"İslam'ın doğuşundan sonraki en büyük varolma savaşına hazır olun" çağrısı yapan bir insan, özellikle de bugünlerde, son derece dikkatle dinlenmeli. Geçmişe, bugüne ve geleceğe dair ne söylediğini, nasıl bir Türkiye gördüğünü, bu toprakların geleceği için neler öngördüğünü açık bir zihinle algılama yönünde çaba harcanmalı.
Herkes konuşur, herkes bir şeyler söyler. Ancak çok azının sözü dinlenir. Çok azı gerçekten bir şeyler söyler. Çok azı bugüne ve geleceğe ışık tutar. Gerişi boş laftır, gündelik avuntulardır, moda söylemlerdir, pazarlık cümleleridir. Bir süre sonra hatırlanmaz bile.
Bugünler herkesin konuştuğu ama hiçbir şey söylemediği günler. Herkesin çokça yazdığı ama hiçbir şey ifade etmediği günler. Zihinlerimizin ve yüreklerimizin rehin alındığı günler.
İşte bu kaos döneminde, büyük buhran döneminde, arayış döneminde bir şey söyleyemeyenler en azından kimi, hangi sözü dinlemek gerektiğini bilmeli. Çünkü bize düşen, hangi söze itibar edeceğimizi, hangi sözün değeri olduğunu, hangi sözün yolumuzu açacağını bilmektir.
Tarih, coğrafya, medeniyet, değişim, dönüşüm, dünya düzeni, Batı, İslam dünyası ve daha nice temel konuda, bu toprakların az konuşan ama çok şey söyleyen isimleri vardır. Ayakları sağlam basan, zihinleri diri, gönülleri zengin değerleri vardır. Yüzyıllık kayıp tarihten sonra, yeni bir yüzyılın eşiğinde, ne yapacağını bilmez şaşkınlar olarak oradan oraya sürüklenen, savrulan bizler, bu adreslere danışmayı bilmek zorundayız.
Sezai Karakoç'un "değişim-dönüşüm" konulu konuşmasına ilişkin cümleleri okurken, tarihin bu döneminde dehşetle hissettiğimiz endişe ve umutsuzluğun dışında, önümüzde ardına kadar açık bir umut kapısının durduğunu görüyorsunuz. O, 'özünden kopuş' olarak tanımladığı değişim ve dönüşümün, 'medeniyet yolunda bir ilerleme gibi sunulduğu'nu aksine bir dönüşüm mukadderse, kendine dönüşmekle mümkün olacağını söylüyor. Şu cümleleri birlikte okuyalım:
"Tarihte, dinlerin ve medeniyetlerin dönüşümü söz konusu olmamıştır. Kartaca Medeniyetini sözde Romalılaştırmak isteyen Avrupalılar, sadece yıkmışlar, yani onu mahvetmekten başka bir şey yapmamışlardır. Aynı trajediyi, Antik Mısır Medeniyeti de yaşamıştır. Daha sonra Hind ve Çin'e, İslâm Medeniyeti'ne musallat olan Batılılar, onları yıkmak, bir daha dirilmemeleri için öz benliklerini yok etmek, özgüvenlerini ortadan kaldırmak istemişlerdir. 20. Yüzyılda Doğu medeniyetleri, Batı'nın bu tasallutundan kendilerini sıyırmaya başlamışlardır. Ancak, maalesef, İslâm alemi, 21. yüzyıla daha sistemli bir Batı istilasına uğrama talihsizliği ile başladı. Bu istila ile uğraşma, birçok on yılları alacak bir süreçtir"."
" Ve içimizden çıkıp da, onlara "dönüşme"mizi bir mârifet, övünülecek bir başarı gibi gösteren, bunu medeniyet yolunda bir ilerleme gibi sunanlara da sadece acımak gerekir. Bu denli onur yoksulluğu, tarihte nadiren görüldüğü gibi, gelecek için de, herhalde, insanlığın kabul etmesi mümkün olmayan, beklenmemesi gereken, bir kırılgan çizgi örneği olacaktır.
" Eğer bir dönüşüm mukadderse, kendimize dönüşmeliyiz, başkasına değil. Kaçınılmazlığın böylesini, yani kişiliklisini aramalıyız. Öbür türlüsü kişiliksizleşmeden başka bir şey değildir. Bu tür batılılaşma, modernite dönüşümü, tam anlamıyla kişiliksizleşmedir. Bu tür kişiliksizleşme ise dirilmesiz ölümdür"
" İslâm Dünyası yine kendi içine dönüp bakarak, kendi değişimini, dönüşümünü, gelişim, devrim ve dirilişini gerçekleştirecektir. Bu kolay olmayacaktır. Bu, belki de, İslâm'ın doğuşundan sonraki en büyük varolma savaşımız olacaktır. Haçlı Seferlerine, Moğol İstilâsına uğradığımızdan daha beter bir saldırı ile karşı karşıyayız. Bu yüzden, bu savaşı kazanırsak, yeniden doğmuş ve dirilmiş olacağız. Bu, ikinci Doğuş olacaktır."
2004 yılında, Frances Stonor Saunders'ın "Who Paid the Piper: The CIA and the Cultural Cold War" adlı çalışması, "Parayı Verdi Düdüğü Çaldı" adıyla Türkçe'ye çevrilmişti. CIA'in aydınları, yazarları, akademisyenleri, sanatçıları, şairleri ve müzisyenleri nasıl kullandığına dair önemli bilgiler veren bir kitap. Irving Kristol, Andre Malraux, George Orwell, Bertrand Russell, Arthur Schlesinger Jr., Arnoldo Toynbee, Jean-Paul Sartre, Herbert Spencer ve daha birçoklarının Soğuk Savaş döneminde nasıl kullanıldığı anlatan bir kitap.
"Bu sefer onların yerini kim alacak" diye sormuştum o zaman. "Yıllar sonra böyle bir kitap kimler için yazılacak" diye sormuştum. Bu coğrafyayı, İslam dünyasını içinde bulunduğu kaostan çıkarması gerekenlerin, nasıl da dönemin emperyal gücünün arkasına saklandığını, onun gösterdiği yönde roller üslendiğini gördüğüm için sormuştum bu soruyu. Acı duyduğum için.. Liste yavaş yavaş şekilleniyor"
İddiası olması gerekenler safları terk etmiş, kendi dünyalarını kurmak yerine Batı'nın 21. yüzyıl için şekillendirmeye çalıştığı sistem içinde kendine yer bulma yarışına girmişti. Hala öyle devam ediyor. Meydan okuması gerekenler onursuzca, kişiliksizce, üslendikleri rolleri haklılaştırmaya çalışıyor. Üstelik bu yolu bir medeniyet arayışı olarak pazarlamaktan çekinmiyor.
Sezai Karakoç'un cümleleri bu yüzden çok önemli. Bu yüzden bu buhran döneminde çok önemli. Sokaktaki insandan devleti yönetenlere kadar herkes için, bu yüzden, bir şeyler söylüyor.
Çok konuşanlar ve hiçbir şey söylemeyenler, hep yazanlar ve hiçbir şey ifade etmeyenler, Türkiye'yi bir yerlere sürükleyenler ve nereye götürdüklerini bilmeyenler" Hiç değilse dinlemeyi bilsek!
Yeni Şafak