Fethullah Gülen “vaaz” mı veriyor, “talimat” mı?

Hasan Karakaya

 

Fethullah Gülen, “neredeyse günde iki vaaz” verdiği günlerde, herkesin ilgisini çeken bir “olay”dan söz etmişti.

Demişti ki;

“Bana akşamüstü bir telefon geldi. Burada (Pensilvanya’da) akşamdı. Türkiye’de geceyarısıydı sanıyorum... Dediler ki; nefsine uyarak bir yerde bir alüfte (Hayat Kadını) ile buluşmaya gidiyor ve aynı zamanda birilerinin de komplosu söz konusu olabilir.

Türkiye’de onu tanıyan bir arkadaşa telefon ettim... Kalk dedim; gece yarısı filan deme, evine koş git... Bu bir komplo meselesi ise şayet, günümüzde geldiği konuma gelemezdi.

O mevzudaki telefon sabit.

Benim kendisine o ricada bulunduğum o zat da hâlâ hayatta. Ben bu zamana kadar bu meseleyi kimseye açmadım. Bize yakışan budur. Belki de böyle birisi; benim öyle bir ayıbını bildiğimden dolayı, şimdilerde homurdanıyorsa şayet, ‘keşke benim ayıbımı bilen bu insan nalları dikse gitse de ayıbımı bilen biri olmasa’ der, belki... Mümin olarak bizim karakterimiz buydu. Bu mevzuda belki on tane hadise sayabilirim.”

GÜLEN’E SORULAR

Evet, “balık hafızalı”yız ama, şükürler olsun ki, “alık” değiliz...

Fethullah Gülen’in bu ifşaatı, “fitne”cilerin akıllarına, hemen “Başbakan Tayyip Erdoğan’ı” getirmişti... Ve hatta; “Fethullah Gülen’in alüfteye gitmekten alıkoyduğu kişi Başbakan Erdoğan mı?” soruları, “haber”lere bile konu olmuştu...

Ne var ki;

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sık sık uyguladığı; “Abdestinden şüphesi olmayanın namazından şüphesi olmaz” sözünde olduğu gibi; Erdoğan, son derece rahattı... Çünkü, “diskur” işlerine giren bir insanın “uçkur” işleriyle ilgisi olamazdı...

Peki, bu kişi “Erdoğan” değilse, kim olabilirdi? Bir “bakan” mı, “milletvekili” mi, yoksa “üst düzey bir bürokrat” mı?..

Kamuoyu bir yandan bunu merak ediyor ama bir yandan da Fethullah Gülen’i eleştiriyor ve sorular soruyordu...

Diyorlardı ki;

“Şimdi sormak lazım;

Gülen’i arayan o zat kimdi?

Bahsi geçen şahsın “bir alüfte”ye gittiğini nereden biliyordu?

Takip mi ediyordu o şahsı?

Niçin?

Telefonunu mu dinliyordu?

Niçin?

Yoksa takip edeni mi takip ediyordu?

Niçin?

Telefonunu dinleyenin telefonunu mu dinliyordu?

Niçin?

Komplo meselesini nereden biliyordu?

Komployu kendisi mi kurmuştu?

Kuranlarla aynı çetedendi de son anda vicdanı mı sızlamıştı?

Kendisinin ilgisi yoktu da komplocuları mı tanıyordu?

Hangisi?

Hangisi olursa olsun, işte bizi pornocu-komploculara götürecek net bir iz.

Gülen’e telefon açan o zat kim ise; ya kendisi komplocu veyahut komplocuları biliyor...

Önemli bir zanlı veya tanık. Gülen’e derhal onun kimliği ve adresi sorulmalı. O zat bulunmalı ve kendisine yukarıdaki sorular sorulmalı. Gülen, böyle 10 tane hadise sayabileceğini söylüyor; diğer hadiseleri haber verenlerin kimliklerini ve adreslerini bildirmesi de istenmeli. Onlar da tek tek bulunup sorguya çekilmeli.

(...)

Mühim bir husus daha; Gülen’e muhakkak sorulması gerekir: Bu hadiselerin içinde yer alan veya bu hadiselerden haberdar olan ne çok tanıdığınız var; nasıl oluyor da böyle adamlar hep sizi buluyor? Nedir onlarla münasebetiniz? Size niye rapor verip duruyorlar?”

Bu son soru önemliydi...

Gerçekten de;

“Böyle adamlar” mı sizi arayıp buluyor, yoksa onları siz mi buluyorsunuz?..

Sizin bir işiniz de; “porno” işleri takip etmek midir?..

O KİŞİ KEMALETTİN ÖZDEMİR!

Derken, 2 Ocak Perşembe akşamı CNN Türk’te yayınlanan Dört Bir Taraf’ta konuşan Nazlı Ilıcak, AK Parti ile Cemaat arasındaki savaşı yorumlarken, çarpıcı bir ifşaatta bulunuyordu...

Ilıcak, Fethullah Gülen’in “seks kaseti komplosu”ndan kurtardığı kişinin “kim” olduğunu canlı yayında açıklıyordu...

Ilıcak, “Fethullah Gülen’in bahsettiği kişi Kemalettin Özdemir’dir” diyordu...

Hayret bir şey değil mi?..

Fethullah Gülen, taa Pensilvanya’da, “Alüfte’ye giden bir adam”dan söz ediyor, İstanbul’daki Nazlı Ilıcak, “o kişi Kemalettin Özdemir’dir” diyor!..

Nazlı Ilıcak’ın, “The Cemaat”i yazmaktan, daha doğrusu, sadece “ismini koymak”tan başka bu taraklarda bezinin olduğunu sanmıyorum... O halde, o ismin “Kemaletin Özdemir” olduğu, “birileri” tarafından mı fısıldandı kulağına?.. Yoksa Nazlı Ilıcak, kendisine verilen görev gereği acaba “dezenformasyon” mu yapıyor?.. Aslında o kişi başka biridir de, Nazlı Ilıcak’a Kemalettin Özdemir ismini mi telaffuz ettirdiler?..

İyi de, neden?..

ÖNCE UYARI, SONRA DEŞİFRE!

Belki de; Kemalettin Özdemir, birilerinin “nasır”ına bastı da, “uyarılmak” veya “cezalandırılmak” istendi!.

Eğer böyle ise, ortaya şöyle bir tablo çıkar: Fethullah Gülen, aslında “vaaz” vermiyor, Türkiye’dekilere “talimat” veriyor!..

Herhalde hatırlarsınız;

Son yaptığı “beddua”nın da, bir anlamda bağlılarına “talimat” olduğu söylenmişti... Gülen, “Alüfte olayı”nı anlatmakla da, hem Kemalettin Özdemir’e “uyarı”da bulunuyor, hem de Türkiye’deki bağlılarına “şifreli mesaj” gönderiyordu...

Kemalettin Özdemir’e “ayağını denk al” mesajı verirken, “bağlıları”na da diyordu ki; “Lâf dinlemezse, deşifre edin!”

Bağlıları da, o “deşifre”yi Nazlı Ilıcak’ı “kullanarak” yapıyordu...

“O kişi Kemalettin Özdemir’dir!”

KEMALETTİN ÖZDEMİR KİMDİR?

İyi de, “Alüfte’ye gitmediği” halde; önce uyarılan, daha sonra da “Nazlı Ilıcak kullanılarak” deşifre edilen Kemalettin Özdemir kimdir?..

Kemalettin Özdemir, bizim Abdurrahman Dilipak’ın “isim vermeden” son açıklamalarında işaret ettiği bir isimdi...

Dilipak, diyordu ki;

“Cemaatin bu ani atağının aslında birçok sebebi var.. Tamam, kötü bir zamanlamaydı, ama sıkışmışlardı...

Çünkü, Gülen’in yerine gelmesi sözkonusu isimlerden biri, cemaat yapısı içindeki kriptoları yakın takibe aldı... İpin ucu MOSSAD ve ClA’ya kadar gidiyordu. Oynanan oyunun farkına varınca, görevden uzaklaştırıldı. O da bu işin izini sürdü. Sonunda elde ettiği bilgilerle Başbakanın kapısını çaldı.”

Dilipak’ın işaret ettiği bu iddianın ön sarsıntısını ve “Cemaat içerisindeki çatışma”nın öncü depremini aslında Sabah Gazetesi Yazarı Sevilay Yükselir yazmıştı.

Sevilay Yükselir, diyordu ki;

“Hanefi Avcı’nın, Nedim Şener’in ve Ahmet Şık’ın tutuklanmasının tek sebebi var. O da Gülen Cemaati içinde uzun zamandır yaşandığı bilinen iç çatışma!

Aslında Avcı da, Gülen Cemaati’nin eski bir üyesi, polis teşkilatında, yıllar yıllar önce cemaat yapılanması başlatan meşhur Kemalettin Özdemir’in sağ kolu. Çatışmanın çıkma sebebi ise birkaç yıl önce Özdemir’in yerine, camiada ‘Kozanlı Ömer’ olarak bilinen Osman Hilmi Özdil’in getirilmesidir. Özdil, Özdemir’e bağlı ekibi pasifize etti. Bunların arasında Avcı da vardı. Hatta Sabri Uzun ve Emin Aslan da... İşte bu ekip Özdemir’den yana tavır koydu.

Aslında bu kavga alttan alttan yürüyordu. Gün yüzüne çıkmasına neden olan şey Nedim Şener’in yazdığı, ‘Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları’ adlı kitabıdır. O kitapla Kemalettin Özdemir ve Avcı müthiş bir operasyona imza attılar.

Evet... Hrant Dink cinayetindeki suiistimaller olduğu gibi gözler önüne serildi ama aynı zamanda polis teşkilatının yeni egemeni Kozanlı Ömer ve ekibi de darmadağın edildi. Bunun üzerine kavga daha da büyüdü. Bir yığın operasyon falan filan.

Taraflar alenen kılıçları çekti.”

HAKAN FİDAN’IN DANIŞMANI

Fethullah Gülen’in anlattığı “Alüfte olayı”nda ismini vermediği ve fakat “günümüzde geldiği konuma gelemezdi” dediği, Nazlı Ilıcak’ın da “deşifre” ettiği Kemalettin Özdemir, “hangi konumda”dır ki; Gülen, onun için, “Bugünkü konumuna gelemezdi” diyor!..

Sevilay Yükselir, geçenlerde yazdığı bir yazıda, o konumu şöyle açıklıyordu:

“Bu kişi, Gülen Cemaati’nin devletteki paralel yapı örgütlenmesinin önünü açan isimdir... Cemaatçilerin iddiasına göre, Özdemir; MİT Müsteşarı Hakan Fidan’a şimdilerde cemaatin örgüt yapısının çözülmesi ve çökertilmesi konusunda danışmanlık yapıyor.

Fidan, bu örgütlenmenin derinliklerini çözmek için Özdemir’i kendisine mihmandar yapmışsa, emin olun çok doğru yapmış. Çünkü Özdemir, Cemaat’in örgütlenme yapısını en iyi bilen isimlerin başında geliyor.”

Sevilay Yükselir’in yazdıklarından da anlıyoruz ki, Kemalettin Özdemir; Fethullah Gülen’in ve “Gülenist”lerin iddia ettiği gibi; “üst düzey bir konumda” değil, sadece “Hakan Fidan’ın danışmanı”dır!..

Evet, “müşavir” filan değildir!..

Kaldı ki; “tek bilgi kaynağı” da Kemalettin Özdemir değildir... Çünkü, Kemalettin Özdemir’in, Cemaatle ilişkisi 2005’te kopmuş... İşin doğrusu, “Hâlâ Gülen Cemaati bünyesinde olup da, ülke hayrına bilgi verenler” de vardır.

Cemaat, bu yüzden paniktedir...

Hatay Kırıkhan’daki “TIR olayı” üzerinden “MİT’i yıpratma” çabaları da, bu paniğin bir sonucu olsa gerek...

Çünkü, fena sıkıştılar!..

2004’TE GÖRÜLEN RÜYA!

“Kemalettin Özdemir olayı”nı bu şekilde izah ettikten sonra, gelelim “en can alıcı soru”ya... Son günlerde “Gülen Cemaati”ne herkes aynı soruyu soruyor: “Şu ana kadar AK Parti’yi ölümüne destekliyordunuz... Şimdi ne oldu size?”

Belki inanmayacaksınız ama; “Gülen Cemaati’nin önde gidenleri”, bu “tavır değişikliği”ni bir “rüya” ile anlatıyorlar...

Evet, evet; “rüya” ile!..

Timetürk’ten Hüdaverdi Allahverdi’nin yazdığına göre;

Rüya, 2004 yılında Amerika’da görülüyor… Rüyayı gören de, Fethullah Gülen...

Cemaate göre, 2004’te görülen rüya bugün gerçek oldu.

Rüya şöyle:

“Takkeyle mağaraya giren Başbakan Erdoğan, generallerle birlikte üniforma giyerek mağaradan çıktı.”

Yani mağara’ya sivil giren Erdoğan, Gülen’in gördüğü rüyada, asker üniforması ile çıkıyordu...

O gün bu rüya üzerine Erdoğan’ın yanında durulmasına karar veren Gülen, bugün gelinen noktada bu rüyanın gerçekleştiğini ve Erdoğan’ın takke yerine askeri üniforma giyerek kendilerini bitirmeye çalıştığını öne sürüyor.

Müslümanlar çok iyi bilir ki;

“Rüya ile amel edilmez.”

Fethullah Gülen’in gördüğü “rüya” mıdır, “kâbus” mudur, bilinmez...

Yalnız, şu bir gerçek:

“Türkiye bir rüyadan uyanıyor.”

“Saldırı”lar bu yüzden!..

***************************************************************

 

 

 

Dolmabahçe’de dinlediğim Erdoğan

Başbakan Tayyip Erdoğan, dün Dolmabahçe’deki Konutu’nda 47 gazeteci ve STK temsilcileri ile “kahvaltılı sohbet toplantısı” yaptı...

Buna “basın toplantısı” değil de, “istişare toplantısı” demek daha doğru olur... Zira, hem “soru”lar soruldu, hem “görüş”ler açıklandı...

Erdoğan’ın neler dediğini haber sayfalarımızda okuyacaksınız... Ben, Erdoğan’ın “söz”lerinden çok “göz”lerine baktım... Öyle ya, çok büyük bir saldırı ile karşı karşıya... Bir yandan dış güçler, bir yandan yerli işbirlikçileri...

Bu durumdaki bir Başbakan’ın halet-i ruhiyesi acaba nasıl?.. Ben, ona baktım... Gördüm ki, Başbakan; son derece rahat... Kararlı ve tavizsiz... “Kavga” taraftarı değil ama, “geri adım” atmaya da niyetli değil... Öyle sanıyorum ki; bir “strateji” belirlemiş, bir “yol haritası” çizmiş... Dedim ya; “söz”lerinden ziyade, “göz”lerine baktım... Fethullah Gülen’den geldiğini sandığım “ıslak imzalı mektup”a bile temkinli yaklaşıyor.. Zira, “Dost Modern Darbe”, gözlerini açmış..

yeniakit