Avrupa Parlamentosu’ndan sonra Avusturya Parlamentosu da Ermenilerin tek taraflı 1915 retoriğini öpüp başının üstüne koydu. Fransa bunu çok önceden yapmıştı zaten.
Bunların emeli, 1915 trajedisinin 100’üncü yıldönümü vesilesiyle, Ortadoğu ve Afrika’da elan hüküm süren Siyonist-emperyalist vahşeti bir kenara atıp, hâlâ dumanları tüten 1992-95 Boşnak Soykırımı ile 1994 Tutsi Soykırımı’nın hesabını sormayı da düşünmeyip, “1915’te Ermenileri soykırımdan geçiren barbar Türkler”le meşgul olmasını temin etmek.
Ne için?
Ermenilerin gönlünü almak için mi?
Avrupa’daki Ermenilerin oylarını kazanmak için mi?
Soykırım suçunun fenalığına dikkat çekmek için mi?
Adaletin yerini bulması için mi?
Hiç alakası yok.
Üç-beş milyon Ermeni’nin gönlü dünya emperyalizminin umurunda bile değil; 1.5 milyarlık İslam âleminin gönlüne metelik vermeyen emperyalistler, dünyanın gidişatı üzerinde tayin edici bir rol oynamak şöyle dursun dünya siyaset sahnesinde kendi ayakları üzerinde durmayı hayal bile edemeyecek olan bir milleti hoş tutmak için kendilerini bu kadar yormazlar.
Sahip oldukları her şeyi Asya ve Afrika’da 1000 yıldır hiç ara vermeden devam ettire geldikleri soykırımlara borçlu olan Frenklerin, ‘Tüyler ürpertici soykırım suçunun bir daha işlenmemesi için insanlığı siyasi ve kültürel faaliyetlerle bilinçlendirmemiz lazım’ diye düşünüyor olmalarına da ihtimal veremeyiz.
Hakkı değil kaba kuvveti üstün tutan zalimlerin adalet ateşiyle yanıp tutuştuklarına ve bir hakkı teslim etmeye çalıştıklarına inanacak kadar salak da değiliz.
Mesele adalet olsaydı, Avrupa meclisleri Türk tarafını da dinler, Ermeni Daşnak ve Hınçak çetelerinin Rus bayrağı altında masum Müslümanları nasıl kesip biçtiğini, buna tepki olarak Ermenileri suçlu-masum ayrımı yapmadan kesip biçen çetelerin Cemal Paşa gibi en üst düzey hükümet yetkilileri tarafından nasıl durdurulmaya çalışıldığını, bugün Suriye ve Lübnan’da yaşayan yüzbinlerce Ermeni’nin (ayrıca Anadolu’da Türk, Kürt veya Çerkez olarak yaşayan sayısı meçhul ama çokluğu malum Ermenilerin) devlet adamlarıyla merhametli vatandaşların işbirliği ile katliamdan kurtarıldığını, “soykırım” tanımı için elzem olan devlet kararının bulunmadığını, Ermeni halkını yok etme yönünde bir halk iradesinin de bulunmadığını, fanatik çetelerin karşılıklı bir kıtalinin sözkonusu olduğunu, bu kıtalde son sözü Ermeni çetelerinin söylediğini, 1917’de Erivan’da Müslümanların diri diri toprağa gömüldüğünü, faşist Ermeni liderlerinin Müslüman kadın ve çocukları nasıl katlettiklerini hatıratlarında gururla anlattıklarını da öğrenir, üstüne vazife olmadığı halde Ermeni meselesi hakkında ille de bir şey söyleyeceklerse ondan sonra söylerlerdi.
Gayeleri hak ve adaleti teslim etmek değil, emperyalizmin soysuz çarkında öğütülen insanlığın yegâne kurtuluş ümidi olan İslam’ın bayraktarı gibi görülen Türkiye’yi durdurmak!
Türkiye laiktir şudur budur, ama yemezler!
Frenkler, Haçlı ordularına kök söktüren Kılıçarslan’ı, Nureddin Mahmut Zengi’yi, Selahaddin’i unutmazler!
Frenkler, Konstantinopolis’i İstanbul yapan Fatih Sultan Mehmed’i unutmazlar!
Frenkler, Viyana kapılarına dayanan orduları unutmazlar!
Frenkler, Selçuklu’yu, Eyyübi’yi, Osmanlı’yı affetmezler!
Ve Frenkler, Türkiye’yi –istediği kadar laik olsun- bunların mirasçısı olarak görürler.
İngiliz Veliaht Prensi Charles, Londra’daki İslam Kültür Merkezi’nde yaptığı bir konuşmada, Osmanlı’nın yıkılışının Avrupa’da Hıristiyanlığın İslam üzerindeki nihai zaferi olarak görüldüğünü söylemişti…
1924’te bir Amerikan gazetesi “Turkey saved by kicking out the Qur’an and the Caliph” (Türkiye, Kur’an’ı ve halifeyi kovarak kurtuldu) diye manşet atmıştı…
Ama zamanla, Türkiye’nin İslam’dan kopmadığı, koparılamadığı, İslam’ın sancaktarlığına her an yeniden soyunabileceği, yerli işbirlikçilerin bunu ilelebet engelleyemeyeceği anlaşıldı.
Bu anlaşılınca, Frenkler, Türkiye’yi, İslam dünyasını toparlama misyonuna yönelmeyi aklının ucundan bile geçiremeyecek kadar bunaltmak, etnik ve mezhebi sorunlarla boğuşturmak, Sevr Sendromu’na sokmak ve sonu gelmez “Ermeni Soykırımı” kampanyaları marifetiyle sonu gelmez bir savunma pozisyonuna iterek dünyanın gidişatı üzerinde tayin edici bir rol oynamaktan alıkoymak için harekete geçtiler.
Ama Türkiye bu oyuna gelmedi.
AK Parti hükümetlerinden evvel (Refahyol hariç) geliyordu, ama 2002 sonları itibarı ile her şey değişti.
Onlar Türkiye’yi kapana sıkıştırmaya dönük hamle yaptıkça, Türkiye nüfuz sahasını genişletti.
Büyüdükçe, güçlendikçe özgüveni de arttı Türkiye’nin.
Öyle ki, cumhurbaşkanımız ve başbakanımız Ermenilerle her şeyi konuşup tartışmaya ve nihayetinde yeni bir sayfa açmaya hazır olduğumuzu mütemadiyen söylüyor ve inkâr siyaseti gütmediklerini de “1915’te ölen masum Ermenilerin torunlarına taziye” sunarak, “Ermenilerle dostluk hislerimiz baki” diyerek ortaya koyuyorlar.
Türkiye’nin tepkisi Ermenilere değil, Avrupa meclislerinde okunan “soykırım” metinlerinin içeriklerinin tamamına da değil, emperyalist hinoğluhinliğinedir.
Emperyalistlere lisan-ı hal ile şöyle diyor, Türkiye: “Ne yani, Ermenileri üzerinden ayağımıza sıkmaya çalıştığınızı, Asya’dan Afrika’ya ve Ortadoğu’dan Balkanlar’a uzanan büyük yürüyüşümüzü sekteye uğratmaya kalkıştığınızı fark etmeyip 1915’le ilgili kararlarınız üzerine savunma pozisyonuna gireceğimizi mi sandınız? Haydi ordan! Taarruzda olan biziz, savunmada olan sizsiniz. Çarkınıza soktuğumuz çomağı çıkarmaya çalışıyorsunuz, bizi büyük oynamaktan vazgeçirmeye çalışıyorsunuz, bir kaşık suda boğulmayı kendine yakıştıran eski Türkiye’ye geri getirmeye çalışıyorsunuz, ama yağma yok!… Ermeniler mi? Onlar bizim hemşerilerimiz ve tarihdaşlarımız. Onlarla her şeyi konuşuruz ve bir savunma yapacaksak onlara yaparız. Onlar da bize yaparlar. Sizlik bir şey yok.”