“Riba yiyenler ancak şeytanın çarparak sersemlettiği kimse gibi kalkarlar. Bunun sebebi onların, ‘Alım satım da ancak faiz gibidir’ demeleridir. Hâlbuki Allah alım satımı helâl, faizi ise haram kılmıştır. Artık kime Allah’tan bir öğüt erişir de Riba’yı bırakırsa geçmişteki kendisinindir, durumunun takdiri Allah’a aittir. Kim de yine Riba’ya dönerse işte bunlar orada devamlı kalmak üzere cehennemliklerdir.” (Bakara 275)
Kur’an’daki ismi “ribâ” olan, günümüzde tam olarak Riba’yı karşılamasa da genel olarak “faiz alıp verme” şeklinde tanımlanan borçlanma şekli, Mekke’de nâzil olan ve müşrikleri muhatap alan “İnsanların malları arasında ribâ yoluyla artsın diye verdikleriniz Allah katında artmaz...” (Rûm 30/39) meâlindeki âyetle kınanmıştır. Medine’de “Ey iman edenler! Kat kat Riba yemeyin. Allah’tan sakının ki kurtuluşa eresiniz” (Âl-i İmrân 3/130) meâlindeki âyetle yasaklanmış, “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve gerçekten iman etmiş iseniz riba olarak fazla kalanı (alacaklarınızı) bırakın” meâlindeki âyet doğrudan müminlere hitap etmektedir. Nisâ sûresi’nde gelecek olan bir âyet (4/161) Daha önceki şeriatlarda da riba’nın yasaklandığını ifade etmektedir. (Yahudilikte riba yasağı için bakınız: Çıkış, 22/25; Tesniye, 23/19-20. Tesniye’deki ifadeye göre riba Yahudiler arasında yasak, yabancılardan alınması ise câizdir.) Nisâ sûresi’ndeki âyet, aslında onlarda da faizin mutlak olarak yasak ve haram olduğuna, Yahudilerin sonradan kitaplarını tahrif ederek yabancılardan faiz almayı câiz hale getirdiklerine işaret etmektedir). Ribâ kelimesi “fazlalık/ziyade” mânasına gelmektedir. Ribâ, “sermayeye eklenen fazlalık” demektir. Bir fıkıh terimi olarak ribâ, “Belli malların, belli şekillerde yapılan satım akdi ile değişiminde şart koşulan veya hâsıl olan fazlalık ve ödünç verilen malın geri ödenmesinde şart koşulan fazlalık” anlamına gelir. Adına “Câhiliye ribâsı” denilen faiz uygulamasında fazlalık ödemenin ertelenmesine dayanıyor ve borçlu temerrüte düşürülüyordu..
“Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin. Allah’a itaatsizlikten sakının ki kurtuluşa eresiniz. Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının. Allah’a ve peygambere itaat edin ki rahmete erdirilesiniz.” (Ali İmran 130-132). Biz bazı kavram ve kurumların içini boşaltıyoruz. “Efradına cami, ağyarına mani” bir tanım yapmıyoruz. “Faiz” ve “Helal” konusu bu anlamda üzerinde en çok konulan konuların başında geliyor. İşin şekli ile özü arasındaki ilişkide, zarar gören taraf hep öz oluyor. Mesela Riba’nın kesin olarak kaldırılması, İslam’da tarih olarak en sonda Veda Haccı sırasında olmuştur. Bunun anlamı şu, Riba’nın yasaklanması için iktisadi sistemin kurulup işletilmesi gerekmektedir. Finans sisteminin sistemli hale getirilmesi, güvenilir bir para ve piyasanın örgütlenmesi ve borçlanma ve vadeli işlemler konusunda da gerekli altyapının kurulması gerekmektedir. Bunun hukuk düzeni içinde işletilmesi ile ancak bu konuda uygulanabilir hale gelecektir. Veda Hutbesi, Hicri 9 Zilhicce 10 tarihinde İslam peygamberi Muhammed tarafından, kendisinin ilk ve son Hac’cı olan Veda Haccı’nda 124.000 Müslümana karşı yaptığı konuşmada Riba kat’i şekilde, son kez ve açıkça bütün şekilleri ile haram kılınmıştır. Resulullah, Veda Haccı’nda bu konuda şöyle diyordu: “Eshabım! Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin! Riba’nın her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lakin borcunuzun aslını vermeniz gerekir. Ne zulmedin, ne de zulme uğrayın. Allahü teâlânın emriyle, Riba artık yasaktır. Cahiliyet’ten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü, ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım Riba da Abdülmuttalib’in oğlu Abbas’ın Riba’sıdır.”
Erbaş’ın dediği gibi, (özetle) “Riba, yalnızca malın değil, aynı zamanda ömrün de bereketini azaltır. Riba yüzünden ortaya çıkan nice iflaslar, intiharlar, dağılan aileler, heba olan hayatlar vardır. Riba’nın yaygın olduğu toplumlarda dar gelirliler ve yoksullar ezilir. Zenginle fakir arasındaki uçurum gittikçe derinleşir. Allah rızâsı için borç verme, yardımlaşma, sevgi, merhamet, şefkat, ihsan ve infak gibi erdemli davranışlar ortadan kalkar. Dinî ve ahlâkî değerler örselenir. Helal-haram duyarlılığı zayıflar. Nihayetinde meşru olup olmadığına bakmaksızın kazanç elde etmeye çalışmak, toplumda büyük huzursuzluklara sebep olur. Riba bulaşan kişi, emeksiz ve kolay yoldan kazanç elde ettiğini zannetse de aslında kaybetmeye mahkûmdur. Nitekim Cenâb-ı Hakk, ‘Allah, Riba’dan elde edilen malı mahveder, zekâtı ve sadakası verilen malı ise artırır’ buyurmak suretiyle bu gerçeğe işaret etmiştir. Zira zekât ve sadaka verenin malı bereketlenip artar. Servetinden hayır görür. Kalbi huzurla, amel defteri sevapla dolar. Riba ise servetin bereketini ortadan kaldırır. Sahibine günahtan başka kazanç sağlamaz. Hem maddî hem de manevî anlamda iflasını hazırlar. Resulüllah şöyle buyurdu: “Faiz yoluyla mal çoğaltan hiç kimse, malının hayrını göremez.”
Bakın, Faiz’le Riba’nın da karıştırılmaması gerek. Mesela altınla borçlanmak da tek başına yeterli değil. Külçe mi, lira mı, 24 ayar mı, 18 ayar mı, aynı cinsten olması gerek.
Kaime üzerinde yapılan değerlendirme, ya da önceden tanımlanmış standart bir mala nisbet etmeli (Mesela şu nitelikte 50 torba çimento, şu özellikte 500 kilo çimento gibi) ya da enflasyonla ilişkilendirilmeli. Kâğıt para “Kaime”dir. Üzerindeki değer, ikame edilen, itibari bir değerdir. O “Banknote”dir, yani üreten bankanın tayin ettiği değişken değerdir. Değişkenliği kur/piyasa, dolar’la ilgilidir. Ayrıca enflasyon ile ilgilidir. Faiz, enflasyonun ikiz kardeşidir. Bunlar “U borusu” gibidir, birbirinin varlığının gerekçesini/bahanesini oluşturur. Mesela enflasyon=faiz riba değildir. Dünyada geçerli bütün paraların değeri dolara endekslidir, dolayısı ile dolar değiştikçe paraların değeri de değişir. Ayrıca ülkelerdeki enflasyon hemen piyasaya yansır. Dünyada geçerli bütün paralar bu anlamda FED kararlarına göre değişkenlik gösterir. Ayrıca LIBOR, yani Londra para borsasında paranın işlem görürken alış, satış, vade farkı, Kur / Faiz paritesi belirlenir. Ülkeler bu veriler üzerinden LIBOR + veya – işlem yaparlar. Kaime’ler gerçek değer ifade etmediği için aslında gerçek bir para değil, “alınıp satılan bir banka mektubu” gibi işlem görmektedir.
Öte yandan, biz hâlâ Merkez Bankasının ne kadar milli olduğunu tartışıyoruz. Merkez Bankası ortaklarının tamamının kimler olduğunu bile bilmiyoruz. Altın/Gümüş paradan kâğıt paraya geçerken yine tartışıyorduk, Plastik paradan sanal paraya geçiyoruz, yine tartışıyoruz. Biri mülkiyet ve parayı kaldırmaktan söz ediyor, orada ne yapacağız bilmiyorum!?
Yeni BrettonWoods konusunda fikri olan var mı? Bu Dolar bağımlılığından nasıl kurtulacağız? İlahiyatçı, akademisyen, iş dünyası, sivil toplum, siyaset, bürokrasi ne buyururlar bu hususta!
Sahi; niye demir parada “Türkiye Cumhuriyeti” yazarken, kâğıt parada “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” yazıyor.
Merkez Bankası’nın adı mı değişecek, yeni bir merkez bankası mı kurulacak, ya da ne zamana kadar böyle faiz konusunu tartışıp duracağız. Bu konuya birkaç gün sonra tekrar döneceğim. Yazacak daha çok şey var.
Selam ve dua ile.