İsmail Duman / Dünyabülteni
Üstad Hüseyin Fadlallah'ın vefatından sonra, hareketi devam ettiren oğlu Ali Fadlallah ile kısa bir görüşme yapma imkânı bulabildik... Bu kısa zaman diliminde, Lübnan'daki ahvali, Arap Devrimlerini, Türkiye'nin bölgedeki rolünü ve Şii-Sünni ihtilafını konuşmaya gayret ettik...
Beyrut'ta Şiilerin yoğun olarak yaşadığı Dâhiye bölgesinde bulunan Hasaneyn Camii, Fadlallah Hareketi'nin merkezi konumunda... İdari bürolar, İletişim merkezleri, Harekete bağlı hastaneler-okullar ve diğer birçok birim camii etrafında kümelenmişler...
Bölgede küçümsenmeyecek bir etkiye sahip olan Üstad Fadlallah ile evinin hemen yakınındaki ofisinde görüşme imkânı bulduk... Cuma namazından hemen önce görüşme imkânı yakaladığımız için, sormak istediğimiz soruların ancak ufak bir kısmını sorabildik...
Kısa da olsa faydalı olduğunu düşündüğümüz bu söyleşimizi, bir sonraki Lübnan ziyaretimizde tamamlamayı ümit ediyoruz:
İsmail Duman: Öncelikle bizlere vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz...
Ali Fadlalah: Ben teşekkür ederim... Hoş geldiniz...
İlk olarak Lübnan ile başlamak istiyoruz... Hareket olarak sizin Lübnan'daki konumunuz nedir ve şu an Lübnan'daki siyasi atmosfer ne durumdadır?
Biz, babam Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlallah'ın açtığı yolda yürüyüşümüzü sürdürüyoruz; İslami vahdet hususunda kararlıyız... İlaveten; Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki diyalogu sürdürme konusunda da çalışmaktayız. Yine Filistin davası ve diğer tüm İslami davalarda da aktif bir çalışma yürütmekteyiz. Durduğumuz noktayı, İslam'ın menfaatlerine göre belirliyoruz. Bu da bizi doğru yola iletecektir inşallah.
Lübnan daima iç karışıklıkların var olduğu bir sahadır. Bu ülke, bölgede gerçekleşen her şeyden etkilenmekte ve bu durumun yansımalarını hemen üzerinde hissetmektedir. Bu durum, Lübnan sahasının tabiatıdır. Lübnan'daki genel tabloya baktığımızda, şu üç şeyden uzak durulması gerektiğine kanaat getiriyoruz: "Çatışma, Parçalanma ve Hizipleşme..."
Lübnan sahasında gerçekleşen çekişme, güçler arasındaki siyasi çekişmedir. Bu güçler de kutuplaşmış durumdadır. Diğer bir ifadeyle; Lübnan'da bulunan her grup, meşrep veya siyasi oluşum, ulusal veya yerel güce dayanan bir role, konuma ve etkiye sahiptir. Ve eğer bu ulusal veya yerel güç tarafından bir ihtilaf gündeme getirilirse, bunun Lübnan'a etki etmesi pek tabidir ki, biz bunu kesinlikle istemeyiz; çünkü bu durum, geri kalan guruplar için zarar doğuracaktır. Biz, Lübnanlılara güçlerini birleştirmeleri ve bir vatan inşa etmeleri için daima dua etmekteyiz. Maalesef Lübnan'daki siyasi çekişmeler, belli bir zaman sonra mezhep ve grup çatışmalarına dönüşmektedir. Ancak bu çatışmalar, özünde ne Sünni-Şii çatışması ne de Müslüman-Hıristiyan çatışmasıdır.
Bu ülke, Filistin mücadelesindeki üst düzey direniş tecrübesi ile ön plana çıkmıştır. Bu tecrübe, prensipli, köklü ve örnek alınan bir tecrübedir. Bu da kendisini, dışarıdan gelecek zararlı etkilerden koruyor. Direnişimiz Siyonizm karşıtı bir direniştir...
Biz Lübnan İslami direnişinin, İslami ilkeler temel alınarak ortaya çıktığına ve hedefinin Siyonist düşman olduğuna inanmaktayız. Bunun dışında iç ve dış hesapları veya herhangi bir rolü yoktur. Biz Lübnan topraklarında, tüm gücümüzle İslam topraklarını korumak, birleştirmek ve güçlendirmek için varız. Bununla beraber ülke toprakları içinde de bir vatan kurmak ve Lübnanlıların güçlerini birleştirmek için çalışıyoruz. Çünkü biz ancak güçlerin birleşmesi ile Siyonistlere karşı koyabileceğimize inanıyoruz. Eğer ayrılırsak güçten düşeriz...
Önceleri Batı'nın ve Siyonistlerin etkisi dolayısı ile Müslümanlar, bir güce sahip değillerdi. Ancak şu kesin ki Müslümanların ellerindeki imkânlar diğerleri kadar çok olmasa da bu dünyada Müslümanlar da bir şeyler yapabiliyor. Müslümanlar psikolojik olarak yenilgiye uğratılarak buna inandırılmışken; biz az sayıda bir gurup Lübnanlı ile bunun aksini ortaya koyduk. En büyük güç dâhili güçtür ki biz, bunu tarihimizde, Bedir Savaşı'nda, Hayber Savaşı'nda ve Ahzab Savaşı'nda görüyoruz. Bizim rolümüz bu ruhu uyandırmaktır...
Ortadoğu'daki son ayaklanmaları nasıl okuyorsunuz?
Şüphesiz Arap devrimleri, istenen bir şeydi. Biz buna tabii ki beğeni ile yaklaşıyoruz. Çünkü bu devrimler, değişimin ruhunu yansıtıyor. Bizler inanıyoruz ki bu devrimler, Arap halkının kendi gerçeğini görmesi ve durumunu düzeltme yoluna gitmesi için bir başlangıçtır. Halklar için en uygun olanı hürriyetlerini kazanmaları, menfaatlerini, bugünlerini ve geleceklerini güvence altına almak için yönetime sahip olmalarıdır.
Bizler, bu zamana kadar onları destekledik ve yanlarındayız. Ancak şunu daima söylüyoruz ki, bizler, bu devrimler üzerinden birilerinin gizli bir takım hesaplar yapmalarından korkuyoruz. Devrimlerin ortaya çıkması ile beraber bölgede, Amerika ve İsrail'in yönlendirdiği provokasyonlar zuhur etmeye başladı. Özellikle Suriye meselesine bu çerçeveden bakmalıyız diye düşünüyorum.
Türkiye'nin bölgedeki rolü ile ilgili neler söylersiniz? Size göre, Türkiye'nin bölgedeki rolü nasıl olmalıdır?
Biz daima Türkiye'ye yüreğimiz burkularak bakıyoruz; istiyoruz ki Türkiye, tamamı ile İslami bir tutum sergilesin... Bu bağlamda Türkiye, aktif İslami bir rol oynamak ve Müslümanların davalarına destek olmak için önemli atılımlar yaptı ve Müslümanların sorunları noktasında oldukça kararlı bir tutum sergiledi. Türkiye'nin Gazze konusundaki ve Filistin davasındaki duruşunu Müslümanca ve oldukça cesur buluyoruz. Bu duruşun sürdürülmesini bekliyoruz. Tabi bunu diğer alanlarda da görmek istiyoruz.
Türkiye'nin bölgede önemli bir rolü vardır. Türkiye'nin öncelikli görevi, İslam olgusunu güçlendirmek, İslami vahdeti oluşturmak ve ne İslam'ın, ne Müslümanların ne de Arapların hayrını isteyen Batı ve Amerika'nın çıkarlarına karşı, Müslümanların menfaatlerini önceleyen politikalar üretmektir. İç-dış etkenler ve Avrupa Birliği'ne girme talebi göz önünde bulundurulduğunda, bu iş, Türkiye için elbette kolay bir şey değildir. Ancak orta yolu bulmalı, İslami yönetime dönmeli ve bunu asıl meselesi haline getirmelidir. Bizim Adalet ve Kalkınma Partisi'nden istediğimiz budur. Bununla beraber sizin de bu konuda önemli bir rolünüz var. Bizim aynı düşünceye sahip olduğumuz sizler gibi kardeşlerimize ihtiyacımız var ki, bu İslam'ın temel prensibidir. Babam şöyle derdi: "Yeni bir durumla karşılaştığımızda, onu İslam'a taşır ve böylece asrı İslam'ın prensiplerine göre oluştururuz."
İsrail, ne olursa olsun bölgede güçlü bir Türkiye istemiyor. Buna karşın, Türkiye, halkının Filistin meselesindeki duyarlılığını göz önünde bulundurarak ve Arapların sorunları ile ilgilenerek bölgede güç kazanmaya çalışıyor. Fakat bunu yaparken, bazı yanlışlar da yapıyor. Mesela, Türkiye uzmanı Muhammed Nureddin, -Türkiye, Suriye ile yaptığı görüşmelerde Suriye'ye iki haftalık mühlet verdiğinde,- bir makale yazmış ve orada şu soruyu sormuştu: "Neden İsrail dokuz vatandaşınızı öldürdüğünde, onlara mühlet vermediniz de şimdi Suriye'ye veriyorsunuz?" Hemen ardından Türkiye, İsrail konusunda harekete geçti. Yine Ahmet Davutoğlu, Suriye'de yaptığı görüşmelerinden sonra, "ben sorunsuz bir görüşme bekliyordum" dedi; bu ifade de pek gerçekçi ve yapıcı bir ifade değildi...
Maalesef AK Parti, batı politikaları karşısında İslami açıdan çok tavizler verdi. Bunun tehlikeli sonucu olarak; birçok İhvan-ı Müslimin mensubu, hala Adalet ve Kalkınma Partisi'ni, İslami bir parti zannediyor. Batının AK Parti'yi İslami demokratik bir model olarak sunması, çok ciddi bir tuzaktır. Bu sayede Batı, İhvan'a, "Filistin'i, İslami meseleleri bırakın; Türkiye'yi örnek alın" diyor... Bu son derece tehlikeli bir süreç...
Son olarak, babanız Seyyid Muhammed Hüseyin Fadlallah'ın fazlasıyla hassas olduğu konulardan biri olan mezhepsel ayrılıklar konusunda fikirlerinizi almak istiyoruz. Son süreçte tekrar gündeme taşınan mezhepsel ayrışmalara nasıl yaklaşmalıyız?
Mezhep farklılıkları, farklı içtihatlardan kaynaklanmaktadır. Ancak bu farklılıklar, Müslümanların asıl meseleleri ile ilgilenmelerine engel teşkil etmez. Biz, Müslümanların saflarını birleştirmelerini istiyoruz.
Son olaylar çerçevesinde, Şii- Sünni çatışması çıkarmak istiyorlar. Bu sayede, Türkiye'yi, Mısır'ı ve Suudi Arabistan'ı, Suriye ve İran karşıtı yapmaya çalışıyorlar; biz bunun farkındayız. Ancak bizim istediğimiz, Müslümanların asıl davaları için birleşmeleridir; çünkü dertleri bir, davaları birdir...
Şu an Müslümanların içinde bulundukları bu oyundan kurtulmaları için toplu bir plana ihtiyaçları var. Tabii ki bizler, bu çerçevede ortak bir ses olmalıyız ki sesimiz yüksek çıksın. Maalesef bugün ayrılıkçı ses, "vahdet"in sesinden daha yüksek çıkıyor. Biz de vahdetin sesini yükselteceğiz inşallah. Bu konuda, herkes payına düşeni yapmalıdır. Siyasetlerimiz arasında köprüler olmalı; kapalı olmamalıyız. İncelenecek olsa; fikirde, fıkıhta ve akide ortak noktalarımız, ayrıştığımız noktalardan fazladır.
Bizler, Müslümanlar olarak devletler düzeyinde ve bireysel olarak devamlı iletişim kapısını açık tutmalıyız ki mezhep çatışmasını önleyelim.