Arap dünyası son günlerde Filistin'deki Abbas yönetiminin İsrail'in katliamlarını ortaya çıkaran BM raporunu engellemeye çalışmasını konuşuyor. Arap yazarlar, bu skandalı ihanetle suçladı.
Mısırlı ünlü yazar Fehmi Huveydi, "İsrail'in skandalı, Filistin yönetimi tarafından daha büyük bir skandalla örtüldü. Bu, tarihte öldürülenin öldüreni cezadan kurtardığı nadir olaylardan biridir" dedi. Huveydi'nin yazısını timeturk okuyucuları için tercüme ettik:
Sis perdesi aralanırken...
Fehmi Hüveydi*
Uluslararası bir komisyonun İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısında savaş suçları işlediğini ispatlaması iyi bir haber. Kötü haberse Filistin liderliğinin İsrail'i yankı uyandıran skandaldan kurtarmaya kalkışıp, suçu belirleyen raporun oylanmasının 6 ay süreyle ertelenmesini talep etmesidir.
(1)
İstersen kendinden daha büyük bir skandalla örtülmüş bir skandal diyebilirsin. Bu, öldürülenin öldürenin suçlu bulunmasına karşın cezadan kurutlması için gönüllü çalıştığı ender görülen hadiselerden biridir.
Cenevre'de 02.10.2009 tarihinde yargıç Ritchard Goldstone'un, İsrail'in son Gazze Savaşı'nda savaş suçları işlediğini ispatlayan ilk uluslararası rapor olma özelliğini taşıyan raporu İnsan Hakları Konseyi'ne sunulduğunda olan oldu. Yargıç Goldstone 28.09.2009 Pazartesi günü raporu Cuma gününe kadar tartışılmak üzere konseye sundu. O Cuma günü konseyin kararını açıklaması gerekiyordu.
Toplantıya katılan diplomatlardan birinden duyduğuma göre aralarında Filistin de olmak üzere Arap grup rapor konusunda çok hevesliydi ve kararın BM genel kuruluna gönderilmesini istiyordu. Amerika ve İsrail doğal olarak buna karşıydı. Avrupa Birliği üyesi ülkelerse huzursuzdu. Hatta tartışma esnasında İsveç temsilcisi, bunun konseyin uzmanlığı dışında siyasi hesaplar gerektireceğini ifade edip, İsrail'in raporun şu anki barış çabalarını felç edeceği yönündeki bahanesini tekrarlayarak bu raporun sonuçlarının sürmekte olan (sonucunu baştan bildiğimiz) barış sürecine ne gibi etkileri olabileceğini sordu.
Konseyde uygulanan sisteme göre yayımlanan karar ya tüm üyelerce onaylanır ya da bu sağlanamazsa anlaşmazlık rapor üzerine oylama yaparak giderilir. Daha sonra konseyin tabi olduğu genel kurula ya da Güvenlik Konseyi'ne gönderilir.
İsrail'in Gazze'de yaptıklarına dair uzun bir liste sunan ve Hamas Hükümeti'nin Gazze'deki bazı uygulamalarını ortaya koyan rapor karşısında İsrail'in ve müttefiklerinin rahatsız olması anlaşılır bir haldi. Çünkü bu rapor 1948'de kurulduğundan beri yaptıklarını suç ilan ediyor. Oysa uzun yıllarca kendisini örten Batı'nın taraflılığına sığınarak kınama ve eleştirilerden uzak kalmıştı.
Gazze saldırısında olanlardan sonra kader, dürüstlük ve adaletiyle bilinen, Ruanda ve eski Yugoslavya savaş suçlarının aaştırılmasında bir tarihi olan yargıcın seçilmesini istedi. İşte o yargıcın ismi Richard Goldstone. Ritchard Goldstone, Gazze'de insanlığa karşı işlenen suç ve ihlallerin gerçeklerini ortaya çıkaracak grubun başına seçildi.
Yargıç bir Yahudi ve Güney Afrika'dan. Anti-semitizme karşı olması ve ikinci soyu, insan onurunu küçük düşüren tüm yönleriyle ırkçı düzenin gerçeğini kavramasına imkân verdi.
Bu arka plan adama 600 sayfalık eksiksiz ve sağlam; gerçekleri söylemekte dürüst davrandığından başka bir söz söylenemeyecek bir rapor hazırlama imkânı verdi. Zira bu, tarihi olarak İsrail'in tarafını tutan İngiltere dışişleri bakanlığı sözcüsünün rapor hakkında yaptığı açıklamalarında ''dengeli bir rapor'' sözlerini kullanmasında tecelli etmiştir.
(2)
İnsan hakları ulusal meclisinde suçlu bulunması kararının yayımlanmasının, Gazze'de işlenen suçlardan sorumlu tüm İsrailli liderlerin Uluslararası Cinayet Mahkemesi'ne sunulmasına ve ülkeleri dışına çıktıkları her yerde kovalanmalarına olanak vereceği söyleniyor. Bu doğru şüphesiz. Ancak durum bu sınırları aşıyor. Çünkü böyle bir karar İsrail'in askeri mekanizmasının desteklenmesine katkıda bulunan tüm Batı ülkelerinin bu yardımları durdurmalarını gerekli kılmaktadır. (Şu anda İngiltere'de Gazze saldırısında İsrail'e silah sunduğu iddiasıyla hükümete karşı bir dava görülmektedir).
Buna ek olarak bu rapor, Avrupa ve Amerika'daki sivil toplum örgütlerine ülkelerinin İsrail'le insanlık karşıtı suç işlediği ispatlanmış olması itibariyle İsrail'in askeri gücünü artıracak bilimsel ve akademik faaliyetlerle ilgili bağlarını koparması için güçlü, kanuni bir dayanak oluşturmaktadır.
Bu sebepler İsrail'in sadece dış ilişkilerinde aksaklığa yol açmasına değil (siyasi ve ahlaki bir skandal olmasının yanında) aynı zamanda suçlarını daima örtmeyi alışkanlık haline getiren dostlarına karşı utanç duymasına da yeterliydi. İsrail'in İnsan Hakları Konseyi tarafından bir karar yayımlanmasını durdurmak için elindeki tüm baskı yöntemlerini uygulayıp tüm kozlarını kullanması garipsenecek birşey değildir. Bilgi açısından; Amerika bunda ana rol oynamıştır. İsrail'le sıkı bağlantısı olan bir Arap ülkesi de Filistinlilere ve Araplara baskı uygulanmasına katıldı. Kullanılan temel gerekçe ise bu kararın yayımlanmasının ve Arap grup tarafından onaylanmasının Başkan Obama'nın köprüler kurmak ve istenen çözümü sağlamak için harcadığı çabayı boşa çıkaracağı idi. Bu gerekçeyi öne sürenler Başkan Obama'nın heder edilmemesi gereken bir fırsatı temsil ettiği ve İnsan Hakları Konseyi'nin kararının yayımlanmasına bağlı sonuçların bu fırsatın kaçırılmasına neden olacağı fikrini esas almaktadır.
İşin hepsi bu kadarla kalmadı. Çünkü İsrail, Dışişleri Bakanı Avidgor Lieberman'ın dilinden İsrail'in Gazze'de işlediği suçlardan ötürü yargılanmasını isteyen Ramallah'taki yönetimin Gazze'deki Hamas yönetiminin düşürülmesi için İsrail'e savaşında en uç noktaya gitmesi için baskı yapan asıl taraf olduğunu açıkladığında Filistin Sultası'nın suratına başka bir bomba daha fırlatmış oldu. (Jerusalem Post 25/09). Bu bilgileri Mısır Eş-Şuruk gazetesi de 04.10.2009 tarihinde yayımladığı bir raporla onaylamıştır. Zira gazete, Gazze'deki uluslararası siyasi bir örgüte tabi kaynaklardan aktardığı haberde İsrail'in elinde Filistin Sultası'na bağlı emniyet biriminin Gazze'deki direniş eylemlerine karşı iki taraf arasındaki sıkı güvenlik işbirliği çerçevesinde İsrail'e bilgiler temin ettiğini ispatlayan belgeler bulunduğunu açıkladı.
Bu bilgiler şu yaygın sözü doğrulamak için ortaya çıkmıştır; ''eğer iki ortak ihtilafa düşerse gizli olanlar ortaya çıkar''. Görünen o ki gizli olan daha da büyük. Çünkü İsrailliler ayrıca Ramallah'taki Sulta'yı ilgilendiren bazı ekonomik projelerin durdurulması tehdidinde bulundu. Bunların başında da Ebu Mazen'in (Mahmud Abbas) Batı Şeria'da büyük bir işadamı olan oğlunu ilgilendiren telekomünikasyon şirketi kurulması sözleşmesi geliyor.
Sultanın başkanına tüm bu baskılar önceden ve Cenevre toplantıları esnasında, karar üzerine oylamanın yapılacağı güne; sürpriz ya da büyük skandal meydana gelene kadar sürdü. (02.10.2009). Sonunda da Filistin temsilcisi İbrahim Harişe, karara konseyin önümüzdeki yıl Mart ayı oturumuna yani 6 ay sonraya ertelenmesini istedi. Haaretz gazetesi 4/10 tarihli sayısında erteleme kararını Amerikan konsolusun 1/10 Perşembe günü kendisini ziyaret etmesinin ardından Ebu Mazen'in aldığını yazdı. Şu da bilinmeli ki toplam 47 üye ülkeden 33'ü rapora onay vermeye niyetliydi.
(3)
Filistin'in talebi tüm düzeylerde büyük yankı uyandırdı. Öyle ki Sulta İsrail'in konumunu örtmeyi kabul etti ve tamamen açıkta kaldı. Sulta'nın temsil ettiği halkı savunan bir raporu durdurtup iptal ettireceği hiç kimsenin aklına gelmezdi. İşin korkunç yanı da bu. Çünkü artık bu sulta yaptığıyla davanın geleceği ve kaderi adına güvenilirliğini kaybetmiştir.
Ramallah'tan olanlara gerekçe göstermek adına birçok haber yayıldı. Birinde Amerikan baskısına gönderme yapıldı. Birinde başbakan Selam Fayyad'a işaret edilerek baskıları yapmakla o suçlandı. Bir diğerinde ise bunun elini bu skandaldan sözcüsü aracılığıyla temizlemek isteyen Fetih hareketinin değil hükümetin konumu olduğu iddia edildi. Ancak bunların hiçbiri kimseyi; hatta aralarından ekonomi ve Kudüs işleri bakanlarının uyguladığı siyasetleri protesto etmek için istifa ettiği bakanlarını bile ikna etmedi. Öyle ki sosyal işler bakanı şöyle dedi; ''Sulta'nın konumu Filistin halkının yüksek çıkarlarına zarar verdi''.
Buna eşzamanlı olarak Filistin sahasında yankıları ardarda görüldü. 14 insan hakları örgütü Ramallah'taki Sulta'nın konumunu kınadı. Gazze'de sesler bu konumun ''şehitlere ihanet ve kanlarının heder edilmesi'' anlamını taşıdığı ''siyasi, ahlaki bir skandal, Arapların kurbanlarına bir tokat'' olduğu yönünde yükseldi.
Filistinli siyasetçi-yazar Bilal Hasan bu durumu şu sözleriyle ifade etti; ''Batı Şeria'daki Sulta, Amerika'nın emirlerine boyun eğen bir yönetim olarak göründüğünde önce halkının gözünde düşüyor, sonra da prestij ve itibarını kaybediyor."
Bu Filistin kınaması, Sulta'nın konumundan ötürü şok olan Arap dünyasında yankı yaptı. Hatta bölge sınırlarını aştı ve rapor üzerine oylamanın ertelenmesini kınayıp Güvenlik Konseyi'ne taşınmasını isteyen Uluslararası Af Örgütü Amnesty tarafından dile getirildi.
(4)
Gerçekten şok edici ve trajik bir konum. Ancak bu bir sürpriz mi? Bu soruya cevabım olumsuz yönde. Çünkü çatışma tarihi yazılırken birçoğu, Filistin liderlerinin, 1979 yılında Camp David Anlaşmasının dile getirdiği Arapların kırılması atmosferinde siyasi oyuna girdiklerinden beri İsrail'e ücretsiz hediyeler sunmaya devam ettiğini keşfedecektir. Bu hediyelerin tümü bir yandan davayı kemirme hanesinde yerini alırken öte yandan da İsrail'in güçlendirilmesini sağlamaktadır.
1993 yılında Oslo Anlaşması imzalanmadan önce Yaser Arafat İsrail başbakanı İshak Rabin'e bir mesaj gönderdi. Bu mesajda direnişi ''terör'' olarak gördüğünü onaylayarak, ortadan kaldıracağı vaadinde bulundu. Anlaşmada İsrail, sadece FKÖ'nü ve Filistin halkını temsil ettiğini tanıma karşılığında varlığının yasallığı ve güvenlik içinde olma adına Filistin'in resmi onayını aldı. Bu tanımanın hemen ardından İsrail 1967 yılında işgal edilen toprakları tartışmalı alana çevirdi ve bu toprakları Yahudileştirip yerleşim kurma yolunda bozgunculuk yapmaya başladı. BM'den Siyonist hareketin ''ırkçı'' bir hareket olduğu yönünde yayınladığı kararını iptal etmesini isteyen Filistin liderliğiydi. Uluslararası Adalet Mahkemesi'nin ırkçı duvarın, işgal edilmiş topraklar üzerine kurulan yerleşimlerin hükümsüzlüğüne dair kararını görmezden gelen de oydu. Müzakerelerinde mültecilerin dönme hakkını da o düşürdü ve toprak değişimini kabul etti.
Yine BM'in ve uluslararası mercilerin kararlarını görmezden gelerek Amerika'nın daha ilk bentlerinde direnişin tasviyesinin zorunluluğunu içeren Yol Haritası'nı geçerli kılan da oydu. Filistin direnişine karşı İsraillilerle güvenlik koordinasyonu ağına da o girdi. Gazze kuşatmasına da katılmasından sonra Katar ve Endonezya'nın sunduğu ve Gazze'nin felaket bölgesi ilan etmesi çağrısında bulunduğu karara genel kurulda karşı çıktı. İsrail Kenesset'i Uluslararası Kanun'u açıkça ihlal ederek Filistinlilerin topraklarını satıp dünyadaki Yahudilerden istediklerine mülk edeceği kararını ilan ettiğinde de yerinden kıpırdamadı.
Bu arka planla daha birçok başka gerçeklerin üzerinden atladı. Sicili böyle olanın Gazze Savaşı'nda İsraillilerle işbirliği yapması ya da İsrail'in işlediği savaş suçlarının BM'ye sevk edilmesini öngören bir kararın çıkmasını engellemesi de çok değildir.
Eğer bu analiz doğruysa olanlar, herkesi şaşırtan yeni rezil bir durumun türemiş olması anlamı taşımaz. Ancak olan Cenevre'de aslında mevcut bu rezaletin, suçustü yakalanmış gibi ortaya çıkmasıdır.
* Mısırlı ünlü düşünür-yazar
Bu makale www.timeturk.com için Defne Bayrak tarafından tercüme edilmiştir