En büyük zulüm, "adâlet / hukuk" adına yapılandır!
Evvelki gün (28 Nisan günü) "Darbe Anayasası"na darbe vurmaya yoksanız.." başlığı altında yazdığım makalede, Anayasa Mahk. Başk. Hâşim Kılıç"ın, bu mahkemenin 46. kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmasında "mutlak tarafsızlık"tan bahsetmesinin mevcud sistemin egemen anlayışı açısından, bir temenninin ötesine geçemeyeceğini ifade etmeye çalışmış ve "...yüksek mahkeme"nin Sezer, Bumin ve Tuğcu gibi eski başkanları, "yargı"nın "görevini yansız ve bağımsız biçimde yerine getirmesini" savunurken, bu yansızlığın asla, "ilke ve devrimler" karşısında da yansızlık anlamına gelemeyeceğini" vurguluyorlardı.. Bu, yani "hukuk"un, o sözkonusu "ilke ve devrimlere göre şekillenmesi" mecburiyetiydi.. (...) Modern dünyada, böyle bir ilkelliğin hukuk ölçüsü olarak sunulmasının başka örneği yoktur.. Bu durumda, "hukukun üstünlüğü" konusu ile ilgili olarak, Kılıç"ın yargı için sözünü ettiği "mutlak tarafsızlık" talebinin yerinin nerede olduğunu kim, nasıl belirleyecek? Kılıç, yargı için, "mutlak tarafsızlık"tan maksadın, "tabiî hukuk kuralları" olduğunu net olarak ortaya koyamadıkça ve o "tabiî hukuk kuralları"nın hâkim kılınması için gereken düzenlemelerin yapılmasına zemin hazırlayamadıkça, başında bulunduğu bu "en üst yargı kurumu"nun nereye ve kimlere hizmet edeceği açıktır.. Yani, bu acaib sistemde, bir kurumun başı olmak da yetmiyor." demiştim..
Bu konuyla ilgili olarak, gördüm ki, Antalya-Akdeniz Üni."de düzenlenen bir panelde dün Yargıtay eski başsavcıları olarak konuşan V. Savaş ve S. Kanadoğlu isimli kişiler de aynı konuya vurgu yapmışlar..
Önce, bu kişilerin takdim şeklindeki propaganda hokkabazlığına değinmek gerekiyor. Bu kişiler Yargıtay"ın emekli başsavcıları iken, onları kamuoyuna, hele de, gazete manşetlerine göre düşündüklerini kabul ettikleri kitlelere, "Yargıtay Onursal Başsavcısı" diye takdim etmenin nasıl bir kurnazlık olduğunun görülmesi gerekiyor.. Halbuki, bu "onursallık" sıfatı, emekliye ayrılanlara, geride kalan meslekdaşlarının geçtiği bir kıyaktan ibarettir.. Nasıl ki, bir C. Başkanı veya Başbakanın başka ülkelere gittiklerinde, o ülkelerin en ünlü üniversitelerince, kendilerine verilen fahrî (onursal) doktorluk pâyelerini gerçekmiş gibi kullanması komiklik ise, bu da öyledir ve o unvana sığınmak, "avanak avcılığı"ndan meded ummak acziyetidir.
İşbu "onursal başsavcı"lar, artık em. generallerden reiting umudu kalmayan tv. kanallarına birer "em. sivil general" edâsıyla çıkıp, kamuoyuna "öcü"ler göstererek, "taife-i laicus"un 100 yılı aşkın gizli iktidarlarını, İttihadçı komitacılıklarını sürdürmek umudundalar..
Nitekim, "Onursal Başsavcı S. Kanadoğlu", Hâşim Kılıç'ın evvelki gün yaptığı konuşmayı eleştirerek, "Türkiye'de hiçbir hâkim, laik cumhuriyet karşısında tarafsızım diyemez.. Anayasa Mahkemesi Başkanı"nın konuşmasının bazı noktalarını reddetmek durumundayım. Özellikle "Hâkim mutlaka tarafsız olmalıdır" sözünü.. (...) Türkiye Cumhuriyeti'nin hâkimi her şeyden önce Anayasa'nın tarafı olmak zorundadır. Hâkim, laiklik ilkesinin korunmasını, Anayasa'nın uygulanmasını sağlayacaktır." (Yani, ihtilal anayasasına ve o anayasayı yaptıran zorba iradeye taraf olmak zorunda demek istiyor, bu onursal başsavcı, em. sivil general..) (...) "Hâkim, ben laik Cumhuriyet karşısında tarafsızım" diyemez." diyen Kanadoğlu, bu arada, Kılıç'ın "Laiklik toplumun koruması altındadır" açıklamasını da tehlikeli ve talihsizlik olarak niteliyor ve "hâkim, laik Cumhuriyetin tarafında olacaktır." diyor.. Baykal da, "Laikliği biz millet reyiyle mi kabul ettirmiştik?" demiyor muydu?.
Yani, laik rejim, zulüm de yapsa.. Siz bakmayınız, o "Adâlet mülkün temelidir.." sözünün her yere kazınmasına.. Bu sistemin temeli, bu zorbalık anlayışıdır..
Kanadoğlu, ayrıca, Hâşim Kılıç'ın konuşmasında, "millî iradenin temsili için Anayasa Mahkemesi'ne Meclis tarafından da üye seçilmesinin yerinde olacağı" hususundaki görüşlerine de değinerek, "Türkiye yol ayrımına doğru hızla yürüyor. Kendi kafalarındaki ideolojik rejimi yerleştirebilmek için devletin tüm kadrolarında büyük bir kadrolaşma hareketi kesinlikle görünüyor. Üye sayısının 17"ye çıkarılması düşünülen bir Anayasa Mahkemesi"nin 8 üyesinin Meclis tarafından seçilmiş olduğunu bir an düşününüz, tablo siyasallaşmış bir yargı olacaktır." diyor.. Yani, onların kendi kafalarındaki düzen değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek şekilde korunmalıdır.
Halbuki, 12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi"nin ürünü olan ve -Yargıtay eski başkanlarından Sâmi Selçuk"un itiraf ettiği üzere- "millete cebr yoluyla, süngüucu zorlamasıyla kabul ettirildiği için, "keenlemyekûn (bütünüyle yok) sayılması gereken bir anayasa"nın ve 28 Şubat postal yalatma brifingleriyle oluşturulan yeni hukuk anlayışının sonunda, katı kemalist-laik A. N. Sezer"in seçtiği üyelerin kontrolündeki Anayasa Mahkemesi"nin, en az bir on sene daha borularını öttürebilecekleri durumda olması ne güzel!..
En iyisi, ilk 27 yıldaki tekparti diktatörlüğü dönemi gibi, seçimsiz olarak gelmek ve cumhuriyet diye bir rejim kurulmasına rağmen ülkeyi hep demiryumrukla yönetmek; ve sonra da, son 48 yılda, 4 askerî darbe ile, millete tahakküm etmek ve yenilerinin de her an hazır olduğu mesajını vermek!.. Sonra da, "Hâkimiyet bila kayd-u şart, milletindir!" mavalı ..
Evet, bu düzen bozulmamalı, "Harâmiler çetesi" mantığıyla sürdürme çabaları devam etmeli..
Sözkonusu panelde, "Atatürk'ün yaptığı yasalar değiştirilirken, dikkatli olmak gerekir" diye gözdağı veren (öteki onursal başsavcı) V. Savaş ise, "Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın dolaylı ihlallerini göz önüne almaz, sadece şekli denetleme yaparsa, Türkiye'nin sonunu getirecek yol açılır." diyor. Başbakan Tayyîb Erdoğan için, "Yüce Divan"da yargılanma sürecinin başladığını, dosyaların hazırlandığını.." da söyleyen Savaş, "Hitler de seçimle iktidara gelmişti.." diye ilave ediyor. En güzeli, laik diktatörlük.. Seçime ne gerek var?
Bunlar, bir "psikolojik savaş"la acaba bir netice alabilir miyiz?" denemeleri..
İlginçtir, onlar böylesine havalarda iken, Devlet Bahçeli de "Başbakanın Yüce Divan"da yargılanacağı"ndan dem vuranlar korosuna katılmış bulunuyor.. İktidar partisinde bir çatlak meydana getirme entrikaları da sürüyor, bu arada.. Kırıkkale m. vekili Vâhid Erdem gibilerin onlara verdiği umut da az değil..
Bunlar olur da, A. Lâtif Şener, "yeni bir parti kurmak için uygun ortam hazırlama çabasında olduğunu" söylemez mi? Böyle konuşabilen bir kimsenin, en azından, (kurucularından olduğu) AK Parti"nin MKYK üyeliği başta olmak üzere, o partiden de istifa etmesi, ahlâkî bir gereklilik değil midir?
Elbette, bu sistem, temelinden bozuktur, mayasında zorbalık, dârağaçları, mazlûm kanları ve "âhh"ları ve ihanetler vardır.. Ama, yine de, temiz kalınabileceğine dair çabaların bu son denemesi de hüsranla biterse, asıl o güne hazırlıklı olmak gerekir..