Efendimiz (sas) “kalk ve uyar” emrini alınca kısa süre içerisinde Mekke’nin en güvenilir kişisi iken, bir anda en tehlikeli kişisine dönüşmüştü. Mekke’nin fasit düzenini bozmakla itham edilen efendimiz ve parmak sayısınca arkadaşına Mekke’yi dar etmeye kalkıştılar.
Mekke’de korunmaya çalışılan düzen; güçlünün, zorbanın, yoksulu ve zayıfı ezdiği düzendi. Bu düzen geçmişi yüzlerce yıla dayalı kemikleşmiş, doğallaşmış ve olağanlaşmış bir düzendi. Böyle bir düzenin yıkılması adeta imkânsızdı. Ama Allah Resulü bu düzeni ilahi destekle yıkmayı başardı, Elhamdülillah.
Medine’de İslami düzen tesis edilince yeni bir inanç gurubu ortaya çıktı. Mekke’de sadece müminler ve müşrikler(kafirler) varken üçüncü bir gurup toplumda yer almaya başladı: MÜNAFIKLAR.
Mekke’nin fethinden sonra “Müslümanlar” iki kesimden oluşmaya başladılar: Müminler ve Münafıklar. İslam devleti büyüdükçe Münafıklar daha güçlü ve etkin hale geldiler. Bu nedenle Medine de “Münafikun” suresi nazil olmuştur.
Münafıkların en belirgin özelliği Müslümanların sıkışık oldukları kritik anlarda, hemen harekete geçerek çıkan fırsatları değerlendirmeye çalışmalarıydı.
Kur’an’ın muhtelif surelerinde vasıfları anlatılan Münafıkların hedefinde “İslami vahdet” vardır. Bir yandan Muhacir ve Ensar’ı birbirlerine düşürmeye çalışırken diğer yandan Efendimizle anlaşmalı olan Yahudileri anlaşmalarına bozmaya teşvik ediyorlardı.
İslam binasının temeline içerden dinamit koymaya çalışan bu kesimin en belirgin bir başka özelliği de Müminleri yeminlerle kendilerine inandırmaya çalışırken İslam düşmanlarına fiili desteklerini esirgememeleridir.
Münafikun suresi bunların vasıflarını bildirerek Müminleri onlara karşı uyarıyor. Günümüzde Müminlerin sadece münafıklarla ilgili ayet ve hadisleri konu alan ders halkaları oluşturmaları gerekir.
Vahdet haftasına sayılı günler kala İran İslam Cumhuriyetinde meydana gelen nifak olayları münafıkların çirkin yüzünü ortaya çıkarmıştır. İslam İnkılabının zayıf(!) bir anında Münafık taifenin; Kürdü, Türkü, Arabı, Farsı, Şiisi, Alevisi, Caferisi, Sünnisi, Selefisi, Şeyhi, Mollası Hristiyan ve Yahudilerle omuz omuza saldırıya geçmişlerdir. Sosyalistinden demokrat ve cumhuriyetçi geçinenine kadar herkes Şahın oğluyla aynı saflarda birleşmiştir.
O günkü Münafıkların tezleriyle şimdikilerin tezleri tıpa tıp aynı. Efendimize sokuluyor, “biz Yahudi ve Hristiyanları dost edinmezsek kiminle ticaret yapacağız. Sen bizi çoluk çocuğumuzla açlığa mı mahkûm edeceksin, Sen bizi kimlerle karşı karşıya getirdiğinin farkında mısın? Biz kılıcımızı koyacak kını bulamazken Bizans’ın atları dahi zırhlı!” diyorlardı. Tebük’e giderken askerini moralini bozmak için “vallahi Bizans askerlerinin bizi esir alıp ellerimizi ve gözlerimizi arkadan bağladıklarını görür gibiyim” diyorlardı.
Münafıklar, tezlerini devletin bekası, halkın refahı ve güvenliği koruma kılıfıyla sunuyor, Peygamber efendimiz ve yanındakileri ‘devleti tehlikeye atmakla’ suçluyorlardı.
Münafıkların bu çabalarına, gözdağı vermelerine, korkutmalarına rağmen Resulullah mazlumların zalimler karşısında eğilip boyun eğmesine asla izin vermiyordu. Çünkü “sadece O’ndan yardım istediği” Rabbinin onu yardımsız bırakmayacağına inancı tamdı.
İşte şimdilerde siyasi, askeri, ekonomik, ticari kaygıyla Allah’ın cc düşmanları ile normalleşenler, vahdetimizi bozmaya çalışanlardır. Dünya mustazaflarının kalesi ve mazlumların hamisine dönüşen; İşgal altındaki Kudüs’ü özgürleştirmek için “özel ordu” kuran devlete duyulan kin ve nefreti anlıyoruz.
Bunların tamamı münafık olmayabilir. Bir kısmı da Hz. Yusuf’un (as) kardeşleri gibi haset ve kıskançlıklarından düşmanlık edip vahdeti baltalıyorlar. (Emin Güneş - Hürseda Haber)