Önce bir-iki Not:
1-Hafta sonu, Almanya’nın orta-batı kesimindeki Mainz ve Wiesbaden çevresindeki bazı proğramlara katıldım. Başta, Suriye’deki iç-savaşın mağdurları, mazlumları olmak üzere, uzak coğrafyalardaki kardeşlerine, müslümanlara ve mustaz’aflara (hakları gasbedildiği için zayıf duruma düşürülmüşlere) karınca kararınca yardımcı olaabilmek ve onların acılarını paylaşabilmek için, kalblerindeki din derdi ile bir araya gelmiş yüzlerce müslüman insanla daha yakından dertleşmek imkânı buldum.
Batı Avrupa’nın ortasında, başka coğrafyalardaki kardeşleriyle dayanışma içinde olmak için, üstelik de, bulundukları coğrafyalarda o günlerde, asıl toplum, en çılgınca karnaval şenlikleri içinde günlerdir eğlenirken, bu insanların insanî sorumluluklarının idraki içinde böylesine vakûr hareket etmeleri, insanlığın ölmediğinin bir diğer nişanesi olarak teselli vericiydi.
2-Yıllarca yakın komşuluk yaptığım ve en sıkıntılı zamanlarda bile, daha çok laz kavmine mensub olanlarda rastlanan esprili, ince zekâsıyla sergilediği tavırlar ve yaptığı nüktelerle etrafını neş’eye boğan; ‘ülkücü’ geçmişinden kopup, dünyaya müslümanca bakan bir anlayışa geçebilen ve bu hassasiyetle, Bosna ve Çeçenistan’da müslümanların verdiği çetin mücadelelerin içinde aylarca kalabilen Akit yazarı dostum Mehmed Koçak’ın, son zamanlarda yaşadığı rahatsızlığın kan kanseri- lösemi / leukämie olduğunu aile efradından ve sonra da kendi beyanından öğrenmiş bulunuyorum.
Tabiîdir ki, aklen ve şer’an başvurulması gereken bütün tedbirlere başvurduktan sonra, yapılacak olan, paniklemeden, ruh huzuru içinde ve takdir-i ilahîye teslim olmaktır ve bunun, şifa penceresinin açılmasında etkili olduğu bilinmektedir.
Esasen, kendisinin bu durumu, ‘Ey padişah-ı Lemyezel! / Zât-ı ebed, Hayy-ı ezel! / Ey lûtfu bol, kahrı güzel! / Kahrın da hoş, lûtfun da hoş..
Gelse celâlinden cefâ, / Yahut, cemalinden vefâ, / İkisi de cana safâ, / Kahrın da hoş, lûtfun da hoş.’ idrakiyle ve takdir-i ilâhîye tam bir teslimiyetle karşıladığı da yakın çevresinin beyanlarından anlaşılmaktadır.
Mehmed kardeşime Allah’u Tealâ’dan şifâ niyaz ediyor, ailesi efradına da sabırlar diliyorum.
***
‘Ukrayna Buhranı’ yüzünden, dünya diken üzerinde..
Yeni bir ‘Soğuk Savaş’ döneminin başlayabileceği korkusu da en dehşetlisi..
‘Soğuk Savaş’ın ne demek olduğunu, 30 yaşın altındakiler pek kolayca kavramayabilirler.
O karanlık psikolojik savaş şartlarının hortlatılmasından sorumlu olmamak için olmalı, Amerika da temkinli, Rusya da..
Ama, her ikisi de güç gösterilerini de yine sürdürüyorlar.
Amerikan Dışbakanı John Kerry, bir milyar dolarlık bir kredi ile, Kiev’e gelip, henüz kim oldukları ve ne yapacakları ve hangi yolla iktidar makamlarına geldikleri ve hangi yolla gidecekleri ve Ukrayna halkını ne kadar temsil ettikleri bilinmeyen kadrolara bu parayı veriyor.
Avrupa Birliği (AB) ise, 650 milyon euro’luk bir kredi çeki uzatıyor.
Ama, bu paralar neye yarayacak ki..
Çünkü, Rusya’ya olan borçlarından, sadece Nisan-14 başına kadar ödemesi gereken iki milyar dolarlık kısım ödenmezse, Rusya, Ukrayna’ya verdiği gazın vanalarını Nisan başında kapatacak.. Bu da geniş halk kitlelerinin kâbusu.. (Gerçi son anda ulaşan haberlere göre, AB ülkeleri de, Brüksel’de yaptıkları toplantıda, Ukrayna’daki yeni yönetim kadrolarına 11 milyar euro’luk bir kredi vermeyi görüşeceklerini açıklamış bulunuyorlar. Ancak bunlar da delik bir çuvala buğday doldurmaya benziyecek gibi.. Hatırlanacak olursa, Mısır’da askerî darbe ile Muhammed Mursî iktidardan uzaklaştırıldıktan sonra, Suûdî ve diğer arab rejimleri bugüne kadar Mısır’a 21 milyar doları aşan yardımlarda bulunmuşlardı, ama, bu meblağın, o darbeyi yapan orduya rüşvet kabilinden öteye bir faydası olmadığı biliniyor.)
Ukrayna da bugün, iflas etmiş, çarkları durmuş, bir hantal fabrikaya benziyor. İşsizliğin, yüzde 30’ları aştığı bildiriliyor. Bu günkü buhran sürecek olursa, bu rakamın daha da yükseleceği tahmin ediliyor. Bu da, yeni buhranlar demek olacaktır, tabiatiyle..
Ki, Ukrayna öyle küçük bir ülke de değil ki, buhranları sınırlı kalsın.. 50 milyonluk dev bir nüfusa sahib.. (Bir okuyucu, Ukrayna’nın nüfusunun önceki yazımda belirttiğim gibi 55 değil, 45 milyon olduğunu yazmış.. Olabilir. Benim faydalandığım kaynakta, bu ülkenin 1993’deki nüfusunun 52 milyon olduğu yazılı idi. Bu yüzden, aradan 20 yıllık bir zaman dilimi geçtiğine göre, bu nüfusun yaklaşık 55 milyon civarında olduğu varsayılmıştır.
Bir okuyucu da, Türkiye’nin böyle tehlikeli zamanlarda başka ülkelerin savaş gemilerine, Çanakkale ve İstanbul Boğazları’nı niçin kapatmadığı etrafında..
Boğazlar’ın statüsü, 1936’da İsviçre’de imzalanan Montreux Andlaşması’nda belirlenmiştir ve Türkiye’nin, kendisiyle savaş halinde olmadığı hiç bir ülkenin savaş ve ticarî gemilerinin Boğaz’lardan geçişine engel olmak yetkisi yoktur, o anadlaşmaya göre..)
*
Kiev’in caddelerinde AB tarafdarlarınca tezgâhlanan ve genellikle sütün kaymak tabakasını yiyen orta ve orta üstü ekonomik kesimlerin sergilediği gösterilerle iktidar makamlarına el koyanlar, objektif olarak, o makamlardan kaçırılan C.başkanı Yanukowitz’den daha çok güven duyulan kimseler değil... Kanunî açıdan da, bir ‘illegal hareket’le veya ‘devrim’le iktidar makamlarını ele geçirmiş kişi ve kadrolar..
Kiev’deki sokak gösterilerinden kısa zamanda iktidar değişikliğine kadar varan gelişmelerin halkın isteğiyle değil, tamamiyle dış güçlerin tahrik ve desteğiyle gerçekleştiği ise, şimdi artık, daha bir ap-açık ortada..
Bu bakımdan, Kiev’deki protesto gösterileriyle, 9 ay öncelerde, İst.- Taksim’de tezgâhlanan Gezi Hadiseleri’nin aynı şekilde, iktidarın büyük karışıklıklar yöntemiyle el değiştirmesini sağlamaya yönelik dış etkenlerle tezgâhlandığına dair kanaatlerin daha bir pekiştiği görülmelidir, herhalde..
*
Emperyalist liderler dünyayı ahmak yerine koyuyorlar..
Amerikan Başkanı Obama, Rusya’nın Ukrayna siyasetinin 18-19 ncu yüzyıldaki işgal ve ilhakları andırdığını hatırlatıyor ve ‘artık bu siyasetlere göz yumulamaz..’ diyordu, 3 Mart günü..
Bunu söyleyen Obama, Amerikan emperyalizminin sadece şu son yarım asırda bile, , Lübnan’da, Vietnam’da, Küba’da, Panama’da, Irak ve Afganistan’da ve daha nice coğrafyalarda nice işgal ve ilhak siyasetleri izlediğini hatırlamak istemiyordu. Ama, Obama, Rusya’ya dolaylı tehdidlerde bulunurken, yine de temkinli ifadeler kullanmaya dikkat ediyor ve askerî olmayan çözüm yollarıyla bir netice almayı düşündüğünü söylüyordu.
Amerikan Senatosu’nun Cumhuriyetçi Parti kanadının etkin isimlerinden, Obama’nın Amerikan Başkanı seçildiği 2008’de rakibi olan ve Vietnam Savaşı yıllarındaki cinayetlerinden dolayı ‘ulusal kahramanlık’ pâyesine de yükseltilmiş olan senatör John McCain ise, Obama’yı ağır şekilde eleştirerek, ‘Senin devleti yönetmekteki zaafın Amerika’nın zaafı olarak değerlendiriliyor, bu duruma seyirci kalınamaz.’ diyordu.
Rusya Devlet Başkanı Putin ise.. NATO dünyasını tedirgin eden ve Kırım’ın işgali için bir gövde gösterisi mahiyetinde algılanan büyük askerî tatbikat ve manevraları durdurdu, 4 Mart sabahı.. Ve böylece, AB dünyası biraz rahat nefes aldı. Ama, Putin, Kırım’daki 16 bin kişilik askerî birliğine dokunmuyordu.
Bu da, ‘İki adım ileri, bir adım geri..’ gibi bir mehter yürüyüşü siyasetini hatırlatıyordu. Ayrıca, Putin, Kırım’da rus askerlerinin üniformasına benzeyen üniformalar giymiş yerli milis güçlerinden kendilerinin sorumlu tutulamıyacaklarını da belirtiyordu,
Ama, o yerli milisler iddiası doğru olsa bile, onların, Rusya’nın desteği olmaksızın organize olamıyacakları da bir ayrı vakıa idi.
Putin ayrıca, Rusya gibi, Ukrayna’nın da büyük yolsuzluklarla mücadele etmek zorunda kaldığını, Yanukowitz de dahil Ukrayna liderlerinin her birisinin de bu konuda başarılı olamadıklarını dile getiriyordu ve bu arada, Yanukowitz’in, Ukrayna’nın geleceğinde yerinin olamıyacağını düşündüğünü de açıkça söylüyordu.
Halbuki, aynı konuşmanın başında, Yanukowitz’in, Ukrayna’nın legal/ kanûnî C.Başkanı olduğunu ve onun Rusya’dan, Ukrayna’ya askerî müdahale talebinde bulunduğunu ve amma, bu anda, durumun bir askerî müdahaleyi de gerektirmediğini ve amma, bu ihtimalin son çare olarak daima gözönünde bulundurulması gerektiğini ve bir askerî müdahale olursa, o zaman, Ukrayna ve Rusya ordularının karşı karşıya gelmiyeceğini, aynı cebhede birlikte hareket edeceklerini ve bu arada, Ukrayna vatandaşı olan rusların korunması gerektiğinde onları korumak için gereken adımı atmaktan geri durmayacaklarını iddia eden de Putin idi.
Bu ihtimal mümkün mü idi?
Belki de biraz..
Çünkü, Kiev’deki yeni yönetimin, Deniz Kv. K. lığına tâyin ettiği amiral, Kırım’daki donanmanın başına gider gitmez, Kiev’deki hükûmeti tanımadığını, Kırım’daki Rusya tarafdarı olan özerk yönetimden emir alacağını söylüyordu.
Bütün bunlara rağmen, bu buhranda da, tepişen fillerin ayakları altında ezilen çimenlere dönüşenin Ukrayna halkı olacağı bir kez daha net olarak ortaya çıkmış bulunuyor.
Putin bu arada, ‘Kırım’ı ilhak etmek gibi bir niyetlerinin olmadığını’ da belirtiyor; ayrıca, Ukrayna’yı kuzeyden güneye ortadan bölen, Dinyeper nehrinin doğusunda kalan kesimlerde yaşayan rus asıllı ve rusça konuşan Ukrayna vatandaşlarına bir baskı olması durumunda, o tabloya seyirci kalamıyacaklarını ve müdahale edeceklerini de ifade ediyordu.
Legal muhatab isteyen Putin, darbeci Gen. Sisî’yi kabul etmemiş miydi?
Bir diğer nokta ise, Putin’in, Kiev’de kanundışı bir devrim yapıldığını söylemesi ve bu durumu tanımadıklarını ve Kiev’de bugün yönetimi ellerinde bulunduranların kendileri için bir diplomatik muhatab olamıyacaklarını, Ukrayna’nın legal / kanûnî başkanının Yanukowitz olduğunu ısrarla belirtmesiydi. Çünkü, Ukrayna anayasasına göre, Devlet Başkanlığı, ancak, ölüm, istifa ya da yetkili organlarca vazifeden alınma gibi durumlarla sona erebilirdi.
Bu görüşleriyle Putin, doğru konuşuyor gibiydi. Ama, onun sözlerinin koordinatlarına bakanlar, Putin’in çetin bir satranç oyununa giriştiğini de düşünüyorlar. O’nun, Yanukowitz’in legal C. Başkanı olduğu şeklindeki sözleri de bu açıdan değerlendirilmeli..
Çünkü, aynı Putin’in, henüz iki hafta önce, Mısır’ın kanlı diktatörü General Abdulfettah es’Sisî’yi nasıl yüksek bir ilgi ile kabul ettiği de biliniyor. O General Sisî de, Mısır’ın
legal / kanûnî cumhurbaşkanı Muhammed Mursî’yi, Mısır anayasası’nda yeri olmayan yöntemlerle, askerî darbe ile devirmişti. Onun, Yanukowitz’in Ukrayna’nın legal başkanı olduğu ve Kiev’de iktidar makamlarını ele geçirenlerin kendisi için legal bir muhatab olamıyacağına dair sözleri, GeneralAbdulfettah es’Sisî ile yaptığı görüşmeler için de geçerli olmalı değil miydi?
Ama, dünya görüşlerinde Hakk ölçüsü değil, güç ölçüsü esas olanlar açısından, bu gibi tavırlar, bir satranç oyunundaki taktik hamleler mesâbesindedir, o kadar..
*
Bu arada, bizim tarihimizde asırlardır çok etkili olan ve bugün de Türkiye’de, (başta, babası Akmescid’deki bir camiin imamı olan ve şimdilerde 96 yaşında bulunan ünlü tarihçi Prof. Halil İnalcık gibi isimlere başta olmak üzere) Kırım kökenli yüzbinlerin bulunduğu düşünülerse; Ukrayna ile Rusya arasındaki bu, geleceği meçhul buhranda, özellikle Kırım’daki müslüman tatarların iki arada-bir derede kaldıkları görülüyor.
Böylesine hassas bir sırada, henüz uluslararası aktörlerden hiç kimse Kiev’e gitmemişken, Ahmed Davudoğlu’nun, hemen Kiev ve oradan da Kırım’a gidip, hem Ukrayna’nın yeni yöneticileriyle; hem de Kırım Özerk Bölgesi’ndeki Kırım müslümanları ve liderleri Mustafa Cemiloğlu ile görüşmesi ve onlara yalnız olmadıklarını, arkalarında Türkiye’nin bulunduğunu fiilen beyan etmesi; kezâ, 4 Mart akşamı da Başbakan Erdoğan’ın, Putin ile yarım saatlik bir telefon görüşmesinde Kırım’ın müslüman halkının da, tıpkı rus kökenli Ukrayna vatandaşları gibi, tehlikelerden korunması konusundaki hassasiyetleri görüşmesi, sonucu ne olursa olsun, hayırlı teşebbüsler olarak anılmaya değer çaptadır. Çünkü bu gibi konularda geçmişte, içeriye, tribünlere selam mahiyetindeki açıklamalar yapılsa bile, bu gibi diplomatik tavırların ortaya konulması pek görülmüş değildi.
haksöz