Libyalı muhalifler Türkiye hükümetinin tavrından, özellikle de 'iç savaş' söyleminden zaten rahatsızdılar.
'Halkın zalim diktatöre karşı ayaklanması ve zalim diktatörün bu ayaklanmayı bastırmak için uyguladığı vahşet söz konusu. Buna nasıl iç savaş dersiniz?' diye kızıyorlardı.
'Biz Libya Milli Konseyi adı altında geçici bir hükümet kurduk, ama siz hiç oralı olmayıp hâlâ Kaddafi rejimiyle iş tutuyorsunuz' diye de kızıyorlardı.
Türkiye'nin Kaddafi rejimine yönelik askeri harekâta karşı çıkması, ama bu harekâta bir alternatif de sunmaması, üstelik muhaliflere silah sağladığı yönündeki iddiaları yalanlarken Libya'daki kavgada taraf olmayacağını vurgulaması da kızgınlık sebebiydi.
Ayaklanmanın merkezi Bingazi'de tansiyon 1500'dü zaten.
Başbakan Erdoğan, İngiltere ziyareti sırasında düzenlediği basın toplantısında, Libyalı muhaliflerin silahlandırılmasına karşı olduklarını kesin bir dille ifade edince, bununla da yetinmeyip Libya Milli Konseyi'ni yok sayınca, Bingazi çileden çıktı.
Türkiye'nin Bingazi Konsolosluğu önünde toplanıp Erdoğan'ı protesto edenler "küçük bir azınlık" olabilir, ama bunların Bingazi'deki genel havayı yansıttıkları hatta "Arap Sokağı"ndaki genel havayı yansıttıkları- gerçeği göz ardı edilemez.
Başbakan'ın o sözlerini hatırlayalım:
"Muhaliflerin silahlandırılması noktasında şu andaki bizim kararımız olumsuz. Olumlu bakmıyoruz. Zira ortada güç yok, ortada herhangi oluşmuş bir devlet, taraf -ki böyle bir şeyi de zaten kabul etmiyoruz- böyle bir güç yok. Bu tür şeylerle tam aksine orada teröre zemin hazırlama durumu olabilir ki bu çok daha tehlikelidir."
Muhalifler bu sözleri şöyle okudular (Başka nasıl okuyabilirlerdi ki?):
'Kendini geçici hükümet olarak gören Libya Milli Konseyi ve ona bağlı silahlı kuvvetler bizim nezdimizde muteber değildir, böyle bir tarafın varlığını reddediyoruz, Libya'da Trablus merkezli mevcut otoriteden başka otorite kabul etmiyoruz. Muhalifler belli başlı bir güç değil, başı bozuk bir kalabalıktır. Bunlara güvenip de silah teslim etmek olacak şey değil. Sağa-sola ateş ederek terör yaparlar.'
Alenen tahkir ve tezyif edildiklerini düşünen Libyalı muhaliflerin bu konuşmaya isyan etmeleri tabiidir.
Böyle bir şey nasıl öngörülemedi?
Fitne ehli boş durmuyor; Türkiye'nin Libya konusundaki hatalarını tepe tepe kullanarak Arap âlemindeki muazzam Türkiye imajını bozmaya ve bilhassa Erdoğan imgesini zedelemeye çalışıyor; bazı medya organlarını böyle bir misyon için seferber etmiş bulunuyor... Fakat o fitne ehline kızmadan evvel kendi hükümetimize ve başbakanımıza teessüf etmeliyiz.
Recep Tayyip Erdoğan, üzerinde artık kendisinin bile istediği gibi tasarrufta bulunamayacağı bir 'uluslararası kamusal fenomen' haline gelmiştir; "Arap Sokağı"nın ve bütün İslam dünyasının kahramanı olmuştur; zulme tereddütsüz karşı çıkmayı, mazlumun yanında kayıtsız-şartsız yer almayı, özgürlük ve adaleti delikanlıca savunmayı, bu uğurda her türlü riski göze almayı temsil etmektedir; Müslüman halklara umut ve cesaret telkin eden bir semboldür artık; İslam dünyasının özgürlük ve adalet temelinde yeniden inşasına hizmet edeceğini umduğumuz bu sembole halel getirebilecek (veya halel getirmekte kullanılabilecek) söz ve davranışlardan sakınmalıdır; Libya meselesi gibi kritik mevzularda doğru şeyleri söylemek ve yapmak için yakın çevresinin tavsiyelerini dinlemekle yetinmeyip "Arap Sokağı"nın sözcülerine, İslam dünyasının kanaat önderlerine de danışmalıdır; hatta bu işi 'müesses' hale getirmelidir; onlardan bir danışman kadrosu oluşturmalıdır.
Türkiye artık Türkiye'den ibaret değil.
Erdoğan'ın liderliği artık Türkiye'nin liderliğinden ibaret değil.
Türkiye'nin hükümeti, Türkiye'nin başbakanı artık sadece Türkiye kamuoyunu değil bütün bir İslam dünyası kamuoyunu 'idare etmek' mecburiyetinde.
Ve bunu yaparken İslam dünyasının bugününden ziyade mutasavver yarınını (özgürlük ve adalet düzenini) göz önünde tutmak mecburiyetinde.
O yarının inşasına öncülük etmek için ihtiyaç duyduğu ve çok şükür sahip olduğu- 'krediyi' tüketmekten kaçınmak mecburiyetinde.
* * *
Bingazi'de insanların "İndirin şu Türk bayrağını!" deme noktasına gelmeleri, Dünya İslam Alimleri Birliği Başkanı Yusuf El-Karadavi'nin Türkiye'ye lisan-ı hal ile 'Sen ne yaptığının farkında mısın kardeşim?' diye sorma ihtiyacını hissetmesi, Arap âleminde "Türkiye Libyalı muhalifleri Kaddafi'ye sattı" gibi dedikoduların gırla gitmesi üzerine geçen Perşembe akşamı bir açıklama yapan Başbakan Erdoğan, daha evvel itibar etmediği Libya Milli Konseyi'ni nihayet muteber bir muhatap olarak gördüğü mesajını verdi...
Hükümet, Bingazi'ye özel bir temsilci atadı...
Libya Milli Konseyi'nden bir heyetin Türkiye'de ağırlanması gündemde...
Bunlar iyi gelişmeler, ama en ufak bir 'sürç-ü lisan'ın bile ortalığı karıştırmaya yettiği iyice bellenip söylem ve üslup hatalarından fellik fellik kaçılmazsa bu gelişmelerin hayrını göremeyiz.
yenişafak