Filistin"de mes"elenin özü, "diplomatik tanıma" değil, psikolojik savaşı kaybetmeme çabası..
Muhakkak ki, son yüzyıllarda, uluslararası hukukun önemli kavram ve terimlerinden birisi, "diplomatik tanıma"dır... Gerçi, bir "devlet"in, Devletler Hukuku / diplomasi açısından bir kimlik ve hükmî şahsiyet kazanabilmesi için, başka devletler tarafından tanınması şart değildir. Ama, yine de, "tanıma", yeni teşekkül eden bir devletin devletlerarası topluluğun diğer üyeleri tarafından da bir üye olarak kabul edildiği mânasına gelir. Ama, "tanıma" veya "tanımama"nın getirdiği bir çok avantajlar veya dezavantajlar var, tabiatiyle..
Ve tanıma, uluslararası hukuk kurallara uygun şekilde (hukukî/ de jure) bir çerçevede olabileceği gibi, "fiilî / de facto" bir çerçeve içinde de gerçekleşebilir.. Veya sarih bir tanıma olabileceği gibi, zımnî bir tanıma da olabilir..
Sarih, net/ açık tanıma, resmî beyanlarla ve hukukî / diplomatik formlara uygun olarak yapılan işlemlerle gerçekleşir..
Zımnî tanıma ise, devletlerin yeni kurulan bir devleti açık bir hukukî/ diplomatik muamele olmaksızın, o yeni devletin uluslararası bir konferansa katılmasını kabullenilmesi, elçi veya temsilciler gönderilmesi gibi yollarla olur.. Tanıyan devlet, devlet olarak tanınan devletle ilişkisini eşitlik ilkesi çerçevesinde yürütmek durumunda kalacaktır. "Tanıma"nın geriye alınması prensip olarak kabul edilmese bile, "tanıma"dan sonra da diplomatik ilişkilerin hiç tanıma olmamış gibi kopması da mümkündür.. Şah İranı"nın siyonist İsrail rejimini yıllarca tanımasına rağmen, İslam İnqılabı"nın gerçekleşmesinden sonra, İİC"nin siyonist İsrail rejimiyle ilişkilerini bütünüyle koparmasında olduğu gibi..
Yani, tanıma, sadece psikolojik açıdan bir destek mahiyetinde olup, tanıyan devlete hukukî bir yükümlülük getirmez.. Ancak, o "tanıma"dan zarar gören başka tarafların tepkileri oluşabilir, o kadar.. Ayrıca, uluslararası hukukun emredici kurallarına aykırı bir devlet oluşumun veya işlemin tanınmaması yükümlülüğü de vardır; bugünkü uluslararası hukuk açısından.. Meselâ, silah ve zor kullanılarak, işgal ve gasb yoluyla ele geçirilmiş topraklarda oluşturulmuş ve kendisini devlet olarak ilan etmiş bir uluslararası sosyal vakıanın kabul edilmemesi de, uluslararası hukukun yükümlülüklerinden birisi olarak gösterilir kağıt üzerinde.. Ama, bu da, yine, uluslararası hukuka yön ve şekil veren güç unsurunun çerçevesi içinde şekillenir..
Uluslararası veya Devletler Hukuku"nun kaynakları olarak, "Uluslararası Adalet Divanı" statüsünün 38. maddesi, 4 kaynaktan bahsetmektedir: Andlaşmalar, teamül (örf ve âdet), genel hukuk ilkeleri ve mahkeme kararları ile doktrin..
Bunlar da, Uluslararası teamül (örf ve âdet), Genel hukuk ilkeleri, Hakkaniyet ve Nısfet duygusu gibi yazılı olmayan kaynaklarla; Uluslararası andlaşmalar, Mahkeme ictihadları ve Doktrin gibi yazılı kaynaklardan oluşur..
Görülmektedir ki, uluslararası hukuk dediğimiz ve üzerine kutsallıklarla sarmalanmak istenilen kavramlar, güçlülerin yorumuna göre şekillenen muğlak laf yığınından başka bir şey değildir..
Daha da önemlisi ve acı olanı, bugün geçerli kabul edilen uluslararası hukukun tedvin olunmasında, şekillenmesinde, insanlığın en az dörtte birini oluşturan dünya müslümanlarının hiç bir iradesi, etkisi-katkısı olmamıştır..
Geçmiş asırlarda ise, devletlerin münasebetlerini tarafların anlaşmaları veya andlaşmaları oluştururdu.. Bu anlaşma veya andlaşmalarda verilen söze riayet etmek hususu ise, "ahde vefâ" gibi tamamiyle ahlâkî bir prensipten ibaret olup, bu da, İslam"ın uluslararası ilişkilere kazandırdığı önemli bir etkendir.
*
Bunları siyonist İsrail rejiminin tanınması-tanınmaması etrafında bugünlerde yeniden yükselen tartışmalar dolayısiyle tekrarlıyoruz..
Osmanlı"nın dağıtılmasından sonra, devletsiz ve silahsız savunmasız kalmış Filistin müslümanlarının topraklarını siyonist yahudilerin zorla, silah yoluyla işgal ve gasb ederek Mayıs- 1948"de İsrail adında yeni bir devlet olarak ilan etmesi, bugünkü uluslararası hukuka göre tanınmamayı diğer devletlere bir yükümlülük olarak getiriyordu..
Ama, İkinci Dünya Savaşı"nın galibi olan devletler, kendi kültürlerinin bir üstün kuralı olarak gösterdikleri uluslararası hukuka aldırmayarak, bu yeni oluşumu diplomatik açıdan ve alelacele tanıyıp, müslüman dünyasına dayatmış ve o yeni oluşumu, siyonist İsrail rejimini korumalarına alıp, onun bugünkü uluslararası hukuka göre kesinlikle kabul edilmemesi gereken ve Haziran-1967 Savaşı"ndan sonraki yeni işgal ve gasblarını da kabul etmişlerdir.
*
HAMAS"ın "tanımama"da direnmesine nasıl bakmalı?
Hatırlayalım ki, TC. rejimi, siyonist İsrail rejimini ilk günlerinde ve ilk tanıyanlar safında yer alırken, hemen bütün arab rejimleriyle Filistin"liler siyonist İsrail rejimini ilk 30 yıl "tanıma"dılar.. Mart-1979"da Enver Sedat Mısırı, Camp David Andlaşması"nı imzalayıp, siyonist İsrail rejimini tanıyınca.. Bütün arab rejimleri, Enver Sedat"ı ve Mısır rejimini hıyanetle suçlamışlardı. Sedat ise, "15 yılı geçmez, hepiniz benim yolumu takib edeceksiniz" diyordu; uzak görüşlülükle değil, kalben teslim olmayı ve psikolojik yenilgiyi kabullenmişliğin bir göstergesi olarak..
Ve, BM Genel Kurulu tarafından Filistin halkının diplomatik açıdan tek hukukî temsilcisi olarak kabul edilen ve Yâsir Arafat"ın lideri olduğu "El"Feth" teşkilatı, "İsrail rejiminin (Filistin topraklarından) yokedilmesini" tüzüğünün birinci maddesinde temel kabul etmişken, (sürgündeki) Filistin Ulusal Meclisi"nin 1989 yılında Tunus"ta yaptığı toplantıda bir geri adım atarak, bu maddeyi tüzüğünden kaldırıyordu..
Daha sonra da, 1993-Oslo Andlaşması"yla, "El"Feth", lideri Arafat aracılığıyla, İsrail rejimini resmen tanıyordu..
Ama, Filistin Mes"elesi yine hallolmuyordu..
Üstelik, o tanıma ve andlaşmalara rağmen, daha sonra, siyonist İsrail rejimi tarafından, bizzat Arafat"ın başına bile ne büyük sıkıntılar getirildiği hatırlanmalıdır..
Hele de Arafat"ın ölümünden sonra, Mahmûd Abbas"ın liderliğindeki "El"Feth"in takib ettiği uzlaşmacı çizginin ürünü de, HAMAS"ın (İslamî Mukavemet Hareketi"nin) yükselmesi oldu.. Ve Ocak-2006"da yapılan Filistin Özerk Bölgesi"nde bir seçim yapılınca.. HAMAS, oyların yüzde 65"ini, "El"Feth" ise, sadece yüzde 32"ini almıştı..
Bu beklenmiyordu..
O halde, Amerikan emperyalizmi, İsrail ve AB ülkeleri, HAMAS"ı, seçim kazandığı için suçlamalıydılar; öyle de yaptılar ve HAMAS"ı "terörist" bir teşkilat olarak ilan ettiler..
Ama, Mahmûd Abbas liderliğindeki "El"Feth" bu durumu kabul etmedi ve özerk yönetimi Filistin halkının iradesine uygun şekilde, yeni seçilenlere devretmekten, emperyalist sionist çevrelerin de tam desteğiyle kaçındılar ve sonunda HAMAS, Gazze Şeridi"nde, "El"Feth" ise, Batı Şeria"da, ayrı yönetimler oluşturdular ve bu iki başlı yönetim tablosu üzerine, taraflar arasında yıllardır kanlı çatışmalar da meydana geldi.. Bu kanlı çatışmalar elbette ki, en başta da siyonist İsrail rejimini memnun ediyor ve İsrail rejiminin iradesine boyun eğen Mahmûd Abbas yönetiminin korunmasına olanca hassasiyet gösteriliyor ve Gazze"deki yönetimin güçlenmemesi için de, basit bahanelerle, Gazze üzerine en zâlimâne saldırıları, bombardımanlar düzenliyordu..
Amma, Mısır"daki 30 yıllık Husnî Mubarek rejimi çökünce..
Beklenmiyen bir gelişme oldu ve HAMAS ile El"Feth, Mayıs-2011 başında, aralarındaki düşmanlığa son verdiklerini ve yeni bir hükûmet oluşturulmasını hükme bağlayan bir anlaşma imzaladılar.. Bu anlaşmanın sağlanmasında Ahmed Davudoğlu"nun çalışmaları da etkili oldu muhakkak ki, ama, yeni Mısır yönetimi de tıpkı Mubarek rejimi gibi hareket etseydi, bu anlaşma imzalanamazdı, herhalde..
Tabiatiyle bu durumdan İsrail rejimi ve Amerikan emperyalizminin karar merkezleri oldukça rahatsız oldular..
Çünkü, HAMAS, İsrail"i bundan sonra da tanımayacağını ısrarla belirtiyordu..
Ama, burada bir çelişki de ortaya çıkıyordu.. Çünkü, "El-Feth" İsrail"i tanımıştı ve yığnıla anlaşmalar imzalamıştı, İsrail rejimiyle.. HAMAS işte böyle bir "El"Feth" ile işbirliği yapıyordu..
O zaman da, HAMAS, dolaylı olarak "El"Feth"in kabulüne mi katılmış oluyordu; ya da, "El"Feth", dolaylı olarak, HAMAS"ın reddine mi katılmış oluyor ve İsrail rejimini tanımış olsa bile, yeni duruma göre, yeni bir tavır mı geliştirmek istediğini ortaya koyuyordu?
Her iki yorum da yapılabilir..
İsrail Başbakanı Netanyahu ise, bu anlaşma üzerine küplere biniyor ve "İsrail"i tanımayan ve onu yok etmek istediklerini belirten bir HAMAS"la anlaşma yapan El"Feth"e de artık güveninin kalmadığını ve böyle bir Filistin Özerk Yönetimi"yle işbirliği yapmalarının beklenmemesi gerektiğini" ifade ediyordu..
Üstelik, HAMAS"ın önde gelen liderlerinden Mahmûd Zahar da, İsrail"i, asla tanımayacaklarını açıklıyordu, 11 Mayıs günü..
İşte böyle bir hassas dönemde, Amerikan Başkanı Obama, 19 Mayıs günü yaptığı açıklamada, "İsrail rejiminin, Haziran-1967 Savaşı öncesindeki sınırlara çekilmesinin, kalıcı ve âdil bir barış için şart olduğunu; Filistinlilerin de İsrail"i tanımasının gerekliliğini" açıklıyor ve başta İsrail olmak üzere, dünyadaki bütün siyonist çevreleri ve onların yandaşlarını kızdırıyordu..
Gerçi, Mahmûd Zahar, 11 Mayıs günü Filistin"in mahallî ajanslarından Ma"an"a verdiği beyanatta, "1967 Savaşı öncesi sınırın kabul edilebilir olduğunu, ama, bunun tanıma mânasına alınmaması ve belki ateş-kes olarak değerlendirilmesi gerektiğini" belirtmişti.. Ama, Obama"nın bir hafta sonra yaptığı konuşmadaki "1967 Savaşı öncesindeki sınırlara çekilmenin de kabul edilemiyeceği" HAMAS çevrelerinde açıkça dile getiriliyor ve HAMAS Sözcüsü Dr. Sâmi Ebû Zuhrî de, "Amerikan yönetimi daha önce de başarısızlığa uğradığı gibi, HAMAS'ı, siyonist işgal devletini tanımaya mecbur etme teşebbüsünde de yine başarısız olacak.." diyordu..
*
Obama, bir ileri, iki geri; gelecek seçimleri düşündüğü belli..
Obama"nın 19 Mayıs günü yaptığı konuşma, sadece siyonist İsrail rejiminde değil, dünyada bütün siyonist mahfillerde tepki ile karşılaştı..
Nitekim, aldığı eleştiriler karşısında, Obama, o konuşmanın iki gün sonrasında, Amerikan Yahudileri kuruluşu olan AİPAC"da yaptığı konuşmada, "1967 Savaşı sınırları"yla ilgili sözlerinin yanlış anlaşıldığını söyleyiverdi..
Amerika"nın en güçlü Yahudi örgütü olarak kabul edilen AIPAC"in toplantısında, 10 bin yahudi"ye hitap eden Obama, "Pozisyonum yanlış yorumlandığı için "anlaşmalı takas"a dayalı 1967 sınırları"nın ne anlama geldiğini bir kez daha açıklamama izin verin. Tanım gereği, İsrailliler ve Filistinliler 4 Haziran 1967"de var olan sınırlardan farklı bir sınırı müzakere edecekler. Bu, bir kuşaktır bu konuda çalışan herkesin çok iyi bildiği bir formüldür. Bu, son 44 yıldır o topraklarda oluşan yeni demografik gerçekler ve iki tarafın da ihtiyaçları dahil, taraflara değişimleri hesaba katma imkanı tanıyacaktır. Eğer tartışmalı bir konu varsa, bu içerikten kaynaklanmıyor. Benim perşembe günü yaptığım, uzun süredir kabul edilen bir durumu kamuoyu önünde söylemekti." diyerek, kendisine manevra alanı açmaya çalışıyordu..
Alkışlarla kesilen konuşmasında, Obama, ayrıca, "HAMAS ile El-Feth arasındaki anlaşmanın, barışın önünde büyük bir engel olduğunu, hiçbir ülkenin kendisini yok etmeye yemin etmiş bir örgütle müzakere masasına oturamıyacağını" da söylüyordu, tıpkı Netanyahu gibi..
Obama, ayrıca, "İsrail"in askerî üstünlüğüne destek vermeye devam edeceğiz" de diyor; Eylûl"de Birleşmiş Milletler"de yapılması planlanan Filistin oylamasını veto edeceğini, "İsrail"in meşruiyetini tehdid eden çabaların, ABD"nin sarsılmaz muhalefetiyle karşılaşacağını" taahhüd ediyordu...
Ama, bu sözler, o sırada Washington"u ziyaret etmekte olan Netanyahu"yu tatmin etmeye yetmiyordu.. Nitekim, siyonist İsrail gazeteleri, Obama ve Netanyahu"nun ayrı gezegenlerde dolaştıklarını yazıyor ve Tel-Aviv"deki Amerikan B. Elçiliği önünde siyonist yahudiler protesto gösterileri düzenleyip, "Bizi düşmanlarımızın önüne av olarak mı atıyorsunuz?" şeklinde trajik çığlıklar atıyorlardı..
Daha da ilgi çekici olanı, Obama"nın AİPAC"daki konuşmasından hemen sonra Avrupa ülkelerine geziye çıkması ve bu geziye çıkarken, "İsrail"in 1967 Savaşı öncesi sınırlara çekilmesinin kalıcı ve âdil bir barış için şart olduğu şeklindeki görüşlerinde bir değişiklik olmadığını" tekrarlıyor ve bu duruma karşı Netanyahu da, Obama"yı Amerikan iç siyaset arenasında sıkıştırmak için temaslarını sürdürüyor ve Amerikan Kongresi"nde konuşuyor ve "1967 Savaşı öncesi sınırlara çekilmek önerisi kabul edilecek olursa, o zaman İsrail"in savunmasız kalacağını" ileri sürüyordu..
*
Açık olan şu ki, Obama, 2010 Kasımı"nda yapılacak olan Başkanlık seçiminde bir kez daha aday olup kazanabilmek için, her tarafa gülücükler yağdırmaya devam ediyor ve özellikle de B. Amerika"da çok güçlü olan yahudi lobisini kızdırmamak ve gönüllerini almak için, elinden gelen atraksiyonu yapıyor ise de; siyonist çevreler, Obama"nın kendilerine her an yeni durumlarda yeni tavırlar takınabileceğinin korkusundan kurtulabilmiş değiller..
Çünkü, Amerika"da, müslümanların da, üç milyona yaklaşan nüfuslarıyla, yahudilerden sonraki üçüncü büyük din grubunu oluşturduğu ve seçimlerde onların oylarının da hesaba katılması gerektiği hesab edilmek durumunda.. Ortadoğu"da, hele de Filistin"de müslümanların hukuku gözetmeyen bir siyaset, muhakkak ki, seçimlerde pahalıya mal olabilir.. Unutmayalım ki, G. W. Bush"un ilk dönemde Başkan seçilmesi, Florida eyaletindeki 3 bin kadar oy"un, seçimlerden iki ay kadar sonra mahkeme kararıyla Bush tarafına yazılması ve böylece Amerikan Kongresi"nde Cumhuriyetçilerin çoğunluğu sağlamasına yol açmasıyla gerçekleşebilmişti..
Bu durumu Obama da düşünmek zorundadır. Elbette o, İsrail için kalıcı barışı da esas alıyor, ama, seçimleri düşünmüyor da denilemez..
*
Netice olarak şu söylenebilir:
"Ne Barış, Ne Savaş" durumu ilanihaye sürdürülemez.. Hele de Ortadoğu"da..
Müslüman topraklarını işgal ve gasb ederek kendilerine bir hayat alanı ve vatan oluşturmaya çalışan siyonist yahudilerin, böyle bir vatan için illâ da müslüman coğrafyalarında ısrarı karşısında, bir Barış Andlaşması"na itiraz edecek müslüman kitleler de daima olacaktır..
Mes"elenin, "tanıma" terimi etrafında kenetlenmiş gözükmesi, sürdürülmekte olan psikolojik savaş sebebiyledir.. Yoksa, son asırlarda ortaya çıkmış olan "tanıma" kavramının o kadar önemi yoktur ve hasmı ile savaşmak isteyen taraf, bir "tanıma" olsun veya olmasın, uluslararası hukukta kendi gücüne göre yorumlar yapabilir, ve hele de zafer kazanırsa, uluslararası hukuku istediği gibi yorumlayabilir..
Amerikan emperyalizminin yaptığı gibi..
haksöz