ötesine geçemezsiniz. Bunu karşı tarafın da size yaptığını bir düşünün... Bu durumda her ikiniz de yerinizde saymış olursunuz. Ve bu geri dönüşümsüz bir diyalog halini alır.
Konuyla ilgili olarak tam da bu noktada hatırlatmak istediğim bir âyet var: Kur’ân’ın en acı şekilde yerdiği insanlar da bunlardır: Hem dinlemeyenler hem de dinledikleri sırada karşısındakinin söylediklerine kendi zihnindekileri katanlar… “Onlar işitmekten kesin olarak uzak tutulmuş olanlardır.”[ Şuârâ, 212] Ayrıca “Sağırdırlar, dilsizdiler ve kördürler.”[ Bakara, 18.] Bundan daha ilginç ve can alıcı olan bir başka ifade de – gerçi bunların hepsi Kur’ân’ın bir mucizesidir – Enfâl Sûresi’nin 23. âyetidir: “Eğer Allah onlarda bir hayır görseydi, muhakkak onlara işittirirdi.” Bunun aks-i nakîzi (ters döndürme) ise şudur: Eğer bir kimsenin dinleyen bir kulağı yoksa onda hayır da yok demektir. Onun ilâhî bir bereketi de yoktur. İlginç olan bir başka âyet de, “Eğer işitseydik ve akıl etseydik yakıp kavuran cehennem ehli olmazdık”[5] âyetidir.
Kur’ân’ın pek çok âyetinin dinlemek hakkında olduğunu görüyoruz. Oysa bizlerin hiçbir şeyi dinlemeye takat ve tahammülü yok. Ya dinlemiyoruz ya da dinlediğimizde ona kendi yorumlarımızı boca ediyoruz.
Evet, diyalog kurmak gerekir. Eğer bizler diyalog insanı, ehli olursak ilerlemiş olacağız. İnsanlığın ilerleyişi ve yücelişi, diyalogdadır. Diyaloğun olmadığı yerde düşüncenin ilerleyişi ve gelişimi de durmuştur.
(*) –Bu yazı Medya Şafakta yayınlanan “İbrahimî Dinânî: Nasîrüddîn Tûsî Söyleşileri (2): Tûsî’nin Düşüncesinde Soru ve Diyalog”dan alınmıştır. (İslamianaliz)