Tarih boyunca işlenen en büyük zulüm, adâlet adına ve zâlimlerin de mazlum gözükerek yapılanıdır.
Geçen Pazar akşamı, Fatih-Ali Emirî Kültür Merkezi’nde Mazlumder’in ‘İnsan Hakları Gecesi’ programı vardı.
Kur’an-ı Kerîm’den, adâlet konusundaki âyetlerin okunmasıyla başlayan bu program, Mazlumder Gen. Başkanı Ramazan Beyhan’ın konuşması ve insan hakları alanında yaptıkları çalışmalarla ödüle lâyık görülenlere hediyelerinin verilmesi, daha sonra da mücadele, cihad vedireniş marşlarıyla devam etti.
***
Ancak konuşmalarda genellikle, 15 Temmuz Darbe Hıyaneti’nden sonra ‘adâlet anlayışında bir takım kırılmalar olduğu ve yargı mekanizmasının da adâlet duygusunu rencide edecek şekilde çalıştığı’ konusu daha bir öne çıkıyordu.
Bu iddialar reddedilemez elbette. Çünkü, bin yıl öncelerdeki Hasan Sabbah ve müridlerilerinin ‘Haşhaşiyyûn /haşhaşîler’ Hareketi’ni hatırlatan bir gizli sosyal yapılanmayı hatırlatan bir durumla karşı karşıya bulunulduğu ortada..
Ordudan, emniyet, yargı ve diğer devlet kurumlarından halk kitlelerinin çeşitli katmanlarına varıncaya kadar direkt veya dolaylı olarak yüzbinlerin karıştığı, çok yaygın bir alana uzadığı anlaşılan bu hıyanetle ilgili olarak savcıların iddianâmeleri kadar, sanıkların ve yakınlarının savunma ve mazlûmiyet feryadları da bir ‘ihtimal’ dahilindedir ve şeklî-hukukî gerçek, ancak yargılama sonundaki mahkeme kararlarıyla ortaya çıkar.
***
Ancak, hukuk normları bir halkın inancındaki Hakk ölçüsüne göre tanzim edilmezse, orada ’Şeriatin kestiği parmak acımaz..’ sözündeki teslimiyetçi noktaya kolayca varılamaz ve geniş kitlelerin vicdanında derin yaralar açtığı görülür. Söz gelimi, son 100 yıl içinde zindanlarda veya sürgünlerde eritilen, dâr’a çekilen ve hattâ ulemâ kesiminden niceleri vardı ki, onlar halkımızın vicdanında mâsum ve mazlûm durumundadırlar ve hâtıraları hâlen de derin acı ve saygıyla anılır. Kezâ, 1950-60 arasındaki 10 yıllık başvekil Adnan Menderes ve iki Bakan’ının, ‘millet adına..’ denilerek îdâm edilişlerinin de millet vicdanında ne derin yaralar açtığı da ortadadır.
***
Mazlumder’in, ‘mazlûm’a inancı, ideolojisi, dünya görüşü sorulmaz’ diye özetlenebilecek anlayışı çok yerindedir; ama, bir takım iddiaların veya mazlûmiyet feryadlarının kanûnî şekil açısından kesinliği henüz sözkonusu değilken; 15 Temmuz Darbe Hıyaneti’nin kurbanlarına ve millete yaşattığı ağır acı ve yaralara değinilmeyip, kendi sosyal cenahımızda sadece yaygın tedbirlerin, sorgulama ve yargılamaların insan haklarına, adâlete aykırı ve zulüm olarak gösterilmesi üzerinde düşünülmeli ve ‘Def’i mefâsid, celb-i menâfiden evlâdır. /Fesadın def’i, menfaatlerin celbinden önce gelir.’ şeklindeki meşhur Mecelle kuralı hatırlanmalıdır. Bunu derken, her uygulamanın haklı olduğu iddiasında bulunulmadığı da âşikardır.
***
Ayrıca, Mazlumder’in 27 yıl öncelerde kurulduğu dönemdeki ülke şartları ile bugün gelinen nokta arasında bir ayniyetten söz edilemez herhalde.. Bu ülke o yıllarındaki yargısız infazlar ve faili meçhul cinayetlerle, karakol ve cezaevlerinde gerçekleşen ölüm ve işkencelerle anılıyordu. Şimdi aynı noktada olduğumuz söylenemez herhalde..
Böyleyken, bir takım uygulamaların adâlet duygusunda kırılmalara uğradığının öne çıkarılması herhalde isabetli olmamıştır. Ve gönül isterdi ki, İnsan Hakları alanındaki ilgi ve çalışmalarını sadece bu ülkeyle sınırlamayıp, uluslararası sahalarda da görüşleri ortaya konulsundu.
***
NOT: Türkiye Yazarlar Birliği (TYB)’nin İstanbul Şubesi’nce 10-15 Aralık günleri arasında tertiplenen ‘İstanbul Edebiyat Günleri’, Sultan Ahmed - Divanyolu’ndaki - Kızlarağası Medresesi’nde henüz de devam ediyor. Edebiyatın çeşitli alanlarındaki eserlerin sergilenme ve değerlendirmesine vesile olan ve genç nesillerin ilgisini çeken bu programa dair de bir sonraki yazıda, inşaallah…