Fas'ta bir Ramazan hatırası

Hakan Albayrak

Meknes pazarında “Vay sen benim yılanıma baktın, ver 5 kuruş”, “Vay ben komiklik yaptım da senin gözün kaydı, ver 3 kuruş” deyip yakamıza yapışan esnaftan yakamızı kurtarıp yan sokaklara attık kendimizi ki bambaşka bir iklim, bambaşka bir hava...

Topyekûn harpten topyekûn sulha geçtik adeta. Kalbimize bir sekînet indi. Sonradan bir adam bize şunu anlatacaktı: “Burası erenler mıntıkasıdır. Okunup üflenmiştir. 100 senedir bir tek adlka dahî kayda geçmemiştir burada.”
Biz dönelim yolculuğumuza.
Yolda bir adamı durdurup “Darkavi tekkesi nerededir?” diye sorduk. Adam “Dakika” dedi (Bi’ dakka bekleyin manasında) ve biz de neyi beklediğimizi bilmeden bekledik. Yoldan başka bir adam geçiyordu. Bizimki onu durdurdu, bir şey söyledi. Sonra hep beraber yürümeye başladık, sonradan gelen adamın izinde. Vardık bir tekkeye. Burasıdır dediler.
Vedalaşırken, o ilk çevirdiğimiz adamın âmâ (kör) olduğunu fark ettik.
Nezakete, asalete, yardımperverliğin yahut misafirperverliğin böylesine bakar mısınız? “Ben körüm, mazur görün” diyebilirdi, demedi. Bizi öbür adama emanet edip ayrılabilirdi, ayrılmadı. Değil mi ki biz kendisinden bir şey istemiştik, artık bizim kölemiz olmuştu. Bunu tahkir maksadıyla demiyorum. Benim geldiğim yerde hikmet ehli öyle der; senden yardım isteyenin kölesi ol. Neyse…Vardık işte bir tekkeye.

***

Ramazan’dı. Adamların bizi getirdiği tekkede (ki Araplar tekke değil zaviye derler) cemaatle teravih namazı eda ediliyordu. Hemen abdest tazeleyip ben de cemaate dahil oldum. Yanımdaki ahbabım dahil olmadı.

Herhalde hatimli teravih namazı kıldıklarından, rekâtlar pek uzun sürdü. Nihayet selam verdiğimizde, yeni bir namaz faslına geçiş esnasında, ahbabım yanıma gelip, “Burası Ticani tekkesiymiş” dedi.

Çıktık. Gene yoldan bir adam çevirdik. “Zaviya Darkaviya” dedik. Aldı bizi götürdü. Türkiye’den geldiğimizi öğrenince pek sevindi.

Gene vardık bir tekkeye. Gene cemaat, gene teravih. Abdestim zaten vardı, hemen cemaate dahil oldum. Uzun uzun iki rekât kıldık. Selam verir vermez ahbabım yanıma gelib “Burası da bizim tekke değilmiş” demesin mi?

Hangisiydi, vallahi hatırlamıyorum. Güzeldi ve fakat vaktimizin darlığından bir an evvel Darkavi tekkesine vasıl olmamız lazım geldiğinden hemen çıktık ve her zamanki gibi yoldan bir adam çevirip “Zaviya Darkaviya” dedik. Gene ehlen ve sehlen.
Götürdü bizi bir tekkeye. Hemen cemaate dahil oldum. Teravih namazının son rekâtı imiş. Selam verip arkamı döndüm, ahbabıma baktım, evet manasında başını salladı.

***

Bu sefer doğru yerde idik. “Gariplerin Kitabı”ndan bildiğimiz, İskoçyalı Ian Dallas’ı Abdulkadir Es-Sufi’ye çeviren ve onun vasıtasıyla binlerce Hıristiyan veya ateist Avrupalıyı Din-i Mübin-i İslam’a çeken Darkavi tekkesinde.

Sen kalk, “Arayanlar bulamaz ama bulanlar ancak arayanlardır” lafının peşine takılıp İskoçya’dan Mağrib’e gel, Meknes’te salaş bir tekkede hakikate çarpılıp Müslüman ol, elhamdülillah. Sonra da “Gariplerin Kitabı”nı yaz, “Cihad-Bir Temel Tasarım”ı yaz, daha pek çok kitap yaz ve İskoçya’dan İspanya’ya, Almanya’ya kadar binlerce insanın ihtidasına vesile ol, elhamdülillah.

Salaş bir tekke diye mahsus dedim. Şundan ötürü: Cenab-ı Zülcelal’in mübarek varlığını küffara ispat maksadıyla müsbet ilimlere müracaat ederek veya pek Batı meşrepli, pek entelektüel oldukları intibaını uyandırarak küffarı İslam’a çekmeye çalışanlar -ki onların gayretleri de muhakkak kıymetlidir- o salaş tekke kadar sarsıcı (müsbet manada sarsıcı) olamamıştır küffar üzerinde.

İşte o tekkede, Zaviya Darkaviya’da, teravih namazından sonra, bir adama, “Abdulkadir es- Sufi’yi bilir misin?” diye sorduk, o da “Bilirim, sonradan Müslüman olduydu, bizim tekkedendir, lakin nicedir uğramaz, hanımı gelir ama kendisi gelmez, nerededir kim bilir” dedi.
“Herhalde Güney Afrika’da” dedim.
“Maşaallah, maşaallah” dedi.
Sonra “Biz burayı Gariplerin Kitabı’ndan öğrendik” dedim.
“O ne?” diye sordu.
- Abdulkadir es- Sufi’nin yazdığı kitap.
- O kitap mı yazdı?
- Ondan başka daha birçok kitap yazdı. Kitapları gayet muteberdir.
- Bak sen. Maşaallah, maşaallah.

Pek sevindi.

Sonra beraber süt içtik ve zikir çektik. Her şey çok yalın ve güzeldi.

karargazete