Saadet Partisi"nin son kongresi ardından yaşanan üzücü gelişmeler birkaç nokta üzerinde odaklanıyor. Değerlendirme yapanların bir kısmı, dayandıkları gerekçelerle Saadet Partisi"nin Milli Görüş geleneği, ilke ve inançlarından uzaklaştırılması gibi bir handikapla karşı karşıya kaldığını, bu cihetle partinin tekrardan emin ellere geçmesi (Erbakan hocaya sadık yeni bir genel başkan ile yoluna devam etmesi) gerektiğini vurgularken, bir kısım da, Saadet Partisinin tam bir atılım içinde iken parti içindeki bazı yaşlı siyasetçiler eliyle tökezletildiğini ve partide ayrışmaların önünü açtığını belirtiyor.
Önceki yazımızda da belirttiğimiz hususları tekitle, bir kez daha belirtmek isterim ki, Milli Görüş Hareketi Türkiye ve İslam dünyası için, İslami diriliş ve uyanışın amiral gemilerinden biridir. Emperyalizm ve siyonizmin İslam dünyasına tasallutundan, siyasi, askeri, ekonomik, kültürel hegemonyasının kırılıp dünya İslam birliği ve İslam medeniyeti temelinde yeni bir dünyanın kuruluşunun bayraktarı ve müjdeleyicisidir. Bunun içindir ki doğrudan ve dolaylı, emperyalizm ve siyonizmin hedefi olmuş, sürekli komplo, tuzak ve saldırılarla yüzleşmiş, çökertilmesi için her yola başvurulmuştur.
Bazı kardeşlerimiz bize, Milli Görüş ve Erbakan hocadan söz ettiğimizde, İmam Hasan El Benna, Şehid Seyyid Kutub, Allame Mevdudi, İmam Humeyni vb. önder şahsiyetleri, İslami hareket liderlerini hatırlatarak, bu önderlerin gösterdiği yol ve istikamet varken, Milli Görüş vurgusu yapmanın bir yanılgı olduğunu, Milli Görüş hareketinin kimlik ve misyonu ile söz konusu önderlerin ortaya koydukları mücadele yolunun birbiriyle çeliştiğini ifade ederek, bizi sorguluyor, eleştiriyor, bundan da öte, gittiğimiz yoldan sapmakla suçluyorlar.
Bu kardeşlerimizi iyi niyetli görerek, kendilerine şunu hatırlatmak isterim.
Türkiyeli Müslümanlar İmam Hasan el Benna"yı, Şehid Seyyid Kutub"u, Allame Mevdudi"yi, Abdulkadir Udeh"i, Muhammed Kutub"u Milli Görüş hareketi içinde tanıdılar; Milli Görüş hareketi vesilesiyle, bu hareketin sağladığı imkan ve vasıtalarla bu şahsiyetlerin fikirleri, mücadeleleri ve şahsiyetlerini öğrendiler.
Milli Görüş hareketi Türkiyeli Müslümanlardan, özellikle gençlerden İmam Hasan el Benna"yı, Allame Mevdudi"yi tanımasını, onların eserlerini takip etmesini, onların fikirleriyle donanmalarını istedi; buna çalıştı, bunu teşvik etti.
Örneğin, merkezi Kuveyt"te bulunan IIFSO (Uluslar arası Müslüman Öğrenciler Teşkilatları Federasyonu) tarafından basılan Türkçe eserler, Milli Görüş aracılığıyla Türkiyeli Müslümanların eline ulaşmıştı; bizler Şehid Seyyid Kutub"u, Şehid Abdulkadir Udeh"i, Muhammed Kutub"u, Muhammed Hamidullah"ı, öncelikle IIFSO yayınlarından tanıdık. Daha sonra onların eserleri Türkiye"deki yayınevleri tarafından basılmaya başlandı.
Şehid İmam Hasan El Benna"nın Risaleleri basılmaya başlandığında, Fizilalil Kur"an basıldığında bu eserleri Müslümanların alıp okumasını sağlayan, teşvik eden ve özellikle de gençlerin bu fikir ve idealler uğruna yetişmesini isteyen Milli Görüş hareketi idi.
Eğer bu aktardığım bilgilerin doğruluğunda şüphe eden ve yanıltıcı bilgi verdiğimizi düşünen varsa, lütfen o dönemleri yaşayan büyüklerinden ve ağabeylerinden sorsunlar.
Dolayısıyla, sağcılığın, milliyetçiliğin, sathi mukaddesatçılığın bulanık sularında yüzen Müslümanlar, ümmet bilincine, İslam birliği davasına, emperyalizm ve siyonizme karşı mücadele sahasına Milli Görüş vasıtasıyla ulaştılar. Türkçülük, Arapçılık, Farsçılık gibi nasyonalist eğilim ve akımların "batıl" olduğu idraki bu şekilde oluştu. Siyonizme karşı mücadele, Kudüs"ü özgürleştirme, dünya İslam birliğini tesis etme, evrensel İslam medeniyetini yeni baştan inşa etme ideali bu vesileyle kazanıldı.
Bunun da en güçlü oluşum dönemi Milli Selamet Partisi dönemi, Akıncılar ve MTTB dönemidir. Bu gerçeği göz ardı etmeye, ya da bunu gizlemeye, örtbas etmeye çalışmak, hak ve adaleti çiğnemekten başka bir şey değildir.
İran İslam Devrimi gerçekleşip İslam Cumhuriyeti nizamı kurulunca da, İslam devrimini kucaklayıp savunan bilinç Milli Görüş havzasında yetişmiştir. Dünyadaki bütün İslami direniş hareketlerini, günümüzde Lübnan Hizbullah hareketini, Filistin"deki Hamas ve İslami Cihad hareketlerini, Kafkaslar"daki ve Balkanlardaki İslami uyanış ve direniş hareketlerini de Milli Görüş"ün ilke ve hedeflerinden ayrı görmek, ya da birbirine karşıt bir şekilde sunmaya çalışmak da hak ve adaleti çiğnemekten başka bir şey değildir.
Bütün bu uyanış ve diriliş sürecinin Türkiye"deki baş mimarı 1969 yılında başlattığı Milli Görüş hareketi ile bu meşaleyi tutuşturan Prof. Dr. Necmeddin Erbakan"dır. Yaşı 85"lere varan bir liderin geçen bütün ömründe Türkiye ve dünya Müslümanlarına kazandırmaya çalıştığı da hep bu ideal ve hedefler olmuştur. İnanç ve ideolojilerin mevsimlik değişimlere uğradığı, dünyevi kaygı ve tamahlarla savrulup durduğu süreçlere tanık olan bizler, Erbakan hocanın 40 yıl önce savunduğu ile bugün savunduğu arasında bir fark görmedik.
Merhum Muhammed Hüseyin Fadlullah vefatından çok kısa bir zaman önce, bir derdinin olup olmadığı kendisine sorulduğunda "Kudüs işgal altındayken kendimi nasıl rahat hissedebilirim; hayatımın en büyük arzusu siyonist rejimin ortadan kalkmasıdır" şeklinde karşılık vermişti. Zira o hayatı, mücadelesi, eserleri ve konuşmaları ile İslam ümmetinin önündeki en büyük hedefin Kudüs"ün özgürleştirilmesi olduğunu gösterdi ve öğretti. Merhum Fadlullah her andığımızda onunla birlikte Kudüs"ümüzü de anacak ve Kudüs"ün özgürleşmesi davasında sorumluluklarımızın idrakinde olacağız.
Milli Görüş lideri Erbakan Hoca da, tüm ömrü boyunca Müslümanlara, siyonizme karşı mücadeleyi öğütledi, bu şuur ve sorumluluğu kazandırmaya çalıştı; siyonizmin ve uzantılarının her türlü yıkıcı ve yıpratıcı saldırılarına, tuzak ve komplolarına karşın, bu davasından, azim ve kararlılığından bir adım geri atmadı. Kapatılan partiler, açılan davalar, mahkemeler, sürdürülen psikolojik savaş onu yıldıramadı, sindiremedi ve durduramadı.
İranlılarla, Lübnanlılarla ve Filistinlilerle, bunun yanı sıra İslam ümmetinin diğer kesimleriyle her nerede ve her ne vesileyle konuştuğumuzda, Erbakan hocanın bu yönüne şükran ve minnetten başka bir şey duymadık. Bunların bazılarını da basına yansıyan açıklama ve demeçlerden okuduk, öğrendik...
1978 yılında İstanbul"da Taksim Tepebaşı"nda düzenlenen bir programa diğer ülkelerden katılan misafirler yaptıkları konuşmaların birinde Erbakan hocanın ismine atıfla, "O, İslam dünyasının yıldızı"dır diyordu. 32 yıl öncesinin bir konuşmasıydı bu. Bugün ise Halid Meşal, onun için "asrımızın Abdulhamid"i" ifadesini kullanıyor.
Erbakan hocayı övmek ve iltifatlar yağdırmak durumunda değilim. Hocanın buna ne ihtiyacı var. Ama kadir kıymet bilmez, vefa ve şükrandan anlamaz insanların alabildiğince olduğu bir toplum ve dünyada, hiç olmazsa Erbakan Hoca"nın kendi üzerimdeki hakkı için bir vefa ve şükran ifadelerini aktarmak istedim"
Değişik ortamlarda ve vesilelerle yaptığımız konuşmalarda, Erbakan hocamız için, Kudüs"ün özgürlüğünü görmeyi hocamıza nasip etmesini hep dile getirdik. En büyük dua ve niyazımız buydu hocamız için. Uğruna ömrünü koyduğu kutlu bir davanın parlak zaferine tanık olmak, onun için en büyük bahtiyarlıktır kuşkusuz. İnşallah hocamız bu günleri de görecektir"
Saadet Partisi"nin son kongresiyle ilgili yazdığımız bu yazıda, Erbakan Hoca"nın şahsiyeti ve misyonuna biraz fazla değinmemizin nedeni, kongre sonrası yapılan birtakım çıkışların, bir takım açıklamaların ve yönlendirmelerin, Erbakan Hoca"yı yıpratmaktan, onun ihtiram ve mirasını zedelemekten ve onu fasid tartışmaların içine sürüklemekten öte bir anlam ifade etmediğini vurgulamak içindi"
Birileri, "Beyaz Liste", "Yeşil Liste" tartışması üzerinden, "Erbakancıların Listesi" "Erbakan karşıtlarının listesi" gibi bir ayrımı, bir karşıtlığı gazete ve internet sayfaları üzerinden sunmaya ne yazık ki devam ediyor. Bunu yaparken Erbakan hocanın konumuna, ona itaatin önemine dikkat çekerek, Saadet içindeki bir grup siyasetçinin Milli Görüş"ün inanç değerleri ve geleneğine aykırı bir şekilde politik atraksiyonlar içinde olduğunu ileri sürüyor.
Eğer burada hedef Sayın Numan Kurtulmuş ise, tekil olarak, onu her yönüyle tartışmaya açalım. Çocukluğundan, gençliğinden, akademik ve politik hayatından her evreyi masaya yatıralım; nerede yanlışı, nerede eksiği, nerede hatası varsa konuşalım ve sorgulayalım.
Mesela;
İslami inanç ve değerlere bağlılık, hududullaha riayet, kulluk, takva ve ahlak noktasında
hangi noktada olduğuna, ferdi ve ailevi yaşantısı itibariyle, İslam davasının neresinde durduğuna bakalım. Diğer yandan ortaya koyduğu çabalara, verdiği mücadeleye, ödediği bedellere, dirayet ve kabiliyete, yöneticilik vasfı ve ehliyete bakıp adilane ve insaflı bir şekilde kendisini hakk mikyasıyla kritik edelim.
Ama aynı şekilde diğerlerine de, herkesi aynı mikyasla tartalım. Eğer ortaya çıkan sonuçlar, Sayın Numan Kurtulmuş"u hak etmediği bir mevkide bulunduğu kanaatine bizleri ulaştırırsa, ona olan itirazımızı ve muhalefetimizi kararlı bir şekilde ortaya koyalım. Ancak ölçümüz yalnız ve yalnız değerler ekseninde olsun; hesabımız bir kimlik ve bir misyon terazisinde yapılsın"
Fatih Erbakan"ın kongre sonrasında yaptığı açıklamaları okuduktan sonra, Elif Erbakan"ın açıklamalarını da okuduk. "Erbakan" soyadı altında yapılan bu açıklamalar, sonuçta Erbakan Hoca"ya nisbet edildi. Onun bilgisi, rızası ve hatta isteği üzere olduğu intibaı verilmeye çalışıldı. Fatih Erbakan"ın "muhterem babam" vurgusu, sanki Erbakan hoca"nın oğlu üzerinden konuşması gibi sunuldu. Arkasından Elif Erbakan"ın açıklamaları geldi. Her ikisi de, "Numan Kurtulmuş"tan kurtarılmış bir Saadet Partisi Profili" çiziyordu. Yeni bir kongreden söz ederlerken, bu kongrenin Numan Kurtulmuş"un kenara itileceği bir kongre olacağının altını çiziyorlardı.
Acaba, Sayın Fatih ve Nermin Erbakan kardeşler, bir kenara itmeyi düşündükleri Sayın Numan Kurtulmuş"u hiç olmazsa edep ve ahlaken bir "ağabey" olarak göremiyorlar mıydı? "Biz bu mirası başkalarına yedirtmeyiz" edası ile konuşmak ve Numan beyin şahsiyetini kolaylıkla polemik konusu yapmak, Milli Görüş"ün dava geleneğine, ahlak ve edep ölçülerine uyuyor muydu?
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Numan beyi tekil olarak nasıl masaya yatırmak gerekiyorsa, aynı şekilde Fatih ve Elif kardeşleri de adilane bir şekilde masaya yatırmamız gerekir. Hz. Ali"nin buyurduğu üzere "adalet, herkese hak ettiğini vermek; her şeyi yerli yerine koymaktır" ilkesine göz önüne alarak, hakkaniyet ölçüleri içinde herkese hak ettiğini verelim, ve herkesi yerli yerine koyalım"
Elif hanım konuşmasında Fatih Erbakan"ın parti liderliği için "niçin olmasın" diyor. Yani, bir bakıma Fatih Erbakan"ın Saadet Partisi"nin potansiyel genel başkanı adaylarından biri olduğunu ifade ediyor. Elbette olabilir, burada yaşın küçüklüğü değil, ehliyet ve liyakat önemlidir. Burada ölçü rüşd"dür, bu da yaş ile değil, ehliyet, dirayet, basiret ve liyakat ile ölçülür. Aynı şekilde bir dava hareketinin lideri olmak deruni bir ağırlık taşımayı da gerektirir. "Yaşı küçük, henüz askerliğini yapmamış vs..." gerekçelerle Fatih Erbakan"ın parti genel başkanı olamayacağını söyleyemeyiz.
Ancak, hemen arkasından şunu kısaca sormamız gerekecek: "Fatih Erbakan bu hakkı veya bu rolü kendi şahsiyeti, birikim, dirayet ve liyakati ile mi ifade ediyor, yoksa "Milli Görüş hareketi lideri Prof. Dr. Necmeddin Erbakan"ın oğlu olma" noktasından mı ifade ediyor? Eğer birinci nokta ise, Fatih Erbakan"ın Saadet Partisi"nin başına geçmesi kadar doğal bir şey olamaz. Hatta, gençleşmenin, gençlerin önünü açmanın çokça söz edildiği bir dönemde, böylesi genç bir siyasetçinin parti başkanı olması daha da anlamlı ve etkili olur.
Fakat, öbür yandan Milli Görüş"ün inanç değerleri ve geleneğine vurgu yapan kardeşlerimizin de, "emaneti ehline veriniz" ilahi buyruğu ışığında, önüne koydukları alternatiflerin bu ilahi emr ve uyarıya ne kadar uyduklarını göz önünde bulundurmaları gerekmez mi? O zaman sormazlar mı, "40 yıldır büyük bir siyasi birikim ve miras oluşturan Milli Görüş hareketi içinde, Saadet partisi genel başkanlığı için Fatih Erbakan"dan daha liyakat ve ehliyetli birisi yok mu?"
Eğer, Erbakan hocanın Milli Görüş hareketi için taşıdığı simgesel anlamı, aynı soyadı taşıyan biri eliyle yaşatma arzu ve iradesi söz konusu ise, o zaman bu arzuyu gerçekleştirmenin en güzel yolu, Erbakan hocanın ideal ve hedeflerini gerçekleştirme yolunda büyük projelere imza atmak ve bu projelerin adını "Necmeddin Erbakan" olarak koymaktır. Mesela, Gazze"ye uygulanan ambargoyu kırma yolunda yeni seferler başlatmak ve bu seferin adını "Erbakan seferi" olarak koymak. Ya da, siyonizme karşı mücadelede yeni bir uluslar arası inisiyatif başlatıp böyle bir inisiyatifi "Erbakan Hoca İnisiyatifi" olarak adlandırmak. Ya da bir başkası"
Acaba, Erbakan hocanın adını gönüllerde ve vicdanlara canlı tutmanın bundan daha güzel yolu olabilir mi?
Ancak bunu salt ırsi bir yöntem olarak sunmak, bizlerin inanç değerleri açısından karşı durduğumuz cahili gelenekleri çağrıştırmayacak mı? Birilerin sıkça kullandığı "saltanat" vurgusuna prim vermek olmayacak mı?
Tüm bu yapılanlar ve söylenenler, aynı zamanda Erbakan Hoca"nın o görkemli mirasına ve misyonuna gölge düşürmeyecek mi? Erbakan hocanın büyüklüğünü, böylesi fasid tartışmaların ve polemiklerin içinde küçültmeyecek mi? Diğer bir deyişle, emperyalist ve siyonist odakların ve onların içimizdeki uzantılarının 50 yıldır hedefine koyduğu Erbakan Hoca"ya öldürücü kurşunları içerden sıkmak anlamına gelmeyecek mi?
Yine aynı şekilde, Sayın Numan Kurtulmuş"un şahsına yönelik yapılan suçlamalar sadece onun şahsıyla mı sınırlı kalıyor?
Eğer öyle ise, o zaman, sonuçta bir kişinin bir kenara itilmesi söz konusu olur. Ancak bu "Yeşil liste" "Beyaz liste" olayı ve oylamalar sonucu kongrede seçilen Genel İdare Kurulu bizlere bundan farklı şeyleri de gösteriyor.
Mesela, Yeşil Liste"nin "mutabakat" listesi olduğu belirtiliyor. Ancak bu liste söz konusu olunca 42 kişi bu listeden istifa ediyor. Yani üzerinde mutabakata varılan 42 kişi. Divan başkanı da bu durumda Yeşil Liste"nin bu haliyle oylanmasının mümkün olmadığını belirtmek zorunda kalıyor. Peki bu ne anlama geliyor? Bu istifa etmenin anlamı ne? Eğer ortada bir yanlışlık varsa, bunu sadece Sayın Numan Kurtulmuş"un şahsına indirgemek ne derece doğru? Bu, "üzerinde ittifak edilen"lerden 42 kişinin bu tutumu ne anlama geliyor?
Diğer yandan, Sayın Oğuzhan Asiltürk"ün "üzerinde mutabakata varılan liste Yeşil Liste"dir, bunu delegelerin takdirine bırakıyoruz" demesine karşın, yapılan oylama ile "Beyaz Liste"den Genel İdare Kurulu"na seçilenler, yani Sayın Asiltürk"ün uyarısına rağmen, Numan Beyin genel başkanlığı altında yoluna devam edenler ne anlama geliyor? Hadi Numan Kurtulmuş kişisel anlamda bir "yanlış"ın içine girdi ve bunu sürdürmekte ısrarlı, peki GİK"e seçilenlerin içine girdikleri "yanlış"ta ısrarları ne anlama geliyor?
Üzerinde mutabakata varılmayan bir liste ile seçime girenlerin başında Sayın Recai Kutan geliyor. Acaba Sayın Kutan"ın Milli Görüş hareketi içindeki yeri, önemi, ağırlığı bizlere bir şeyler hatırlatmıyor mu?
Sayın Fatih Erbakan ve Elif hanım, yaptıkları açıklamalar ile, yanlarında, hürmet ve şefkat kanatları altında büyüdüğü sayın "Recai Amca"larına hürmette kusur etmiş olmuyorlar mı? "Recai amca" diye andıklarında zihinlerinde ve yüreklerinde oluşan duygu, bu kongre ile birden bire kayboldu mu? Şimdi kalkıp Recai amcalarına "Recai amca, yanlış yerde duruyorsun! Biz yeni bir kongrede yeni bir liste hazırlayacağız ve sen de bu listenin başında olacaksın" diyerek kendisini onurlandırmayı mı yoksa, yaptığı bir "yanlış"tan dolayı onu da bir kenarda tutmayı mı düşünüyorlar?
Sayın Recai Kutan"a bu yönde birçok istek gitti, ısrarla istifa etmesi istendi. Ama o, bu ısrarlıistekleri reddetti. Bundan sonra ne olur, Allah bilir. Ancak geçen günler içinde Recai Beyin bu tutumu bir anlam ifade ediyor.
Ben yaşça kendilerinden biraz büyük olduğum için, Fatih ve Elif kardeşlerime bu eleştiri ve sitemlerini getiriyorum. Milli Görüş içinde bir nebze olsun bulunan yerime dayanarak.
Diğer yandan Sayın Şevket Kazan ağabeyime de şunu söylemek istiyorum: 5 yıl önce Konya otogarında kendisiyle karşılaştığımda, "Selamun aleykum, Şevket ağabey, nasılsınız?" diye sorduğumda, ilk başta çıkaramayıp hatırlamayınca, kendimi "ben Nureddin, hani Sincan Kudüs gecesiyle sizi bakanlıktan eden kişi" deyince hatırlayıp halleşmiştik. O zaman ayak üstü biraz konuşmuştuk. Ben burada bir vesileyle, hatırlatmak istiyorum. Sincan Kudüs günü davası bahanesiyle Refah-Yol hükümetine darbe gelmesin diye, bütün suçlamaları üzerime almış, bu davanın Refah Partisi"ne yönelik bir yıkım operasyonu olmamasını istemiştim. Zira bu davada, Sayın Kazan"ın Ulucanlar Cezaevi"ne yaptığı ziyaret de, onun aleyhinde bir suçlama delili olarak ileri sürülmüştü.
Ben Sayın Şevket Kazan ağabeye küçük bir kardeşi olarak, "Şevket ağabey, yaşaması gereken dava ise, şahısların burada önemi yok; ayakta duracak olan dava ise, koltukların, mevkilerin anlamı yok" demek istiyorum". Bütün ömrü Milli Görüş davası içinde geçmiş birisine bunu söylemek haddime değil, ama sineme acı veren bu ifadeleri fazla da içimde tutamıyorum"
Bütün acımın sebebi de, bütün bu polemik ve tartışmaların Erbakan Hoca'nın misyonu ve ihtiramını yıpratması...
Keşke hiç böyle olmasaydı....
Devam etmek üzere"
velfecr