"Ermeni soykırımı" gündeme gelince T.C.'nin karşı atak olarak Fransa'nın Cezayir'de yaptığı zulümleri dillendirmesi ve şimdiye kadar gösterilmeyen karelerin ve belgelerin Fransa aleyhine ifşa edilmesi kamuoyu tarafından da hayretler içerisinde seyredildi.
Fransa-Cezayir, Osmanlı-Ermeni meselesi olarak ele alınan meseleyi biz yine aklımıza takılanlar minvalinden değerlendireceğiz. Ama önce Osmanlı-Ermeni meselesi nasıl oldu da T.C-Ermeni meselesine döndü. Osmanlı'nın her şeyinden imtina eden bir sözde tavırla şekillenen T.C.'nin polis teşkilatı, itfaiye, ordu ve bunlar gibi kurumlarda Osmanlı'nın devamı gibi davrandığını biliyoruz. Bu konuda da Osmanlı'nın devamıymışçasına bir tavırla Osmanlı'nın Ermeni meselesine de sahip çıkması Cumhuriyetin ilanı ile Devletin değişmediğinin rejimin değiştiğinin bir nevi alameti olarak göz kırpmıştır.
T.C.'nin Osmanlı'ya olan tavrından hareketle Osmanlı-Ermeni meselesi olarak değerlendirilmesi gereken konuyu Türkiye-Ermeni meselesi gibi görülmüşlüğünü hadi yedik faraziyesi ile bir kenarda tutalım. Meseleyi, Türkiye-Ermeni, Fransa-Cezayir meselesine bakmadan evvel çapraz ele almak isteriz. Dedik ya aklımıza bu takıldı! Çapraza sokunca meseleyi Türkiye-Cezayir, Ermeni-Fransa ilişkileriyle başlamak gerekiyor. Birde meselenin Türkiye-Fransa, Cezayir-Ermeni şekli vardır.
Ermeni-Fransa ilişkilerinden başlarsak; bu iki kavim tarih boyu aynı topun kumaşı ya da aynı tarlanın otu olması hasebiyle "küfür tek millettir" gerçeğini hep icra ede gelmişlerdir. "Domuzdan keçi sütü çıkmaz" kaidesince bu iki kavim tarih boyu sütünün gereğini yerine getirmiştir. Ama asıl değerlendirilmesi gereken yön T.C.(Osmanlı)-Cezayir ilişkisidir. Çok gerilere gitmeksizin şöyle yaklaşık yüzelli yıllık bir değerlendirme yaparsak 1800'lü yıllarda sufi hareket öncülerinden Şeyh Emir Abdulkadir'in nakşi dervişleriyle birlikte işgalci Fransızlara kıyam ederek o dönemde hâla Osmanlı toprağı olan Cezayiri küffarın ahkamından kurtarır. Şeyh Emir Abdulkadir defalarca İstanbul'a "Halife hazretleri" başlığı ile başlayan haberler göndererek lojistik destek ister ve İstanbul'a bağlılığını bildirir. Ama İstanbul hükümeti nüfuz halifeliğinden çok sembolik halifelikte varlık gösterebildiği için ve kendi saray sefasının borçlarıyla boğuştuğu için Cezayir'e uzanamaz. Emir Abdulkadir yedi yıl kadar direnebilir ve Cezayir yine düşer. Artık uzun süreli bir Fransız işgali yeniden başlamıştır.
Son günlerde göz yaşlarıyla seyrettiğimiz katliam ve tecavüz görüntülerinin cereyan ettiği tarihlerde 1945'li yıllardır. T.C-Cezayir ilişkileri açısından baktığımızda da maalesef T.C'nin (Osmanlı'nın) yine aynı tavrı devam ettirdiğini göreceğiz. Az ilerdeki tarihlerde Kore'ye asker yollayan rejimin Cezayir'deki mü'min kıyamına gözünü kırpmadan seyirci kalması ve Cezayir'in bağımsızlığını tanıma konusunda Birleşmiş Milletler Teşkilatında çekimser oy beyan etmesi de düşündürücüdür. İsrail devletini tanımada aceleci, Cezayir devletini tanımada topal bir tutum seyretmesi akla bir sürü dane düşürüyor! Son olarak 1990'lı yıllarda %85 oyla seçimleri kazanan FIS'e darbe yapıldığında da resmi ağızlardan çıkan (oh!) aynı gariplikler zincirindedir. Şimdi ne var bunlarda denilebilir. Osmanlı T.C. birbirine karışmışken birde Cezayir ilişkisi eklenince iyice karmaşık hale dönüşen konu inşallah az sonra netleşecektir. Garipliklerin birincisi; mühür halifeliğinin icra edildiği Osmanlı döneminde İslam içerikli Cezayir hareketi görmezden gelinmiştir. İkincisi; T.C.'nin Cumhuriyetinin ilanı ile birlikte kurtuluş savaşından yeni çıkmış bir devlet olarak ve ulusalcı bir kimlik sevdasına düştüğü bir anda Cezayir kurtuluş savaşını ve ulusal hareketini görmezden gelmesidir. Üçüncüsü; T.C tarihinin çok partili hayata geçip, uzun bir demokrasi türküsü çağırdığı 1990'lı yıllarda FIS'e darbe yapılmasını (oh be!) lerle karşılamasıdır.
Evet gariplik nerede? Şurada: Cezayir İslamken, Türkiye (Osmanlı) İslamken Cezayir'e dirsek! Cezayir ulusal direnişe ve bağımsızlığa geçtiğinde ulusalcı T.C.'den dirsek. Cezayir demokrasiyi istediğinde demokraside seksen yıllık tecrübe edinmiş T.C.'den dirsek. Fransa şimdi kuyruğa basınca nedense Cezayirli kardeşler aklımıza geliverdi(!) Bu tıpkı emekli maaşı için babaannesini bıçaklayan hayırsız torunun perşembeleri babaannesine fatiha okumasına benziyor. Devlet entrikalarının karmaşıklığından zihinleri sıyırmayı daha kestirme yollarla bakmayı hayırlı görüyoruz. Nasıl mı? Şöyle: Hıristiyan Ermeni-Mü'min meselesi ya da Laikler-Mü'minler meselesi diye bakabiliriz. Çünkü Cezayir'deki mü'min kıyımı Laik Fransa kıyımıdır. Türkiye'de de aynı kıyımlar olmuştur. Küfürde, Zulümde nereden gelirse gelsin aynıdır. Hal böyle olunca Fransa'nın mallarından önce Laikliği'ni protesto ederek başlasak nasıl olur acaba?
Tevfik Akıldanesi
vuslatdergisi 2006 / tevhidhaber / arşiv