Ahlâklı ticaret yapmak isteyen tüccar, sadece yasak-serbest, haram-helal süzgeçlerini kullanma lüksüne sahip değildir. Zira öyle mevzular vardır ki, yapılmak istenen ne yasalara göre suçtur, ne de İslam’a göre açıkça haram... Ama bunu yapmak gerçekte kötüdür. Kalbe göre, ahlâkî ölçülere göre, yazılı olmayan teamüllere göre kötüdür. Şunu demeye çalışıyoruz; gittiği hocaya ticaretiyle ilgili bir hususta danışan esnaf kardeşimiz, hocanın ağzından “Haramdır, yapamazsın” ya da “Farzdır, kesinlikle yapmalısın” gibi bir cümle duymadığı yahut şirketler yaptıkları ticarî tasarrufları avukatlarının pratik zekâsıyla yasalara uydurabildikleri takdirde dilediklerini yapmakta özgürdürler, ne var ki ahlâkın sınırları bu kadar geniş değil. “Müftüler fetva verse bile kalbe danışmak” şeklinde özetleyebileceğimiz nebevî ilke, ahlâklı ticaret gibi bir ideale sahip her tüccarın iş hayatında temel prensip haline gelmelidir.
İslam, toplumda ticaretin yayılmasını, girişimcilerin artmasını, sermayeye dayalı sistematik bir kazanç zinciri oluşturulmasını teşvik eder. Bu yönüyle ister küçük girişimcilerin ekmek teknelerini, ister dev ortaklarla oluşturulan işletmeleri düşünelim, ticaret, “Allah, alış-verişi helâl, faizi haram kılmıştır.” (Bakara, 275) âyetiyle helal bir kazanç yöntemi kılınmıştır.. Hatta meşru ölçülere uygun ticaretin sadece serbest kılındığını söylemek yetmez, adil yöneticiye, iffetli gence, gizlice Allah korkusundan gözyaşı döken kimseye vaad edilen mükâfat tüccara da vaad edilmiş ve kelimenin tam anlamıyla ilgililer bu işe özendirilmiştir: “Sözü ve muamelesi doğru tüccar, kıyamet gününde arşın gölgesi altındadır.”(İbn Mâce, Ticârât 1) Evet, bu ödülü alması için şahsın sadece ilkeli ticaret anlayışına sahip olması yeter. Böyle bir esnaf, dünyasını imar için çalışırken aynı hızla ahiretini de ihya ettiğini bilmelidir. Çünkü o işiyle meşgul olurken, “Helal kazanç peşinde koşmak farz üstüne farzdır.”(Taberânî, el-Kebîr) beyanına göre farz bir ibadetle meşgul oluyor kabul edilmektedir. Kim bilir, belki de kişinin yapacağı diğer tüm ibadetlerin sıhhati, ticaretinin sıhhatine bağlı olduğundan, hadiste buna farzlar üstü farz denmiştir.
Peki, hem meşru, hem helal, hem de ahlâklı bir ticaret için, yani hem kanunlardan, hem şeriattan, hem de vicdandan vize alan bir iş üretmek için nelere dikkat etmek gerekir, bu işin kırmızı çizgileri nelerdir? Evet, asıl can alıcı soru budur ve cevabı maalesef öyle bir yazıda özetlemek mümkün değildir. Zira bu vadide her geçen gün çağdaş bir yöntem çıkıyor, her yöntemde türedi bir metot deneniyor. Fahiş kârdan bin bir surete girebilen faizli muameleye, oradan karaborsacılığa, kefilliğe, sanal alışverişten, simsarcılığa o kadar çok sahada kalem oynatmak lazım geliyor ki, bu konuda yazılmış bir makaleyi değil müstakil bir kitabı dahi okusanız, yarın yeni bir işlem üzerinden yeni bir fıkhî problem zihninizde canlanabilir. Bu nedenle biz burada ana umdelerden bahis açarak, genel-geçer ve zamanlar üstü kaidelerden önemli gördüklerimizi zikretmekle yetineceğiz.
Hemen belirtelim ki ahlâklı iş üretmek isteyen her girişimcinin soruları için devamlı istişare halinde olduğu bir fıkıh bilgini olmalıdır. Evet, bu doğru. Ancak kişinin içinde bulunduğu halin ilmini bilmesinin farz olduğunu hatırladığında, ticaret fıkhını bilmemenin Müslüman bir esnaf için yüz karası olacağını bildirmeliyiz. Meseleyi bir adım daha ileri götürmeyi deneyelim ve Hz. Ömer’in hilafeti döneminde valilerine gönderdiği genelgeyi dikkatlerinize arz edelim: “Yapacağı ticaretin İslamî esaslarını bilmeyen kimse, bizim çarşı ve pazarlarımızda alış-veriş yapmasın.” (Tirmizi, Vitr 21)
Ticarette rüşvetin, faizin, zekâttan çalıp vergiden kaçırmanın yasak olduğunu biliyoruz. Konu ne olursa olsun, müşteri/ortak buna ne kadar müsait bulunursa bulunsun, aldatma özgürlüğümüzün olmadığını biliyoruz. Hz. Peygamber (s.a.v)’in pazarda dolaşırken bir buğday yığınına elini daldırmasıyla dipteki ıslaklığı fark ettiğinde söylediği o söz, imzaladığımız her mukavele ve yaptığımız her akit öncesinde, ceketlerimizi ilikleyip el sıkışma aşamasına geçtiğimiz her anlaşma öncesinde mutlaka hatıra getirilmeli, mümkünse yazılıp büromuza asılmalı, masamıza yerleştirilmeli, cebimizde gezdirilmelidir: “Bizi aldatan bizden değildir.” (Buhârî, “Îmân”, 164; Tirmizî, “Büyû’”, 74)
“Eksik ölçüp noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun! Onlar ki insanlardan bir şeyi ölçüp alacakları zaman kılı kırk yararlar. Ama insanlar için ölçüp tarttıkları zaman kıyısından köşesinden/ucundan kenarından kırparak verirler. Gerçekten onlar bütün insanların hesap vermek üzere Allah’ın huzurunda hazır bulunacakları o büyük gün için diriltileceklerini hiç akıllarına getirmezler mi?” (Mutaffifîn, 1-6)Âyetler açık, ticarettehile yapamayacağımızı da biliyoruz. Hadis kitaplarında, günümüzün baş döndüren çeşit çeşit hileleri arasında farkına bile varılmayacak ince ayrıntılara rastlıyoruz. Öyle ki tartıya konduğunda ağır geleceği için devenin göğsünde süt biriktirmeye ilişkin getirilen kesin yasaklar karşısında maalesef hayretimizi gizleyemiyoruz. (Bkz: Buhârî, “Büyû’”, 64; Müslim, “Büyû’”, 11) Hileli ticaret yapanlar için, hırsızlık yapıp zina edenler hakkında varid olduğu görülmemiş tehditler varid olduğunu görünce titriyor ve irkiliyoruz: “Kim kusurunu açıklamadığı bir malı satarsa, daima Allah’ın gazabı ve meleklerin laneti altındadır.” (İbn Mâce, “Ticârât”, 45) Bütün bu açık nasslar gösteriyor ki, yayın organlarına reklam verirken pazarladığımız ürünü ne kadar mümkünse işte o kadar abartıp süslü göstermek, bize ticarî bir başarı getirmez ve biz, bu alanda yaptığımız her muameleyi sonu ahiretimizi ilgilendiren çok kaygan bir zemin üzerinde gerçekleştiriyoruz.
Ahlâklı bir tüccarın tevekkül, şükür gibi hasletlerle bezenmesi, rakip kişi ve kuruluşlar hakkında iyi niyet beslemesi, zekât ve sadakada cimri davranmaması, yıllık cirosunun yükselişini kişisel ve/veya kurumsal dehasına maletmekten kaçınması ve rızkı verenin Allah olduğu bilinciyle hareket etmesi gerektiğini de ekleyerek mesajımıza son veriyoruz. Helâl, bereketli ve ahlâk ürünü ticaretler dileğiyle...
yeniakit