Erdoğan'ın gençliğe hitabesi nasıl okunmalı?

Hasan Karakaya

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, "telekonferans" yöntemiyle katıldığı AK Parti Gençlik Kolları Kongresi'nde yaptığı konuşmayı dinlemiş veya gazetelerde okumuş olmalısınız.
 Malûm, Erdoğan; "gençliğe hitabe"sinde "nasıl bir gençlik" istediğini şöyle açıkladı:
 
¥ "Dünya ile rekabet edebilen, dünyayı yakından takip eden, meselelere sahip çıkan, bir ayağı bu topraklarda, diğer ayağı ile alemleri gezen bir gençlik tahayyül ediyoruz. En önemlisi de milli, manevi değerlerine sahip çıkan, onları yaşatan, geleceğini geçmişinden aldığı güç, gurur ve ilhamla şekillendiren bir gençlik tasavvur ediyoruz."
 ¥ "Altını çiziyorum; modern, dindar bir gençlikten bahsediyorum. Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kalbinin davacısı bir gençlikten bahsediyorum. Kökü ezelde, dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlikten bahsediyorum."
 
Gençlere böyle hitap eden Erdoğan, daha sonra da "gündemdeki tartışma"ya değindi ve dedi ki;
 "Biz, bu ülkede gayrımeşruluğa izin vermeyiz... Hiçbir zaman; seçilmişleri, atanmışlara kul etmeyiz.
 
Hiç kimse ellerini ovuşturmasın, hiç kimse fitne ve fesat tohumlarının yeşereceği umuduna kapılmasın, hiç kimse kriz duasına çıkmasın, hiç kimse kaos ve çatışma hayalleri kurmasın.
Bu ülkenin tüm kurumları tarihte hiç görülmemiş ölçüde uyum ve motivasyon içinde görevlerini yapıyorlar.

Yargı, emniyet, asker ve istihbarat büyük bir koordinasyon içinde millet adına ve millet için özveriyle vazifelerini yerine getiriyorlar.
Açık söylüyorum, devletin kurumları arasında husumet, anlaşmazlık yoktur."
 
MESAJI ALAN ALDI
 Bu konuşmanın "satır araları" iyi okunursa, Erdoğan'ın ne demek istediği, kimlere ne "mesaj" vermek istediği, çok daha iyi anlaşılır.
 
Dikkat ederseniz;
 "Yargı-Emniyet-Asker ve İstihbarat"a vurgu yapıyor Erdoğan ve diyor ki; bunların arasında bir "husumet" ve "anlaşmazlık" yoktur!..
 
Ve ekliyor:
 Hiç kimse "fitne ve fesat tohumları"nın yeşereceği umuduna kapılmasın!
 
Hiç kimse "kriz duası"na çıkmasın...
 Niye dedi bunları?..
 
Çünkü, siyasi tarihimize "7 Şubat Müdahalesi" olarak geçecek "kriz" sürecinde, hemen herkes "Yargı ve Emniyet" üzerinden "Hükümet ve Cemaat"i karşı karşıya getirmeye, "Hükümet'i Cemaat'e, Cemaat'i Hükümet'e boğdurmaya" çalıştı!..
 Hatta, o kadar ileri gidenler oldu ki; şunları söyleyenler ve yazanlar bile oldu:
 
"Cemaat; Emniyet ve Yargı içindeki F-Tipi Yapılanma(!)yı harekete geçirerek, MİT'in başına geçmek ve böylece Hükümet'i kuşatmak istedi!"
 O günlerde;
 
Bu taraftan da, bu "fitne ve fesat değirmeni"ne "su taşıyanlar" veya "yangına körükle gidenler" olmadı mı?..
 Maalesef oldu!..
 Neyse ki;
 
Hükümet "durum"a el koydu da, "fitne ateşi" daha fazla büyümeden söndürüldü.
 Erdoğan'ın da dediği gibi;
 
"Fitne ve fesat tohumları" yeşeremedi!.. "Kriz duası"na çıkanlar, elleri boş döndü!.. "Kaos ve çatışma" hayalleri kuranlar, hüsrana uğradı!..
 GAZETELERİ KAPIŞTIRMA ÇABASI
 
Süreci iyi takip edenler, herhalde şunu da farketmişlerdir...
"Fitne" üreticileri, o günlerde; sadece "Hükümet ve Cemaati" değil, aynı zamanda "yandaş" dedikleri gazeteleri de birbirine düşürmeye çalışmışlardı.
 
Meselâ, diyorlardı ki;
 "Yandaşlar birbirine girdi!.. Akit şöyle yazdı ama Star böyle yazdı!.. Zaman şunu dedi, Yeni Şafak bunu dedi!.. Sabah şöyle yüklendi, Bugün böyle abandı!"
 
İstiyorlardı ki;
 Bu "kriz" büyüsün ve "yandaş gazeteler"(!) de birbirine düşsün!..
 
Allah'ın bildiğini kuldan saklayacak değiliz... Akit, bu süreçte; "eleştiri"lere yer vermekle birlikte "Hakan Fidan'ın yanında" yer aldı.
 Ama, "Cemaat mensupları"nı da bu tartışmaların dışında tutmaya özen gösterdik...

O günlerde, şunu düşündük:
İddia edildiği gibi; "Birileri" bir şeyler yapıyor olsa bile, onların yaptıkları "Cemaat"i bağlamaz!..
 
İşte bu "düşünce"yledir ki;
 "Cemaat"le ilgili eleştirileri dikkatle izlemekle birlikte, bunları, mümkün olduğunca "haber"lerimize yansıtmamaya çalıştık.
 
BENİMLE YAPILAN RÖPORTAJ
 
Kaldı ki;
 "Tam da o günlerde" gerek Cihan Haber Dergisi'nden, gerek Zaman gazetesinin "Pazar ilâvesi"nde çalışan arkadaşlar gelip, benimle "röportaj" yaptılar.
 Düşünebiliyor musunuz;
 
Bazı "fitne odakları"nın aramıza "fesat" sokmaya çalıştığı, bizleri "birbirimize karşıt" gibi göstermeye gayret ettiği bir günde, bizler; "Aramızda ayrılık-gayrılık yok" mesajı veriyoruz.
 Öyle ya;
 
Akit ve Zaman, eğer "ayrı kampta" olsalar, eğer "gösterilmek istendiği gibi" birbirlerine "hasım" olsalar, hiç "aynı çatı" altında bir araya gelip de bir "röportaj" ihtiyacı hissederler mi?..
 
Ben, bu "röportaj" fikrinin; Zaman Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ve Zaman Ankara Temsilcisi Mustafa Ünal'dan çıktığını tahmin ediyorum... Ki; gerek Ekrem Dumanlı, gerek Mustafa Ünal ile hem "gezi"lerde ve çeşitli "toplantı"larda bir araya geliyor, hem de sık sık görüşüp, "fikir teatisi"nde bulunuyoruz...
 Yani; "meslektaş"lığın çok çok ötesinde "kardeş"liğimiz, "arkadaş"lığımız var.
 
Aramızda böyle bir ilişkinin varlığından haberdar olmayanlar, elbette Akit ve Zaman'ı karşı karşıya getirmek istemiş olabilir!..
 Ama, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın dediği gibi; "kurum"lar arasında "kaos ve çatışma hayalleri" kuranlar, bir defa daha duvara toslamışlar, bir defa daha havalarını almışlardır!..
 
KIBLE BİR, SECDE BİR
 
Haa, Akit ve Zaman gazeteleri "aynı kulvarda" diye, illa da "birbirlerinin aynısı" olacak şeklinde bir kural da yok!
 Öyle ya;
 
"Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır!"
 "Ayrılık"lar, "bakış farklılıkları" mutlaka olacaktır!.. Aynı anadan, aynı babadan olma "iki kardeş" arasında bile "görüş ayrılıkları" varken, "iki gazete" arasında "strateji farklılığı"nın bulunması, gayet normal değil midir?..
 
Önemli olan, "Kıble"de ve "Secde"de beraberliktir ki, gerisi "ayrıntı"dır!..
 Bana göre;
 
"Hükümet ve Cemaat" arasındaki farklılıkları da böyle değerlendirmek gerekir.
 
Öyle diyor ya Erdoğan;
 "Bu ülkenin aydınlarını, yazarlarını, medyasını, özellikle de siyasetçilerini daha sağduyulu ve daha sorumlu davranmaya davet ediyorum.

Hükümetin, TBMM'nin tasarrufunu, sağduyulu girişimlerini, millet iradesini yücelten adımlarını farklı yerlere çekenler, millet huzurunda büyük utanç yaşarlar."
 İşte biz; bu "kriz" sürecinde, Akit olarak, "sorumlu bir yayıncılık" gerçekleştirdiğimizi, "kriz tüccarları"nın emellerine alet olmadığımızı düşünüyoruz...
 
En azından; "fitne ateşi"ni körüklemedik, "kaos ve çatışma" arzulayanların ekmeklerine yağ sürmedik.
 
RÖPORTAJ ÖNEMLİ, ÇÜNKÜ!
 
Öyle düşünüyorum ki;
 Hem de, "kriz iddialarının zirvede olduğu" günlerde, "Zaman mensupları"nın gazeteye gelip, "Akit Genel Yayın Koordinatörü" ile "röportaj" yapmış olması, "aramızda çatışma bekleyenlere" çok güzel bir cevap olmuştur!..
 
İtiraf etmeliyim ki;
 Benimle yaptıkları röportajı, "umduğumdan da güzel" sundular, tek kelimesini bile sansür etmediler.
 
Röportajı yapan Fatih Vural ve fotoğrafları çeken Celil Kırnapçı başta olmak üzere; Cihan Haber Dergisi Genel Müdür Yardımcısı Hakan İnce'ye, özellikle de Ekrem Dumanlı ve Mustafa Ünal'a teşekkür ediyorum... Tabiî, sayfaların "mizanpaj"ını yapan "sekreter" arkadaşlara da, "ellerinize sağlık" demeden geçemem... Bu vesileyle; bu röportajı yayınlayan "internet siteleri"ne, "televizyon"lara ve arayıp "tebrik" edenlere de şükranlarımı sunuyorum.
 Haa, benimle röportaj yapılması, çok mu önemli?.. Öyle ya; beni bilen biliyor, tanıyan tanıyor... Zaten, asıl mesele de; "röportaj" değil, asıl mesele, "röportajın zamanlaması"dır!..
 
Biz, "fitne ateşlerinin körüklendiği" böyle bir günde "bir araya" gelebiliyor, "birbirimize kucak açabiliyor"sak, bu demektir ki, "taarruz"lara direnir, "saldırı"lara göğüs gereriz...
 Her şeyin "süt liman" olduğu günlerde, herkes "kendi yolunda" yürüyebilir!.. Ama, "kriz tellâlları"nın ortalığa yayıldığı ve "fesat" yaymaya çalıştığı bu tür "puslu" günlerde; "insan"ların, "grup"ların, "cemaat"lerin, "kurum"ların, "parti"lerin ve "gazete"lerin omuz omuza vermesi, "birlik-beraberlik" içinde olması, son derece önemlidir.
 
Bir "yol"da birlikte yürümek elbette önemlidir... Ama bundan da önemli olan; "yol ayrımı"nda, "zor zaman"da, "dar geçit"te beraber olabilmektir.
 
BANA ARKADAŞINI SÖYLE!
 
Hani bir söz vardır ya;
 "Arkadaş" vardır, "gıda" gibidir, onu hep ararsın... Arkadaş vardır, "ilaç" gibidir, gerekirse ararsın...

Arkadaş vardır, "hastalık" gibidir; onu aramazsın, o gelir seni bulur!..
 Bu sözü, her yere uyarlayabilirsiniz...
 
"Kardeş"lere de uyarlayabilirsiniz, "akraba" veya "komşu"lara da...
 "İnsan"lar ve "kurum"lar arasındaki "ilişki"ler, elbette farklı farklıdır...

Ama, herhalde "hastalık" gibi olanını hiç kimse istemez!..
 İşte, 7 Şubat'ta patlatılan "yapay kriz süreci"nde bir defa daha gördük!.. "Hastalıklı" tipler çıktı ortaya ve başımıza "tebelleş" oldu, bütün "husumet"lerini, bütün "kin ve öfke"lerini kustular!..
 
Demek ki, neymiş; "Hastalıklı" tiplerden uzak duracakmışsın!..
Çünkü onlar, "mikrop" saçmaktan başka bir işe yaramaz!..

Hani;
"Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim" derler ya; işte böyle arkadaş da; "kişinin aynası"dır!..
 
Dilerim;
 
Yaşadığımız süreçten, herkes bir "ders" almıştır!.. Dilerim; kim "dost"tur, kim "düşman"dır, artık görülmüştür!..
 Artık, ayağımızı denk alalım!..
 
Ve sürekli "uyanık" olalım!..
 Unutmayalım ki;
 
"Su" uyur, "Ergenekon" uyumaz!..
 


Sol'dan ileride, Halk'tan geride!
 
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, geçenlerde "Atatürk'ü Koruma Kanunu kaldırılabilir" deyip, "Sabahattin Ali'yi CHP'nin öldürttüğünü" açıkladı ya; sen misin böyle diyen?.. Ne kadar "solcu", ne kadar "ulusalcı" ve "Kemalist" varsa, çullandılar adamın üstüne... Hâlâ da, yükleniyorlar!..
 
Meselâ, Hürriyet'ten Özdemir İnce, şöyle ateş püskürmüş:
 
"Her şey mümkündür!.. Ama CHP Genel Başkanı ve ileri gelenleri, CHP'nin Tunceli'de (Dersim'de) katliam yaptığını, silahsız halkı kırdığını, Nâzım Hikmet'i hapse attığını, Sabahattin Ali'yi öldürttüğünü kabul edemez. Çünkü, Nâzım Hikmet'i dönemin polisi tutukladı ve adaleti mahkûm etti..."
 
Mantığa bak, şapka çıkar!.. Bu, ne "absürd mantık"tır ki, adam; "akım derken, kakam dediğinin" farkında bile değil!.. Be adam; "tutuklama"ları polis yapıyor, "mahkûmiyet"leri adalet veriyorsa, o halde, "Ergenekon tutuklamaları"ndan dolayı, niye AK Parti'ye çemkirip duruyorsun?.. Öyle ya; "Ergenekoncu"ları da; "polis" yakalayıp, "yargı" tıkmıyor mu içeriye?..
 
İşte bunun için diyorum ya; Bay Kılıçdaroğlu "sol"dan, "ulusalcı"lardan ve "Kemalist"lerden, bir adım daha önde ve "özeleştiri"ye daha meyyaldir.
 
Evet, "Sol'dan ileride, Halk'tan geride"dir... Eğer "halkın talepleri"ne kulak verebilse, "halkın inançları"na saygı gösterebilse, kısaca "halkın sevdikleri"ni sevebilse; öyle inanıyorum ki, hem CHP içindeki "beton kafalar"a galebe çalar, hem de halktan ilgi görür!..
 
Ama, o da haklı... Partide, "akşamcı" ve "meyhaneci" çok!..

yeniakit