Fiten ve Melahim

Abdurrahman Dilipak

Bugün size, içinde bulunduğumuz zaman ile ilgili iki kavramdan söz edeceğim. 

Bizim ilahiyatçılarımızın, psikolog ve sosyologlarımızı, Diyanet, vakıf ve derneklerimizin, cemaat yapılarının bu konuya odaklanmaları gerek. Geç kalınmış, ihmal edilen bir konu bu.

Unutmayalım ki, biz ahir zaman peygamberinin ümmetiyiz. İçinde bulunduğumuz zaman ise, eski metinlerde sözü edilen “Fitne zamanı”na çok benzemektedir. Hemen hemen “Küçük alametlerin pek çoğu” gerçekleşmiştir.

Bir kan gölünün içinden geçip geliyoruz. Dedem 1. Dünya Savaşı yıllarında askerdi, babam 2. Dünya Savaşı yıllarında. Ben soğuk savaş döneminde askerlik yaptım. Kim bilir belki benim çocuklarım yeni bir dünya savaşının şahidi olacaklar.

Farklı dini topluluklar artık açık açık kıyamet savaşından Melheme-i Kübra, Armageddon’dan söz ediyorlar. “Tarihin sonu”nu konuşuyoruz. “Medeniyetlerarası savaş” ihtimali gündemde.

Hava, su, toprak ve insan kirlendi. Makro kozmoz ve mikro kozmozda fıtrata insan eliyle ıslah bahanesi ile ifsada yönelik müdahale söz konusu. Onlar biz “ıslah edicileriz” deseler de, aslında “bozgunculuk” yapıyorlar. Kendilerini bilimin aydınlığında görseler de, cehaletin karanlığında yaşıyorlar. Yeryüzünde bir cennetten söz etseler de yeryüzünü cehenneme çevirmeye hazırlanıyorlar.

Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Gelecek günler, bizler, yani âdemoğulları, en azından içimizden bir topluluk olarak “iman ettik” diyenler,  aklımızı başımıza toplayıp tevbe etmeyecek olursak, geçen günlerden kolay da olmayacak. İnsanlık bir çıkmaz sokakta yokuş aşağı gider gibi, doludizgin ilerliyor.

“Fiten” ve “Melahim” konusuna dönecek olursak, Diyanet Ansiklopedisinde konuyla ilgili olarak verilen özet bilgi şöyle: “Fiten, sözlükte değerli madenleri saf olup olmadıklarını tesbit etmek amacıyla ateşte eritmek anlamındaki fetn (fütûn) kökünden türeyen fitne kelimesinin çoğuludur. Fitne mastar olarak “sınamak, nimet veya sıkıntı ile denemek”, isim olarak ‘utkunluk, sapıklık, kargaşa’ mânalarında kullanılır. Kur’an’da genellikle ‘insanın isyan veya sabrını ölçmeye yönelik her tür ilâhî imtihan’ anlamına gelen fitne kelimesinin ‘günah, fısk ve fücûr, inkârcılık, savaş, yangın, zelzele, kargaşa’ şeklindeki mânaları zamanla daha çok yaygınlık kazanmış; özellikle hadis literatüründe bu kelime, İslâm toplumunda çeşitli dinî ve siyasî sebeplerle ortaya çıkan sosyal kargaşa, anarşi ve iç savaş gibi ümmet bütünlüğünü bozan her türlü yıkıcı faaliyeti ifade etmek için kullanılmıştır. ‘Melâhim’, sözlükte ‘bir işi sağlam yapmak, eti kemiğinden ayırmak, birine et yedirmek’ anlamındaki ‘lahm’ kökünden türeyen ‘melhame’ kelimesinin çoğuludur. Melhame daha çok ‘ağır zayiat ve bozgunla neticelenen savaş ve fitne anında çıkan büyük karışıklık; bu olayların gerçekleştiği yer’ mânalarına gelmektedir.” ‘Melheme-i Kübra’, yani İslami kaynaklarda sözü edilen “kıyamet savaşı”nın Arapça karşılığıdır. İşin ilginç yanı bu savaşın ana coğrafyası Antep, Maraş, Hatay, Osmaniye arasında kalan “Amik Ovası”dır. ‘El Bab’ denilen yer bu savaşa katılacak güneyden gelecek Müslüman güçlerin giriş kapısıdır. Haçlılar İskenderun’dan Amanoslar üzerinden bölgeye intikal edeceği anlatılır. İsrailoğulları’nın Doğu Akdeniz’den bu savaşa müdahil olacağı haber verilir. Birçok kaynaktaki işaretler içinde yaşadığımız zamanı işaret eder.

Fitne zamanının fıkhı da özel bir fıkıhtır. Sonuçları itibarı ile “Havf Fıkhı” daha ağırlıkta bir fıkıh olacaktır. Ayrıca, işin özellikle İlahiyatçı, Sosyolog ve Psikologları ilgilendiren kısmı, savaş, korku, fitne, ölenin niye öldüğü, öldürenin niye öldürdüğünü bilmediği terör, sapıklık, kargaşa, hercümerç, tabii afetler, hastalık, göç, açlık, hastalık zamanlarında insan psikolojisi, aile içi ilişkiler, topluluk olarak davranışlarımız, sabır, yardımlaşma, ötekilerle olan ilişkilerimiz konusunda, yani FİTEN ve MELAHİM konusunda şimdiden bir şeyler yapmamız gerek. Şunu görelim “eski hal muhal”. Akşam mü’min yatıp sabah kâfir, kâfir yatıp Müslüman uyanılacak bir zamanın eşiğinde olabiliriz. Ölüm korkusuna karşı toplumun rehabilite edilmesi gerek. Ecelimizden önce ya da sonra ölmeyeceğiz, rızkımızdan az ya da çok yemeyeceğiz, kaderimizden başka kaderimiz de yok. Bugün, bu ülkede, bu anne babadan kadın ya da erkek olarak dünyaya gelmeyi biz seçmedik. Allah bizi mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecek. Sabır, paylaşma, ortak karar alma, fedakârlık, akıllı, dürüst ve cesur, ara bulucu bir kişilik yolunda ne yapmalıyız. Acele etmemeyi, umutsuzluğa kapılmamayı nasıl öğreneceğiz. Birbirimizle kavga etmemeyi, birbirimizi suçlamaktan vazgeçmeyi, eski defterleri karıştırarak kan davasına dönen ağır dalaşmalarından, karşılıklı suçlamalardan nasıl kurtulacağız. “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele” demedi mi Allah, Bakara 155’te. Bizi gören, duyan, bilen, hüküm sahibi bir Allah var. Ümitsizlik yok! Sabredenlerden, şükredenlerden, şeytan ve onun dostlarına karşı direnenlerden olacağız. Müminlerin kaybetme ihtimali yoktur. Ebedi bir hayatı ve cenneti kazanacağız! Sabır, selam ve dua ile.