Entrikalar ortasında, istikameti yitirmemek..

Selâhaddin Çakırgil

IŞİD / DAİŞ’e karşı savaş..’ derken, Amerika Suriye’de istediği yeri bombardıman ediyor. Ve bu bombardımanlar, Amerika’yla onyıllardır soğuk ve düşmanca ilişkiler içinde olduğu sanılan Esed rejiminin işine geliyor. Ve Amerikan ve Türkiye dışındaki NATO müttefikleri de bütünüyle Esed rejiminin kalmasının gitmesinden daha iyi olacağı kanaatiyle, Amerikan emperyalizminin yanında yer alıyorlar. Ve İran da , Esed rejiminin, Amerika’dan evvel, baş hâmilerinden bir diğeri..
İşin ilginç yanı, Amerikan emperyalizmi IŞİD mevzilerini bombardıman ediyorum derken, diğer tarafdan da, Suriye kürdlerine ağır bombardımanlarıyla ’Kobani Zaferi’nin devamını da getirmeye kararlı gözüküyor.. Çünkü, Suriye’deki 2 milyon kadar kürd insanının elinde bulunan ve Beşşar Esed rejiminin kurnazca bir taktiğiyle, Türkiye’nin güney sınırları boyunca oluşturulan otonom bölgeler, kantonlar oluşturmasına gözyumulan (PKK uzantısı) PYG gibi örgütler, aynı bölgelerde yaşayan arab ve türkmen etnisitesine bağlı kitleleri oralardan silah zoruyla kaçırtıyor ve bu insanlar onbinler halinde Türkiye’ye sığınıyorlar.. PYD ise, şimdi Amerikan emperyalizmiyle daha bir içli-dışlı.. Büyük oyunlar..
Bu arada, Amerikan Başkanı Obama da, Türkiye’nin güney sınırlarını tam olarak kontrol edemediğini ve bu sınırlardan binlerce DAİŞ savaşçısının Suriye’ye geçtiğini iddia ediyor.
Obama‘nın 10 Haziran günü dile getirdiği, ’IŞİD, Türkiye‘den Suriye‘ye geçen binlerce savaşçıyla güç sağlıyor. Geçişleri engellemek için Türk otoriteler ihtiyaçları olan kapasiteyi tam olarak artırmış değiller..’ şeklindeki sözleri Ankara’yı rahatsız ediyor.. USA Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü ise, yaptığı açıklamada,’DAİŞ‘e karşı mücadelenin bütün alanlarında Türkiye ile ortaklığımız güçlü şekilde sürüyor ve Türkiye burada kilit bir rol oynuyor. Ancak yabancı savaşçılarla mücadelede daha fazlasının yapılması gerektiğini düşünüyoruz.’ demeyi de ihmal etmiyor.
Yani, havuç ve sopa gösterip, ’Hangisini yersiniz?’ gibi bir gizli tehdid..
Bu arada üzerinde fazlaca durulmayan konu Başbakan Yard. Numan Kurtulmuş’un 10 Haziran günü Suriye sınırına gidip oradaki incelemelerinden sonra söylediği sözler..
Kurtulmuş, özetle şöyle diyordu: ’Yaklaşık şimdiye kadar 2 milyon Suriyeli kardeşimiz, etnik kökenlerine, mezheblerine, meşreplerine bakılmaksızın kabul edilmiştir. Suriye‘deki bu insanlık dışı drama sessiz kalmadığımızı, Suriyeli insanların çaresiz bırakılmadığını ve Türkiye‘nin bir seçimden yeni çıkmış olmasına rağmen bu halkın yanında olduğumuzu göstermek istedik. (…) Kobani‘de DAİŞ ve PYD arasında bir çatışma vardı. Kobani‘den gelenler DAİŞ‘in ölüm tehdidi ile karşı karşıyaydı. Bu nedenle 190 bin Kobanili Türk sınırları içine kabul edilmişti. Şimdi, (…) çoluk çocuk, kadın, bu gariban insanları Türkiye sınırına doğru hareketlendiren iki gelişme vardır. Bunlardan birisi (B. Amerika öncülüğündeki) koalisyon güçlerinin başlatmış oldukları bombardımanlardır. (…)Başka bir durum ise, gelecekteki bir PYD ve IŞİD savaşı tehlikesi.. Bu insanlar sınır bölgesine bu yüzden geliyorlar..’
Bu sözlere diyecek bir şey yok..
Ama, bundan sonrasında.. Numan Bey, şaşırtıcı bir şekilde, ’İnsanî bir trajedi olmadıkça Suriyeliler‘in geçişlerine artık izin verilmeyeceğini’ söylüyordu. Kurtulmuş, ’Bundan sonra biz şu anda sınırımıza dayanan insanları akşam saatlerine kadar bütününü alacağız ama bundan sonra ortada bir insanî trajedi olmadığı için bu insanların geçişini durduracağız. Bu insanların kendi bölgelerinde güvenli bölgelere gitmelerini bekleyeceğiz.’ diyordu. Halbuki, aynı gün, Cumhurbaşkanı Tayyîb Erdoğan, yaptığı açıklamada, eski tavrını sürdürüyor ve ’Bize sığınanlara kapılarımızı asla kapatamayız..’ diyordu. Doğru olan da, bu..
Bu noktada, Numan Bey’in ve Hükûmetin sözlerini ve kararlarını bir kez daha gözden geçirmeleri tavsiye olunur. Çünkü, siz Ankara’dan sınırdaki mahallî sorumlulara, ’insanî trajedi’ kriteri hatırlatması yapsanız bile, onun ölçüsü nedir? Bunu kim ve nasıl belirleyecektir? Evlerini-barklarını terkedip, varını-yoğunu bir bohçaya doldurarak ateşten kaçan insanların insanî trajedi içinde olduklarını göstermeleri için nasıl bir kıstas lazımdır?
Bu yüzden, oaçıklama hangi tarafından bakılsa, Numan Bey’e de, üyesi olduğu Hükûmet’e de, Davudoğlu’na da yakışmadı.. 100 yıl öncesine kadar asırlarca birlikte yaşayan ve 100 yıl öncelerde emperyalistlerin entrikalarıyla birbirinden ayrı düşen insanların iki ateş arasında kaldığı bir sırada, böyle bir sınırlama, olacak şey değil..
*
Yaman çelişki: ’Bizim silahımız yoktur. Silahımızı bırakmayız!.’
Haziran Seçimleri’nden seçimden iki gün önce, Diyarbekir’de‚ HDP’nin yaptığı miting sırasında meydana gelen patlamada iki kişi ölmüş, 50 kadar da yaralı meydana gelmişti.. Bazılarının durumları ağırdı, ayakları kopanlar bile vardı..
HDP’nin eşbaşkanlarından Figen Yüksekdağ bu patlamaları hemen, -birçok görgü şahidlerinin beyanlarına göre- Tayyib Erdoğan’ın yaptırdığını iddia ederek, kitleleri tahrik etmiş ve halkının ekseriyetini kürd etnisitesinden insanların teşkil ettiği Diyabekir, Van, Hakkarî, Mardin, Bitlis, Batman, Şırnak vs. gibi şehirlerde, kitleler sabahlara kadar ’Kaatil Tayyib!’ diye protesto gösterileri yapmışlar ve iki gün sonra da bölgenin sandıklarından yüzde 80-85’leri bulan tek yönlü bir şartlandırma tablosu çıkmıştı.
Bu patlamaların gerçek sorumlusu henüz de kesin olarak ortaya çıkarılabilmiş değil.. Ancak, bu patlamaların, kürd bölgesinde etkili bir manipulasyon olduğu da unutulmamalı.. HDP’nin o patlama sâyesinde, en az yüzde 2’lik bir yükselme kaydettiğini belirten gözlemciler var. Hattâ bölgeden bazı kimseler, bu patlamadan ve oluşan sosyal baskıdan sonra, AK Parti’li sandık görevlilerinin vazifelerinden istifa ettiklerini, ya da sandık başına gidemediklerini ve özellikle de köylerde, sandıkların başında HDP’lilerin tek başına kaldıklarını ve onların da katılım olsun olmasın, bütün katılımcılar adına sandıkları oy pusulalarıyla doldurduklarını belirtiyorlar. Bunu söyleyenler, bundan sonra bir seçim yapılacaksa, seçmenlerin ilçe ve il merkezlerinde oy kullanmalarının sağlanmasını da teklif ediyorlar.
Ama, asıl önemli olan konu, seçimlerden sonra Diyarbekir’de işlenen cinayetler.. Seçimlerden iki gün sonra da, İhya-Der isimli bir STK’nun başkanı ve İslamî kimliğiyle bilinen Aytaç Baran katledilmiş ve hemen arkasından da Diyarbekir’de 3 kişi öldürülmüştü. Aytaç Baran’ın cenazesi halk kitlelerinin tekbir sadâları arasında defnedildi.
Diğer 3 kişi için ise, 12 Haziran günü, Diyarbekir’de İstasyon Meydanı’nda yapılan bir anma toplantısında konuşan Selahattin Demirtaş, çok tehlikeli bir iddiada bulunuyordu. Anlaşılıyordu ki, bu öldürülenler HDP’li imiş.. Bu kişilerin Aytaç Baran’a bedel olarak öldürüldüğü sanılıyor, HDP tarafından.. Demirtaş, „Birçok Hizbullah militanı, elemanı şu anda Diyarbakır‘da silahlandırılmış durumda. Evlerinde silahlandırılmış durumdalar. Kendilerine dönük saldırı olduğunda kim kimi vuracak, o da belirlenmiş durumda“ diyordu..
Demirtaş, ’Bir partinin yüzbinlerle ifade edilen mitingine saldırı düzenleniyor. (…) Hemen birkaç gün sonrasında, Hüda-Par‘a yakın dernek başkanı katlediliyor. Dört mahallede Meclis sözcümüz, aktif çalışanımız hemen arkasından infaz ediliyor. Tezgahın büyüklüğünü buradan herkesin görmesi lazım. (…) Bölgede yaklaşık 100 kişiye dönük, PKK ya da IŞİD’in suikasd yapacağı dolaştırılıyor. Emniyet tebligat yapıyor. Bu dernek başkanına da yapılıyor. İlginçtir, tebligattan iki gün sonra öldürülüyor. Birçok Hizbullah militanı, elemanı şu anda Diyarbakır’da silahlandırılmış durumda. Evlerinde silahlandırılmış durumdalar. Kendilerine dönük saldırı olduğunda kim kimi vuracak o da belirlenmiş durumda. Dolayısıyla dernek başkanı vurulduğunda, kimler hangi dakikada kimi vuracak o da belirlenmiş durumda. Anında Hizbullahçılar dört arkadaşımızı katlediyorlar. Hizbullah, ’biz provokasyona’ gelmeyiz diyorlarsa, bu alçaklığı sadece kınayabilirim. Yok bizi kullandılar, dernek başkanımızı vurdurdular, HDP’lileri infaz ettirdiler diyorlarsa, halktan özür dilemeleri, akıllarını başlarına aldıklarına dair açıklamalar yapmaları lâzım.(…)’
Elbette Demirtaş’ın bu sözleri sadece, ’Çok korkmuş..’ diye geçiştirilemez. Böyle bir tırmanma varsa, bunun sonunun nereye varacağını da kimse kestiremez. Ancak, seçim öncesinde, HDP’nin eşbaşkanlarının ’Gezi Hadiselerinde yarım kalanlar 7 Haziran’dan sonra tamamlanacak, yüzde 10 barajı geçilemezse, iç savaş çıkar..’ gibi sözleri unutulmuş ki, Demirtaş hiç de inandırıcı olmayan unsurlar taşıyan konuşmasını şöyle sürdürüyor: ’Biz kimseye bugüne kadar parti olarak asla ne hedef gösterdik, ne de kimseyi hedefe koyacak bir anlayışımız olabilir. Ne bize bağlı silahlı bir birim vardır, ne de böyle bir şeyin imkanı vardır. Biz kendi sempatizanlarımızı da silahlandırmadık. (…) Herkes halka saygılı olsun, siyasetini yapsın. Ama kirli oyunlar, ucuz tezgahlar, infaz timleri oluşturarak, HDP’yi geri adım attıracak bir silahlı çete kurarak bunları yapabileceğini düşünenler, devletten güç alarak bunu yapabilirim diye düşünenler yanılırlar. (…) Umut ediyorum bu çağrılarımız doğru anlaşılır.. Gün birbirimizi tehdit etme günü değildir. Biz iyi niyetliyiz. Gerçekten bu topraklarda ortak barışı yakalamak istiyoruz. Kim kime nasıl kullandırıldığını 6-8 Ekim’den başlayarak bir daha baksınlar. Dikkatli olsunlar, kendilerini kullandırmasınlar.’
Sahi, 6-8 Ekim arasında olanlar Demirtaş’ın çağrısıyla gereçekleşmemiş miydi? Ve öldürülen 53 kişinin hemen tamamı da, HDP tarafdarlarından olmadıkları için, ölümlerinin üzerinde durulmamıştı bile.. Demirtaş sözlerinin devamında şu hiç de tehdid kokmayan (!?) sözlerini şöyle tamamlıyor: ’(…) Barışçıl siyaset çerçevesinde herkes çalışmasını yürütsün. (…)Bu bir ideolojik mücadeledir. Rekabet yapabiliriz. Ama bunun dışına taşıldığı zaman, kirli tezgahlara, uluslararası istihbarat örgütlerinin çıkarlarına hizmet edildiği zaman, biz burada çaresiz değiliz. Bunu da herkese bir kez daha belirtmek istiyoruz.”
Demirtaş kimseyi tehdid etmediğini söylediği bu sözlerine kendisi de inanıyor mu, dersiniz? Ama, ’Bizim de PKK’miz var, ona göre, haaa! ’ diyecek değildi ya, herhalde..
*

dirilişpostası