Bir yakınım “Kiminle, neyi paylaşacak Tayyip Bey” deyince uyandım.
Aile ortamında bir sohbetteyiz. Önce yemek yenildi, hemen sonrasında, her evde her zaman olduğu gibi, siyasi muhabbet açıldı. Birimiz, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın zihninde ülkenin gittiği yönle ilgili bir tablo olması gerektiğinden, ama bunu kimselerle paylaşmadığından söz etti. Bir diğerimiz, “Ama neden paylaşmıyor?” deyince..
Yakınım, “Kiminle, neyi paylaşacak Tayyip Bey”cümlesini işte o zaman sarf etti.
Mukayeseli tarih denemem başlıyor
Mustafa Kemal de herhalde böyleydi.
“Yarın Cumhuriyet’i kuracağız arkadaşlar” diyene kadar böyle bir niyeti olduğundan kuşku duyanlar mutlaka vardır, ama bu keskinlikte bir niyeti en yakınlarının bile bilmediği söylenir… Hatta, onlarla, “Şöyle mi olsun, böyle mi?” diye İstiklâl Savaşı sonrasında ülkenin alacağı yeni biçimle ilgili tartışmalar yaptığı, çoğu kez o tartışmaları bizzat kendisinin körüklediği de tarih kitaplarında zikredilir…
“Çoğu devrimci böyle yapar” anlamına gelen bir notla birlikte.
Fatih Sultan Mehmet’in de, “Yapmak istediğimi sakalım bilse…” ile başlayan bir cümlesi yok mudur?
Tayyip Erdoğan da kitleleri arkasına toplamayı, onları belli bir istikamete doğru yönlendirmeyi bilen ve ülkeyle ilgili nihai tabloyu zihninde taşıyan biri; bu yönüyle elbette ‘devrimci’ sayılabilir…NATO ve Avrupa Birliği mi, yoksa Şanghay 5’lisi mi veya Türkiye’nin etrafında oluşacak başka bir birlik mi?
Herhalde 80 milyon içerisinde bu soruya cevap verebilecek tek kişi var: Cumhurbaşkanı Erdoğan…
“Neden paylaşmıyor?” sorusunun cevabı da yakınım kadar zeki ve olayları yakından takip eden pek çok kişide olmalı:
“Kiminle, neyi paylaşacak?”
AK Parti’de tasfiye mi?
Son yurtdışı seyahatinden dönerken, uçakta, “17-25 Aralık sürecinde tüm arkadaşlarımız bizi tam anlamış olsalardı 15 Temmuz belki olmayabilirdi. Oysa bu alçaklara toz kondurmayan arkadaşlarımız vardı” dediğini kayda geçiren gezisini izleyen gazeteciler, biraz da şaşkınlıkla sözlerini bizlere aktardılar.
Ardından, uçakta bu sözleri işitenlerden biri, Türkiye gazetesinin Ankara temsilcisi Nuri Elibol, vaktiyle içinde bulunduğu için kendisinin iyi bildiği bir kurum olan Türk Silâhlı Kuvvetleri’nde, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında terfi alanlardan 3 general ve amiralin ByLock kullanıcısı olduğunun tespit edildiğini yazdı.
Halen görevde olan subay ve astsubaylardan 2 bin 500 kişi de ‘ByLock’ kullanıcısıymış; TSK’da hâlen görev yapan subay-astsubaylardan 3 bin 600’ünün birinci derecede yakınları da öyle…
Ardından bir başka nokta atış geldi; bu defa Star gazetesi yayın yönetmeni Nuh Albayrak’tan…
Kendi sorduğu “AK Parti’de FETÖ’cü var mı?” sorusuna cevap olarak şunları yazdı:
“Sızmadığı delik kalmayan bu şebekenin AK Parti’ye hiç bulaşmadığına inanmak mümkün mü? / O halde can alıcı soru şu… / Bu ‘arkadaşlar’ şimdi nerede? / Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Özbekistan dönüşündeki (..) serzenişinden sonra hafızamı yokladım, bu ‘arkadaşlar’ın tarifine uyan bir kişi hakkında bile işlem yapıldığını hatırlayamadım.”
Bugün de, Ertuğrul Özkök; özellikle Nuh Albayrak’ın bu üslupla gündeme taşımasından sonra, AK Parti’de Pandora’nın kutusunun açılacağından emin, “AKP’de iç hesaplaşma başlıyor” tespiti ışığında, “AKP’de yakın çevrede kimler topun ağzında?” diye soruyor doğal olarak..
Zihnim yakınımın sözüne fena halde takıldığı ve oradan Cumhuriyet’in kuruluş günlerini gözümün önünde canlandırdığım için, bu satırlar benim için mukayeseli bir tarih okumasına dönüşüverdi.
Yine Mustafa Kemal’e dönüyorum
Savaşı birlikte yürüttüğü yakın kadrosuyla fena halde hesaplaşmıştı Mustafa Kemal…
Acaba Tayyip Erdoğan da?
O da bugün hesaplaşmanın yolunu açabilir; ülke buna hazır zaten, ‘FETÖ ile mücadele’ gibi büyük bir fırsat da var önünde.
Böyle bir yola gider mi acaba?
Yakın çevresiyle hesaplaşmasına fırsat veren İzmir suikasti (Haziran 1926) döneminde, Mustafa Kemal Paşa artık ‘Atatürk’ olmuştu ve gücünün zirvesindeydi. Kafasının içinde nasıl bir ‘Türkiye tablosu’ var idiyse, yapacaklarını beğenmeyip engellemeye kalkışacak kişilerin çok yakınında olduğunu da biliyordu.
‘Reformlar’ adıyla gerçekleştirilecek dönüşümü kast ediyorum.
Tasfiye kaçınılmazdı.
Alıntıladığım yazılar, şimdi de, öyle bir tasfiyenin hemen önünde olduğumuzun işareti midir sizce de?
Ertuğrul Özkök öyle olduğunu düşünüyor besbelli.
“Olabilir mi?” sorusuna, mukayeseli tarih okumam sonrasında, “Elbette olabilir” cevabını verebiliyorum. Tabii bir konuda mülâhazat hânesini açık bırakarak:
Tayyip Erdoğan bugüne hep tasfiyeler yaparak geldi; çevresini sürekli değiştirerek… Partinin kurucu kadrosundan pek az kişi kaldı yanında bugün… Ve o bu tasfiyeleri, aralarındaki ihtilâfları, varsa öyle ihtilâflar, ortalığa döküp saçmadan ve kendisi için en az zararla gerçekleştirdi.
Neden şimdi tersini yapsın?
“Elbette olabilir” cevabımın tek istisnai kaçış yolu bu.
Benzerlikler olsa bile her yiğidin yoğurt yeyişi farklıdır.
Atatürk yerine Napoleon, Tayyip Erdoğan yerine meselâ Churchill adlarını…
Şimdiye kadar yazdıklarımdan, özellikle kurduğum benzerlikten, Atatürk adına veya Tayyip Erdoğan nâmına rahatsızlık duyanlar varsa, olmaması gerekir, isimleri tarihteki herhangi bir ‘lider’ şahsiyetle değiştirebilir onlar…
Atatürk yerine Napoleon yazdığınızda, Tayyip Erdoğan ile yukarıda çerçevesini çizdiğime yakın benzerlikler onunla da kurulabilir…
Veya Tayyip Erdoğan’ın ismini herhangi bir ülkedeki sevdiğiniz bir lider şahsiyetle değiştirip onu Atatürk ile karşılaştırabilirsiniz…
Thomas Carlyle’ın ‘Kahramanlar’ adlı kitabındaki herhangi bir şahsiyetle…
Benim burada yaptığım bir tipoloji üzerinden giderek bugünü anlamaya ve yarını öngörmeye çalışmaktan ibaret.
Değerlendirmemin beni getirdiği yer neresi?
Geldiğim yer: ‘Kızıl elma’ ülküsü…
Şurası: Ülkemiz bir süre daha çalkalanmalara mâruz kalabilir… Bir alanda kaybetsek bir başka alanda kazanabiliriz ama… Mahrumiyetlerle de karşılaşabiliriz, fakat bundan şikâyetçi olması düşünülebilecek olanlar, o insanların hiç değilse büyük bölümü, farklı bir sebeple, mahrumiyetlere katlanmayı bilecek… Biraz veya bayağı uzaktaki daha büyük bir nimet potansiyeli önümüze konularak, elimizdekinin, şimdi var olanın yokluğunu hissetmez hale gelebileceğiz…
“Kızıl elma ülküsü uğruna” da diyebilirsiniz buna.
Etrafında yer alanların.. her ne söylerse söylesin kendisini dinleyen ve ne yaparsa yapsın arkasından gidenlerin.. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sessizce itaati herhalde bu yüzden…
Acaba Devlet Bahçeli de, kendisiyle paylaşılmasa bile, böyle bir ihtimalin varlığını aklettiği için mi?
Benimki sadece bir tahlil ve burada kesiyorum…