Filistin’de 1948’den beri süregelen sionist işgal ve zorbalığa karşı mücadele veren en radikal örgütlerden İslamî Mukavemet Hareketi (el’Hareke-t-ul’Muqaveme-t-ul İslamiyeh- HAMAS), geçen hafta, mücadele stratejisinde temel bir değişiklik yaparak, sionist İsrail rejiminin 1967 Savaşı öncesi sınırlar içindeki varlığını kabul ettiğini açıkladı. Bu elbette çok önemli bir gelişme..
Konunun daha etraflıca anlaşılması açısından, son yüzyılını ana hatlarıyla, -bir özet halinde- tekrarlayalım:
***
1. Dünya Savaşı’nda General Allenby komutasındaki İngiliz ordusu 1917’de, alman generali Falkenhein ‘Paşa’ komutasındaki Osmanlı Ordusu’nu Filistin Cephesi’nde yenilgiye uğratmıştı. Allenby, Haçlı Orduları’nı yenilgiye uğratan Selahaddin Eyyubî’den bu yana, 800 yıldır Müslümanların elinde olan toprakları işgal ederek Şam’a girdiğinde, doğruca Selahaddin Eyyubî’nin mezarına gidip, sandukaya mağrur bir edâ ile bir tekme vurarak ‘Kalk,’ SALADİN! Biz geldik!’ demişti.
Bu işgalin ardından da İngiltere Hükümeti, (Dışişleri Bakanı’nın adıyla anılan) meşhur Balfour Beyannamesi’yle, dünyadaki Yahudilerin Filistin’e göç etmeleri çağrısı yapmış, başkalarının topraklarını, üçüncü bir taraf olan başkalarına peşkeş çekmiş; 2000 yıldır vatansız ve dünyanın çeşitli yerlerinde dağınık yaşayan Yahudiler de beklemedikleri bir anda toprak sahibi olacaklarının heyecanı ile Filistin’e akmaya başlamışlardı.
Halbuki, 1897’de İsviçre- Basel’de, Yahudilerin de bir devletlerinin olması(sionizm) ideali etrafında ilk kez bir sionizm kongresi toplayan Theodore Hertzl bile, Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması şeklindeki rüyasının bu kadar kısa zamanda gerçekleşme sürecine girebileceğini tasavvur etmemişti. Ama, artık sionistler için yol, büyük çapta açılmıştı.
***
1917- 1948 arasında güçlü dış destek ve en modern silahlarla mücadeleye giren sionist yahudi grupları ile, İngiliz ve Fransız işgali altında esir yaşayan devletsiz, ordusuz-örgütsüz, silahsız kalmış perişan Filistin halkının irili-ufaklı direniş grupları arasında uzuuun ve çetin mücadeleler cereyan etmişti. Bu mücadele grupları içinde,1936 yılında şehit edilen İzzeddin Qassam’ın yeri, İslamî bir dünya görüşüne dayalı olarak verilen mücadele olması açısından daha bir ayrı idi.
Ama, İzzeddin Qassam’dan sonra onun yeri doldurulamadı ve araya giren ‘2. Dünya Savaşı tabloyu daha bir olumsuz etkiledi. Çünkü esasen Hristiyanlık tarihinin ve kültürünün en kanlı sahifelerini oluşturan ve pogrom, holocaust vs. isimlerle anılan anti-semitik (Yahudi düşmanlığı) soykırım siyasetlerini Hitler Almanyası elinde daha bir sistematik şekilde uygulanmaya başlaması üzerine, başta Almanya olmak üzere hemen bütün Avrupa’daki Yahudilerden yüzbinlercesi Filistin’in yolunu tutmuşlardı.
***
2. Dünya Savaşı’ndan Hitler Almanyası ve müttefiklerinin ağır bir yenilgiyle çıkmasından ve hele de B. Amerika liderliğindeki dünyanın galip gelmesinden sonra, sionist Yahudilerin bir devlet kurma ideali daha bir tahakkuk etme yoluna girmişti. Bu arada dünyanın çeşitli yerlerindeki Yahudi zenginlerinden Filistin’de tutunmaya çalışan sionist Yahudi örgütlerine muazzam para ve silah yardımları ulaşıyordu. Yahudiler ise İrgun, Stern vs. isimler altında terör örgütleri de oluşturmuşlardı. (Ki, bu kanlı örgütlerin liderleri, geleceğin sionist İsrail rejiminde Başbakanlık ve Bakanlık makamlarına da gelen Menahem Begin, İshak Şamir, Moşe Dayan gibi isimlerdi.)
Sionist Yahudi terör örgütleri, yerleşim birimlerine, kasaba ve köylere yaptıkları baskınlarda Müslüman halkı yüzler halinde katlederek dehşet saçıyorlar ve yerli halkın kaçmaktan başka çarelerinin kalmadığını bu yöntemle anlatmaya çalışıyorlardı. Ki, bu korkunç kanlı baskınların en ünlüsü, bir gecede kadın- çocuk, savunmasız sivil, 350’den fazla Müslümanın katledildiği Deyr Yasin katliâmıdır.
Ve, Mayıs-1948’de, eski Osmanlı vatandaşı David ben Gurion, dünyaya, İsrail adında yeni bir devletin kurulduğunu ilan edecekti.
(Bu konuya, yarın da devam edelim, inşaallah..)
stargazete