HAMAS/İSRAİL ESİR TAKASLARI VE İRAN'IN SUİKAST GİRİŞİMİ
Martin S. INDYK, Foreign Policy, Ekim 12, 2011
Suudi büyükelçisi suikastı ile Gilad Shalit'in salıverilmesi arasındaki bağlantı ne? İran zayıf görünüyor ve bu korkutucu bir durum.
İlk bakışta görünmese de 11 Ekim'de Orta Doğu'da meydana gelen iki büyük olay arasında önemli bir ilişki var Gilad Shalit'in salıverilmesi için Hamas ve İsrail arasında imzalanan esir takası anlaşması ve İran Kudüs Gücü temsilcisi Manssor Arbabsiar'ın tutuklanması. Bu ilişki, Arap Baharının ortaya çıkışından beri İran'ın azalan etkisini gösteriyor.
İran'ın terörizmdeki parmağının, Salı günü ABD adalet bakanlığı tarafından sunulan detaylarla açığa vurulması, ender rastlanan bir olaydır. Devrim Muhafızları Ordusu aracılığı ile işlerini yürüten İran rejimi, işlerini parmak izi bırakmadan yürütebilmek için elinden geleni yapıyor. Fakat bu olayda, telefon görüşmesi kayıtları ve ağ transferleri kanıtlıyor ki, Washington'daki bir restoranda, Suudi Arabistan'ın ABD büyükelçisine karşı suikast emrinden ve suikastın yönetilmesinde İran sorumlu.
İran'ın, Hamas'ın terörist eylemlerindeki parmağı, geçmişte de özellikle, İsrail tarafından önleri kesilen, Gazze'ye silah götüren gemilerle ilgili olayda ifşa edilmişti. Fakat Hamas'ın, Shalit'i elinde tutmasında İran'ın payı daha az aşikardı. Shalit'in serbest bırakılması için Alman ve Mısırlı istihbarat yetkililerinin aracılığı ile yapılan müzakereler dolambaçlı ve uzun soluklu oldu. Geçmişteki kritik zamanlarda İran, Halid Meşal vasıtasıyla anlaşmayı sona erdirebiliyordu. Tahran'ın güdüleri oldukça açıktı: İran için stratejik Arap coğrafyasında kendi etkisini yaymanın en iyi yolu İsrail ile savaşı körüklemektir.
Fakat İran'ın, Hamas'ın zahiri liderliği üzerindeki etkisi son zamanlarda zayıflıyor. Suriye, Meşal ve arkadaşları, etraflarında gelişen Suriye uyanışı dolayısıyla kendilerini sakat bir halde buldular. Suriye kolu, Başkan Beşar Esad'ın Alevi eşkıyalarının bir hedefi haline gelen Sünni Müslüman Kardeşlerin akrabaları olarak, İranlı hocalarının isteğine rağmen rejimi destekleyemediler. Bunun yerine Meşhal, Şam'dan Kahire'ye taşınma konusunda Mısırlı geçici askeri hükümetle müzakereler başlatmayı seçti. Bedeli: Filistin başbakanı Mahmud Abbas ile uzlaşmak ve İsrail ile bir esir takası anlaşmasına razı olmak.
El Fetih-Hamas uzlaşması Mayıs ayında Kahire'de duyuruldu. Temmuz'un ortalarında Mısırlı arabulucular, yeni ve daha makul bir Hamas teklifi ile İsrail'e gittiler ve bu da Salı günkü esir takası anlaşması ile sonlandı. Kısaca, Hamas-İsrail anlaşması Hamas için, Mısır-İsrail ilişkileri için bir zafer sayılabilir fakat bu, İran'a bir darbedir. Bu durum gösteriyor ki İran, Orta Doğu'daki kilit terör örgütlerinden birinin kontrolünü, ezeli rakibi olan Mısır'a kaptırdı.
İran'ın diğer ezeli rakibi Suudi Arabistan'dır. Amerikalılar, Salı günü duyurulan İran terör suikastının, ABD topraklarına yönelik bir saldırının teşvik edilmesi olarak görme eğilimindeler. Fakat Devrim Muhafızları Ordusu'nun planı çift yönlü: Suudi rejiminin bir sembolüne suikast düzenlemek ve onu Washington'da öldürmek. İran'ın daha önce de bunu yaptığını gördük: 1996'daki Khobar Kulelerinin Suudi-Hizbullah tarafından bombalanması sonucu, Suudi topraklarında 19 Amerikan askeri öldürülmüş oldu.
Salı günü cereyan eden bu iki olay arasındaki ilişkiden ne sonuç çıkarabiliriz? İran'ın, Arap Baharından karlı çıkacağı görüşünün aksine, stratejik Arap coğrafyası üzerinde kendi etkisini yaymaya yönelik çabaları şu sıralar sıkıntı da. İran, Hamas'ı Mısır'a kaptırıyor. Müttefiki Suriye, sendeliyor. Artık Türkiye'de onun karşısında. İran rejimi ne zaman kendini köşeye sıkışmış bulsa sert çıkışlar yapar. Belki bu, Arbabsiar'ın İranlı bakıcılarının neden ona "işini çabuk bitir, geç oldu" dediğini açıklıyordur.
İran'ın Suikast bağlantısı
Eşzamanlı olarak, hem bölgedeki ana rakibi ile hem de ABD ile arasındaki gerilimi arttırmanın, İran'a ne kazandırabileceğini görmek zor. Eğer doğruysa, bu suikast, Tahran tarafının tutumunda büyük bir değişimi gösteriyor. Bu değişimle birlikte, İran'ın umursamaz, maceraperest tavrı, uluslar arası alanda elini zayıflatacak ya da kimsenin farkında olmadığı, yalnızca İran'ın bildiği ve tüm bahislerini üzerine oynadığı başka bir gerçek var.
Cevaba, yakın zaman içersinde ulaşamayacağız. Mevcut durumda kesin olan şu ki ABD-İran ilişkileri, yeni ve daha tehlikeli bir döneme girdi ve İran'ın karşılaşmalarda takınacağı tavır sadece Orta Doğu'nun güvenliği konusunda değil, İslam Cumhuriyetinin geleceği açısından da belirleyici rol oynayacaktır.
Son 30 yıldır Suudi Arabistan ve İran, iyi ilişkiler kurmadılar. Riyad, İran'ı, Suudi Arabistan'ın ve İran Körfezinin istikrarı açısından bir tehdit ve de İslam dünyasının liderliği konusunda da rakip olarak görüyor. İranlıların büyük çoğunluğu Şiî'dir. Suudi Arabistan kendisini, bir Sünni güç olarak ve dolayısıyla İslam dünyasının lideri olarak görüyor. Bu iki devlet defalarca, İslam dünyası adına kimin söz sahibi olduğu ve batı ile ilişkileri düzenleme noktasında kimin yetkili olduğu konusunda çatıştılar.
1990'larda, iki devlet arasındaki ilişkiler, devrim hararetinin durulmasıyla ve de İran'ın, reforma yönelik adımlar atmasıyla ısınmaya başladı. Fakat reform hareketinin geçici olduğu anlaşıldı ve Ahmedinejad'ın seçilmesi ile birlikte İran, dünyaya radikal yüzünü gösterdi. Ve dolayısıyla İran ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler tekrar soğumaya başladı.
ABD'nin Irak'ı işgal etmesinin, Orta Doğu'ya demokrasi götürmekten çok, bir çatışmaya doğru sürüklenen İran ve Suudi Arabistan ile alakalı olduğu görüldü. Bölgenin dinamiklerin belirleyen bu iki ülke arasında Irak, bir Soğuk Savaş başlattı. Irak savaşı, iktidarı, yönetici Sünni azınlıktan, hakları ellerinden alınmış Şiî çoğunluğa verdi. Şiîlerin iktidara gelmesiyle Irak, İran ile yakınlaştı. 2006-2007 yıllarında İran'da patlak veren mezhep kavgaları, bölgesel politikalarda, İran ile Suudi Arabistan arasındaki rekabeti yansıtan yeni bir fay hattını ortaya çıkardı. Suudiler, Iraklı Sünnileri; İran ise Şiîleri destekledi.
Irak'ta başlayan, bölgedeki başka yerlerde de devam etti. Lübnan'da, Suriye'de, Bahreyn'de, Yemen'de ve Pakistan'da, iktidar için Sünni-Şiî yarışı söz konusu. Geçen beş yıl içinde, iktidar için bu yürütülen bu rekabet, İran ve Suudi Arabistan'a da temas etti ve her bir ülkedeki mezhep kavgaları, İran ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri daha da kötüleştirdi.
Bilhassa, Arap Baharının İran Körfezine yayılmasıyla Bahreyn'deki Şiî nüfus, hükümette daha fazla söz talep etti. Bu durum, Bahreyn'deki Sünni monarkı endişelendirdi. Suudi Arabistan bunu, Irak'ın bir tekrarı olarak gördü: İran yanlısı Şiîler, Suudi Arabistan'a yakın bir Sünni rejimi mağlup etti. Riyad, bu tehdide, Bahreyn monarkını, göstericilere baskı uygulaması konusunda desteklemek suretiyle duygusal tepki verdi.
Fakat Bahreyn, Şia'ya bağlı bir azınlık grubun Sünni çoğunluğu yönettiği ve İran'ın, Arap dünyasındaki en yakın müttefiki olan Suriye için bir çeşit elbise provasıdır. Suriye'de, Suudiler muhalefete sempati duyarken İran ise Beşar Esad rejimini destekledi. Irak savaşı sırasında yükselen Şiî-Sünni, dolayısıyla İran-Suudi rekabeti, Arap Baharı ile birlikte daha coşkulu bir hal aldı.
Şöyle bir sonuca varmak mümkün: İran, ABD'deki Suudi elçisine düzenleyeceği suikast ile Suudi Arabistan'ı hedef aldığını düşünüyor. Fakat suikast için seçilen mekândan dolayı bu suikast, aslında ABD ile İran arasındaki ilişkiyi hedef alıyor.
Washington ve Tahran, İran'ın nükleer programıyla ilgili bir çıkmazın içerisine hapsolmuş durumdalar. Washington, programı feshetmeyi isterken İran ise, uluslar arası anlaşmaların kendisine verdiği nükleer teknoloji geliştirme hakkından feragat etmek istemiyor. Tüm bunların zemini, Amerikan güçleri ve İran yanlısı gruplar arasında, Irak ve Afganistan'da süren düşük-seviyeli çarpışmalardır.
İran'ın Kudüs Gücü, Washington suikastının arkasında olduğu düşünülen grup- Lübnan'da Hizbullah'ı ve Irak'taki Şiî milis güçlerini silahlandırmak ve de Afganistan'a müdahale etmek suretiyle, Amerika'nın Orta Doğu'daki en büyük cezası oldu. İran Körfezindeki ABD birlikleri, İran kıyılarına yaklaşık 100 km uzaklıkta bulunuyor. İran, ABD'nin bölgede, birçok askeri sahada savaş halinde bulunduğu tek ülke.
Geçen ay Mike Mullen, zamanın Birleşik Ordular Başkanı, ABD ve İran gemilerinin, çatışmaya dönüşebilecek gerilimlerin yükselme riskini azaltmak üzere bir yardım hattı kurmasını önerdi. İran'ın, uzun zamandır böyle bir gerilim artışını aradığı görülüyor.
İran'ın, büyükelçi cinayetinde parmak izinin bulunamayacağını düşünmüş olması muhtemel. Dönüşümlü olarak, İran, ABD ile direkt bir karşılaşmayı sevinçle karşılayabilir büyük ihtimalle dikkatleri, yurttaki siyasi ve ekonomik sıkıntılardan başka yöne çekmek ve Orta Doğu'yu, ABD'ye karşı kışkırtmak için.
Bu, üzücü olabilir. ABD ile çatışma genellikle saldırı konusunda caydırıcıdır. Çatışma isteyen bir ülkenin eylemlerini kontrol etmek için ABD, yeni tedbirler almalıdır.
Washington bu hadiseye, İran hükümetine karşı daha fazla ekonomik yaptırımlar ve cezalandırıcı tedbirlerle karşılık vermelidir. Fakat şimdi İran tehdidi, çok farklı bir konuma evrildi ve bu tehditle baş etmek için ABD, uluslar arası toplumu örgütlemek zorunda.
İlk olarak atılması gereken önemli adımlardan biri, toplumu bu suikastın detayları hakkında bilgilendirmektir. Özelde Orta Doğu'da, sadece gerçeklerin net bir şekilde ortaya konulması ile ABD, İran'ın anti-Amerikancı tutumunun, övgüyle bahsedilecek bir kahramanlık değil, tüm bölgeyi tehlike altına sokan bir durum olduğu konusunda ikna edici olabilir.
velfecr