Tansu Çiller 1993’te başbakan olduğunda “Herkese iki anahtar vadediyoruz,” diyordu. Bir ev ve bir araba anahtarı. Cumhuriyet tarihinin en güçlü ekonomik programını getiriyoruz.
31 yıl sonraya geldik, memlekette bilmem kaç ekip bilmem kaç “güçlü ekonomik program” uyguladı, zaman zaman iyi rüyalar görmedik değil, ama, evet 31 yıl sonra bugün, ülkenin orta gelir grubu bile iki anahtara sahip olabilme umudunu yitirmiş durumda.
En mütevazi evin taksitleri 100 bin liraları buluyor. “Bunu kim verecek?” diye sorduğunuzda etrafınızdaki insanlar birer birer düşüyor. Profesör maaşı 80 bin lira, böyle bir taksidi ödeyip de mütevazi bir eve sahip olabilir mi, ya da otomobilinin modelini değiştirebilir mi?
“Fukaralık” toplumun çok büyük milyonlarını etkisi altına almış durumda. Zenginler yok mu var, son yılların ekonomi politikası, onların servetine servet katmış durumda.. Bunu da herkes biliyor. Bilinçli mi bilinçsiz mi? Hangisi hangi sinden daha iyi size göre? Eğer bu bir kötülük ise bilinçli kötülük mü bilinçsiz kötülük mü?
Asgari ücret gündemde ya… Aralık içinde yeni asgari ücret belirlenecek ya… Ocak 2024’te devreye giren 17 bin 2 liralık rakam, yeni açıklanan 11 aylık yüzde 47.09’luk tüketici enflasyonu ile nerede ise yarı yarıya alım gücünü yitirmiş durumda. Yani farz edin ki, 9 bin liradan ibaret aldığınız ücretin alım gücü. Şimdi acaba geçen erimeye göre mi artırılsın, yoksa gelecek yılın erime tahminlerine göre mi? Buna göre gelecek yıl enflasyon yüzde 25 tahmin ediliyor, 9 bin liradan yüzde 25’lik daha kemirme olacak demek bu…
7 milyon kişi, asgari ücretle çalışıyormuş Türkiye’de… Bilinen ya da ölçülebilen o. Kayıt dışı çalışan ve dolayısıyla ölçülemeyen ne kadar bilinmez.
Açlık sınırı, 20 bin 432 lira. Bu 4 kişilik ailenin aylık gıda harcamasını ifade ediyor. En az 7 milyon kişinin gelirine bakan aile açlık sınırının altında yaşıyor demek bu.
Yoksulluk sınırı, 66 bin 553 lira. Siz söyleyin, bu rakama göre Türkiye’de hangi sabit gelirli vatandaş, yoksulluk sınırı üzerinde bir hayat sürüyor?
Bekar bir çalışanın aylık yaşama maliyeti 26 bin 557 lira olarak hesaplanmış. Asgari ücretli birisi tek başına kendi geçimini sağlayabilir mi buna göre?
Bir de işsizlik rakamlarına bakmalı memlekette ekonomik darboğazda boğulma hissi yaşama felaketini görebilmek için…
TUİK rakamlarına göre dar kapsamlı işsizlik oranı yüzde 8.5, yani 3 milyon 55 bin kişi, geniş kapsamlı işsizlik oranı ise yüzde 27.2 seviyesinde… DİSK-AR’ın araştırması geniş kapsamlı işsizlerin (artık iş bulabilme umudunu kaybetmiş ve iş aramaktan vaz geçmiş olanlar) 11 milyon civarında…
11 milyon işsiz, 7 milyon asgari ücretli, bilmem kaç milyon sosyal yardımla geçinen insan….
Ve emekliler… 17 milyonluk bir kitle… 3 milyon 500 bin emekli 12.500 lira ile yaşamaya mahkûm. Sonra yukarıya doğru hep açlık açlık sınırı altında kalan emekli dünyası…
Bunların etrafındaki insanları düşünün… 85 milyonun yüzde kaçı ediyor açlığın – yoksulluğun girdabında kıvranan insanlar?
Bu toplum bu hale kendi kendine düşmedi beyler. Böyle olmaz toplumların düşüşü…
Bir yönetici ekip olur, ülke halkı yönetimi onlara emanet eder, onlar da o emaneti hakkıyla yerine getirmek için göreve talip olur.
Burada halkın sorumluluğu, emanet ettiği kadroya güvenmesi desteklemesidir.
Ama emaneti devralan ekip de hesap vermek üzere görevi üstlenir.
Hani çoban sürü sahibine hesap vermek üzere elinde bir koyun postu ve bir bakraç yoğurt ile çıkıp gelmiş. Başlamış konuşmaya: Uçurumdan düştü bir koyun, arkasından gitti beş koyun, üçünü kurt parçaladı bilmem kaçı şöyle oldu, böyle oldu… Koyunların sahibi almış bakracı çobanın başından aşağı dökmüş. Şöyle demiş:
-Hesabı böyle düzgün olanın yüzü ak olur.
Emaneti yüklenen “Nisan Mart’tan iyi olacak, 2024 25’ten iyi olacak…” diye diye ülke ekonomisine dibi buldurdu. “Enflasyona ezdirmeyecekti memleketi”, memleket kendisinden ibaret ise ezdirmedi doğru, ama memleket şu yukarda saydığımız milyonları da kapsıyorsa, milyonlar eziliyor, boğuluyor, “Gel bir gün benim gibi, bana lâyık gördüğün şartlarla yaşa” diye sesleniyor.
Ben en çok kürsülerin önüne geçip “Emeklimizi, işçimizi enflasyona ezdirmedik, ezdirmeyeceğiz” denilmesindeki pişkinliğe hayret ediyorum. Bunu biri bırakıp diğeri devralmıyor mu, oradaki siyasi pişkinlik için epeyce bir eğitim almış olmak gerekiyor.
Bence halkının geçim psikolojisi de ülke itibarı için kriter olmalı. Milyonlarca insanın her gün, cebindeki – cüzdanındaki para ile ihtiyaçları arasında hesap yaparken kıvranması hiçbir ülke için itibar görüntüsü olamaz. “İtibardan tasarruf olmaz” diyenlerimiz bir de halkınızın itibar konvoylarına nasıl baktığını anlamalı.