70 milyon insanı temsil eden vekillerin, anayasa paketi üzerindeki düşünceleri, konuşmaları tek kelime ile toplumsal barışı temelden sarsmaktadır. Bilhassa gençliğimiz için örnekten mahrum olan tavırlar ve sözler, dünya ve ahret sorumluluğunu gerekli kılan bir meseledir. Şöyle bir düşünelim:
Bir arada yaşamak, bir sanatı gerektirmez. Zira hayvanlar da pekâlâ sürü halinde yaşayabilmektedirler. O halde bir sanatı, emeği gerekli kılan, başarıldığında takdiri hak eden şey; farklı düşünen grupların barış içinde yaşayabilmeleridir. Burada beraber ve sorunsuz yaşamayı, iki ev arkadaşı yahut evlenmiş eşler olarak düşünmemek gerekmektedir. Çünkü böyle bir durumda taraflardan birinin anlayışı, sorunun büyümesini çok zaman engelleyici olacaktır. Asıl zor olan ve maalesef bir türlü gerçekleştirilemeyen ise, toplumların, hiziplerin farklı inanç ve/veya farklı örf-ananeleri olmasına rağmen, kavgasız, kansız ve korkusuz aynı coğrafyayı paylaşabilmeleridir. Hâlihazırda ise bu, gücü elinde bulunduran çoğunlukların, azınlıkların haklarını düşünmeden çiğnemesi, adaleti tesis etmemesi sebebiyle mümkün olamamaktadır.
Biliyoruz ki hislerin galip olduğu zamanlarda aklın ve dinin tesiri devre dışı kalır. Muhalefetin bir nevi ortak taarruzu, sistemi, rejimi koruma adına(!) olsa bile, usul açısından son derece çağdışı bir tavırdır. Bir asra yakındır devlet yönetimini elinde tutan ve başkalarına geçmesini "irtica-bölücülük-gericilik" olarak delil gösteren zihniyetin miadı dolmuştur. Bükülemeyen bilekleri öpmenin, öpene hiçbir zararı dokunmaz. Yine bir asırdır İslamiyeti ve Müslümanları ülke kalkınmasına engel olarak(!) gören insanların, gelecek nesillere hediye edeceği ciddi hiçbir şeyi yoktur. "Gölge olma başka ihsan istemem" sözünden hareket ederek, ülkenin ve temiz ümmetin-milletin menfaatine yönelik hayırlı iş ve hizmetleri ortaya koymak isteyenleri devre dışı tutma dönemi bitmiştir. Bu millet anlamış ve görmüştür ki İmam-Hatip mezunu bir belediye başkanı, işveren, devleti idare edenler ne mürtecidir, ne de ülkenin kalkınmasına engeldir. Lütfen bu gerçekleri inkâra yeltenmeyin. Çünkü çok komik ve gülünç duruma düşüyorsunuz.
İnanan insanların farklılıkları, toplumsal barışı sağlayıcı özelliklere sahiptir. Ancak, devamlı başkalarının fikirlerini kullanıp, kendisine ait fikri olmayan ve böylece taklitçi olanlar, farklılıkları bir yıkım olarak(!) görmüştür. Yarım asırdır, inanan insanların muhalefetini isyan olarak gören ve Kel Ali (Ali Çetinkaya) mantığını kullananların çağdaşlıkla, medeniyetle, edep ve terbiye ile hiç mi hiç irtibatlarının olmadığı ortaya çıktı.
Bu aziz ümmet, asırlardır gayr-i Müslimlerle birlikte yaşamış ve hiçbir probleme şahit olmamıştır. Bosna-Hersek, Müslümanların yönetiminde tam 500 sene ayakta kalmış, Hırvat, Sırp ve Müslüman arasında en küçük bir olay yaşanmamıştır. Niçin? Çünkü Müslümanların, kendileri gibi olmayan ve yaşamayan diğer insanlara nasıl bir tavır alacağını bizzat Rabbimiz ve Peygamberimiz açıklamıştır.
İstanbul"un fethinin neticesinde, papaz külahı değil, Osmanlı sarığı görmek isteyen gayri müslimlerin o onurlu tavırları ne kadar geçerli ve güzelse, bugün bu ülkeyi yöneten insanların duruşları, sözleri, fikir ve projeleri; medeniyeti, toplumsal barışı, kardeşliği, birlikte yaşamayı sağlayıcı özelliklere sahiptir. Gözleri ve gönülleri paslı-sisli olanlar ne yazık ki bu gerçeği görememektedir.
Küçüklüğümüzden beri "insanlar hukuk önünde eşittir" sözü, gerçekliğini kaybetmiş, Ergenekon dosyaları, imtiyazlı insanların(!) kanun ve hukuk önünde eşit olmadığını ispatlamıştır.
Netice olarak, Kandilli Rasathanesi, toplumun depremle birlikte yaşamasını öğütlediği gibi, ateist bir insanla namaz kılan bir insan kavgasız, gürültüsüz yaşama hakkına sahiptir. Rütbeli bir subayı camide namaz kılarken gören Müslümanlar ne kadar seviniyor ve gurur duyuyorsa, Müslüman bir insanın okulda, dairede, devlet kademelerinde görülmesi birilerini rahatsız etmemelidir. Medeni olan, aydınlık olan durum budur. Ama devleti, kurumlarını sadece kendilerine ait özel mülk gibi görmek isteyen ve o yerlere inanan insanları sokmak istemeyenler, tıpkı güneşin önünde karın eridiği gibi erimektedirler. Ne yazık ki farkında değiller. İlahiyat Fakültesi mezunu olan bir insanı Milli Eğitim Müdürü olarak gören ve ülkenin, laikliğin, cumhuriyetin tehlikede olduğunu söyleyen insanlar, emin olun ki zavallı, acınacak bir kimlik sergilemektedirler. Bu ülke halkının, böyle zihniyet sahiplerini ve çağdışı fikirlerini dinlemeye ve ümitlenmeye ne zamanı var, ne de ihtiyacı. Selam ve dua ile Cumanızı tebrik ediyorum.
vakit