“Sesi çağlar öncesinden gelen” gibi, “bundan sekiz – dokuz nesil önceki büyükleriyle aynı zihinsel ve dogmatik sınırlara sahip olmak için insan onuruna karşı gösterdiği direniş” gibi, “meydanlarda cadı diye kadın yakmak” gibi ifadeler, evet, tanıdık bir “İslam karşıtlığı”nın izlerine basıyor. Metnin geri kalan kısmı bu öfkenin, hatta kinin dolgu malzemesi niteliğindedir.
Kur’an-ı Kerim’in bu tipler için de bir tanımlaması vardır:
“…..kinlerini ağızları ile dışa vuruyorlar, ancak kalplerinde gizledikleri kin daha büyüktür.” “ ….size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar.” (Al-i İmran, 118-119)
Evet, o metin İslam’a daha kategorik olarak “çağdışı” diyen zihniyetin 2020’ye kadar sarkan versiyonudur.
Bu metne tepkiyi öncelikle, bu tür bagajlardan arınma arayışında olan mesela CHP’nin, mesela Kılıçdaroğlu’nun göstermesi gerekirdi. Çünkü muhafazakâr camialarda keskin tepkilere sebep olacağı açık olan bu çıkış, öncelikle onlar için bir karartma zeminine dönecekti. Ama bunu okumak da bir siyasi hassasiyet gerektiriyor. Henüz o hassasiyet sergilenmiş değil. Ayrıca Baro’nun içinden bir tepkinin çıkması da Baro için bir sağduyu işareti olurdu.
İkinci olarak, Başkan Erbaş’ın minbere taşıdığı konu, evet Kur’an ikazlarıyla ilgilidir. Kur’an’da zina yasaklanıyor. Eşcinsellik, Lut kavmi vesilesiyle toplumları felakete sürükleyen bir fiil olarak anlatılıyor. Kur’an’da yasak kapsamına alınan başka işler de var. Mesela “Faiz Allah’a savaş açma” gibi değerlendiriliyor. “Yetim malını yemekle ateş yemek” aynı nitelikte görülüyor. “Sarhoş edici şeyler” yasaklanıyor. “Günah neden günah?” diye bir başlık açıldığında bunların “Hikmet”leri üzerinde durulabilir. Kur’an, “Günahlar”la toplumsal felaketler arasında irtibat bulunduğu kanaatini de veriyor.
İslam inancına göre evrende var olan her şey Allah’ın bilgisi, iradesi, kudreti, yaratması dışında görülmediği için insanın – toplumların yaşadığı tüm olaylar da bu ana inanç çerçevesinde değerlendiriliyor. Bu bir inanç meselesi.
Ama insan, inansın inanmasın, insan davranışlarının hem kendisi hem toplum için bir bedeli olduğunu da biliyor. Zinanın da bir bedeli var, eşcinselliğin de, faizin, kul hakkına riayetsizliğin, işkencenin, katlin vs.’nin…
Kur’an’da bir ayet var: “Bir de öyle bir fitneden sakının ki, içinizden sadece zulmedenlere isabet etmekle kalmaz…..” (Enfal 25) Yani şöyle bakalım, gözle görülmeyen bir virüs, zaman içinde tüm vücudu denetimi altına alabiliyor. Ben bir ara “Günaha özgürlük” talepleri seslendirilince “Günahı sadece kendimiz için ak olarak görme eğilimindeyiz. Herkesin günah işlediği bir toplumu düşünmek bile insanı ürkütebilir” diye yazmıştım.
Aslında seküler hukuk da, kimi cezaları, toplumun genel yapısını sarstığı için yasaklar. Diyelim eşcinsel evliliğin yasal hale geldiği toplumlarda bile geniş toplum kesimlerinin buna karşı olduğu biliniyor.
Bu konuları, zaman zaman boğucu niteliğe bürünen kampanyalardan da bağımsız kalarak değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum.
Evlilik dışı ve daha ötede hiçbir sınır gözetmeyen cinselliklerin insan nesli için “bedel”i aslında bir uçtan görülmeye de başlanmış bulunuyor. Ne diyelim, kimilerine çok naif gelebilir ama, ben biraz daha akl-ı selim uyarısı yapmayı tercih ederim.
Bir başka duyarlılık, bana göre, islâmî camianın “Hocalar”ına düşmektedir. Derim ki, sosyal medyada fırtınalar estiği ortamda, bir tartışmanın göbeğine palas pandıras dalmak yerine, hangi söylem hangi zamanda hangi üslupla daha sağlıklı, İslam’ın insanlara ulaşması noktasında isabetli olur, onların devreye girmesi en çok da bugün için gerekli değil midir? Bir ara (epeyce önce) Diyanet “Hutbe nasıl olmalı?” diye toplantılar yapmış, medya mensuplarını (Mehmet Barlas’ın da davet edildiğini hatırlıyorum) çağırıp metin yazımı konusunda görüşlerini almıştı. Bu konuda Başkan Erbaş’ın salgın ortamına gelen son hutbesinin değerlendirilmesi de gerekebilir.
Son bir nokta: Bu tartışmanın zaten mevcut olan siyasi kamplaşmayı besleyen bir araç haline gelmesi, Baro metnini hazırlayan zatın ötesinde kitlelerin dışlanmasına dönüşmesi “Din dili” açısından problemlidir. Bazen birisine “Kör müsün” dersiniz, hedef aldığınız kişiyi değil körleri incitirsiniz. Dini metinlerimizin de, Diyanet gibi kurumlarımızın da siyasi kamp uzantısı haline gelmemesi hem Diyanet’in hem de “Din konusunda duyarlı” siyasetçilerin özen göstermesi gereken konudur.