Erdoğan için zor zamanlar

Ahmet Taşgetiren

İktidarın ağır seçim yenilgisinin ardından acaba “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde de bir değişikliğe gidilir mi” beklentilerinin önünü kesmek üzere hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem MHP lideri Bahçeli hem de bu sistemin mimarlarından kabul edilen Mehmet Uçum, bir tür “iman tazelemesi” babında açıklamalar yaparak, kimi düzeltmeler olsa da, sistemde herhangi bir değişiklik olmayacağını ifade ettiler.

Üstelik, iktidar cenahı 28 Mayıs 2023 seçimlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden seçilmesinin halkın bu sistemi onayladığı anlamına geldiğini öne sürdü. Cumhurbaşkanı Erdoğan da dün, grup toplantısında “Özeleştiri yapıp yeniden toparlanacağız” diye özetlenecek bir “takviye” konuşması yaptı.

Bunlar ifade edildi ama bir yandan da endişe bulutlarının dolaşmaya başladığına dair işaretler yok değil.

Evet yerel bir seçimdi 31 Mart’ta yaşanan. Erdoğan da “İktidar hâlâ biziz, kimse yerel iktidar oyunu oynamasın” dedi dün.

Ama 31Mart’ın özellikle Erdoğan tarafından hiç de “Yerel” gibi muamele görmediğini cümle âlem biliyor. “52 şehri gezdim” diyor bizzat kendisi. İstanbul ise ihmal edilemezdi. Büyük mitingini İstanbul’da yaptı. Daha önce 1.5 milyonu gördüğü meydanlarda 650 binlik kalabalığı görünce sitem de etti.

Yani sözün özü, bizzat “Partili Cumhurbaşkanı” olarak asıldı bu seçimlere… Ve olmadı. Seçim kaybedildi. “Cumhur ittifakı olarak yüzde 40.5’uz” dese de Parti, üstelik CHP’nin ardından ikinci sıraya düştü.

Şimdi muhasebe yapılıyor. Acaba istakozdan mı oldu, kibirden mi, emeklilere verilmeyen, KKM’cilere verilen ve Merkez Bankasına “zarar” yazılan 818 milyarın “günah”ından mı?

Şunu bir kere açık açık yazalım: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ndeki “Denge ve denetleme” eksikliğinin ve Cumhurbaşkanı’na verilen yetkilerin anormalliğinin en pahalı sonucu nedir, derseniz, işte şu 818 milyarlık zarara bakabilirsiniz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan “lâf dinleyen” adam arayışı ile, “Sana bana ne oluyor?” diye diye, “Ben ekonomistim” diye diye, kendisinden başkasını kastederek “Onların kafası basmaz” diye diye…. Ekonomiyi dibe vurdurdu.

Sonunda “Türkiye’nin rasyonaliteye dönmekten başka çaresi kalmamıştır” diyecek ve “lâf dinleyen” değil “Lâfı dinlenecek” bir adama geldik mi geldik…

Demek ki Cumhurbaşkanlarının bile “lâf dinleme”ye ihtiyacı varmış… Bunu söylemem çok mu yadırgatıcı? Bundan normal ne olabilir ki? Bütün devlet yöneticileri laf dinlerler… Dinlediklerini süzerler tabii ki, başkalarının görüşleriyle test ederler tabii ki, devlet dediğiniz sorumluluk bir tek kişinin aklıyla yürümez hiç kuşkusuz, bu işleri salim bir kafayla yapabilenler iyi devlet yöneticisi olurlar… Yanlış olan “Siz en iyisini bilirsiniz efendim” diyenlerden oluşan danışman kadrosu edinmektir.

CHP, yerel seçimlerde nüfusun yüzde 65’nin yaşadığı illerin yönetimini aldı. İstanbul’da, 2019’dan sonra bu, Erdoğan adına ikinci kayıp, CHP ya da İmamoğlu adına ikinci başarı…

Şu anda “Başka”ya oynayan bir CHP var huzurda… “Türkiye ittifakı”, ne dersiniz “Ak Parti – MHP ittifakından ibaret olan Cumhur İttifakı”ndan daha anlaşılır bir kapsama alanı oluşturmuyor mu? “Milli takım gol attığında sevinç duyanlar”la buluşabilme hedefi, çok “Ortalama vatandaşla buluşma” hedefi değil mi?

CHP gelsin, vatandaşın yaşama tarzıyla savaşsın, abuk – sabuk söylemler deryasına dalsın, biz de “değer savunması” ile, KKM zenginlerini göz ardı ettirip seçimleri götürelim. Bakın, ortada öyle bir CHP yok gibi gözüküyor. En azından “Özgür Efendi”, “istakozlu görüntüler”e prim vermeyecek gibi… “Gözünün yaşına bakmam” diyor. Beştepe’den bugüne kadar, borç içindeki Ak Partili belediyelerin “belediye sarayı” tutkularına dair bir şey söylendi mi? Herkeste bir saray tutkusu oluşmuş, neden acaba? En olmaz yerlere saray dikmekten dolayı olmasın!

Bakın beyler, bu Cumhurbaşkanlığı yetkilerinin ilk tartışıldığı günlerde “Bu kadar yetkiyi Kılıçdaroğlu’nun da kullanmasına ne dersiniz?” diye yazdım. Kılıçdaroğlu muhafazakâr camia için “kötülük sembolü” idi ya… 14-28 Mayıs oylamasında da muhafazakâr camia, “O yetkileri Kılıçdaroğlu kullanmasın” diye Erdoğan üzerinde yığılma yaptı. Ama o seçimde bile ikinci turda ve “kıl payı” bir sonuç alındı. İki seçim arasında Erdoğan’ın kaygısını herkes gördü.

Bakın şimdi, İstanbul’da bir Cumhurbaşkanı seçilecek olsaydı, Erdoğan değil İmamoğlu seçilecekti, Ankara’da 30 puan fark atılacaktı Erdoğan’a… Evet ülke nüfusunun yüzde 65’nin yaşadığı şehirlerde durum farklı olmayacaktı…

2028 veya öncesi… Trend, yani akış nereye? Ak Parti dünyasında yetki verilen herkeste bir “Ben oldum” potansiyeli gözleniyorsa, herkeste bir “Saray özentisi” oluşuyorsa… iş “Jakuzi”den veya “istakozdan öte” bir mahiyet kazanmış olmuyor mu? Orada Erdoğan’a bile “Şunlar yanlış gidiyor” diyebilenler, yani Ömer’i uyarabilenler olsaydı, saray yavruları da doğmazdı, kibir iklimi de her tarafı sarmazdı…

Şu sorular aklımızda dursun:

KKM faizine “Hibe” fetvası veren sevgili hocalarımız, şu 818 milyarlık Merkez Bankası zararı, kendilerinin maaşlarından kesilseydi aynı fetvayı verirler miydi?

Şebnem Bursalı’nın, Sabah’taki iktidar yandaşlığından öte Ak Parti dünyasında nasıl bir karşılığı vardı da milletvekili oldu? Bunları listeye koyup millete seçtiren irade nerede?

Şu 818 milyara ilişkin Nurettin Nebati’nin diyeceği bir şey var mı? Tabii ki sayın Cumhurbaşkanı’nın? Verdiğimiz kararların sorumluluğunun olmadığı sistemin adı nedir ki?

Bilinsin ki daha pek çok soruyu soracağız. Bunlar, dün sayın Cumhurbaşkanı’nın diliyle “Bakılmadık hiçbir nokta bırakmadan murakabemizi yapacağız” bağlamında sorulan sorular… Soruyoruz çünkü memleketi seviyoruz.