Atatürk havaalanındaki hunhar saldırıyı katıldığım bir iftar programı sırasında öğrendim. İlahi tarzında musikinin de icra edileceği programda hemen değişiklik yapıldı, kemanlar, udlar, kanunlar sessizliğe büründü. Bizler ise derin bir düşünceye. Masayı paylaştığım hanımefendilerden biri telefona sarıldı ve sonradan o sırada havalimanında olduğunu anladığım bir iş elemanı ile konuştu. Telefonunu hoparlöre alması ile adeta dehşeti biz de yaşıyorduk. Duyduğumuz ses, tedirgin, belki şokta, nefes nefeseydi, iyi olduğunu, ekibinden kayıp olmadığını ancak “çatışmanın devam ettiğini” söylüyordu. Çatışma? O anda, şimdiye kadar duyduğumuz intihar bombacısı saldırılarından daha farklı bir dehşete kapıldım. Çatışma, patlamanın, kendini patlatmanın ötesinde bir şeydi. Çatışma içinde kendince direnme, meydan okuma, zararı elinden geldiğince maksimuma çıkarma ve bütün bunlara daha da bir cür’et etme anlamına geliyordu. Belli ki failler, sadece vücutlarını değil, ellerini kollarını da silahla donatmışlardı. Ve kendilerini patlatmadan önce ayrı bir katliam yapacaklardı. Çatışma havaalanının park yerinde, girişinde ve içerideydi. Uzaktan baksanız öğrenci zannedeceğiniz üç Rus vatandaşı katil, sırt çantalarıyla sanki tatile gidiyorlardı. Bir anda kalaşnikoflar ortaya çıkmış katliam başlamıştı. Zararı artırmak için insanları yanlış yönlendirme yaparak iki ateş arasında kalmalarını sağlıyorlardı…
Eğitimini almış, bilinçli, ne yaptığının idrakinde olan teröristlerdi bunlar. Öyle üç beş akıl yoksunu genç değildi bunlar. Nitekim henüz patlatılmamış bombaların hasar alanında bulunmuş olması da bunu gösteriyordu. Mümkün olsa bombaları da daha uzaklara atarak olmadıkları yerde de hasar oluşturacaklardı. Birkaç iyi insan, birkaç cesur yürek polisin açtığı karşı ateşle yere düştüler ve çok geçmeden de üzerlerindeki pimleri çektiler belli ki.
O akşam orada hayatını kaybeden her birimiz olabilirdi. Hepimizin neredeyse avcunun içi gibi bildiği, uğradığı, kafesinde oturduğu, çoluk çocuk gittiği, ailemizi karşıladığı, yolcumuzu uğurladığı adım adım yerlerdi… Şimdi kafalarda insanlığın bittiği yeri anlatıyor. Türkiye, güçlü Türkiye, güçlenen Türkiye ve karşısında Türkiye’yi Türkiyelilere bırakmayız diyenlerin çatışmasını anlatıyor. Terörizm uzmanları hemfikir, bu iş uluslararası güç odaklarının himayesinde gerçekleşiyor. Bölgede haritayı yeniden çizmeye yeltenenler, PKK’yı kendine dost edinenler, Türkiye’nin doğal kaynaklarına göz dikenler, Avrasya’da, Afrika’da, Ortadoğu’da Türkiye varlığından rahatsız olanlar hepsi birlikte DAEŞ oluveriyor. Amaç bir, ideal bir. Türkiye’yi dizlerinin üzerine çökertmek.
Ancak başaramayacaklar. Hiç şüphesiz başaramayacaklar. Gayret milletimizden, tevfik Allah(cc)’dan gelecek. Ama bu hak ve batıl mücadelesi hep devam edecek. Dün olduğu gibi yarın da devam edecek. Eşyanın tabiatı böyle zira. Damdan düşenin halini anlamak gerekirken Fransızlar bu katliama fransız kalsa da, Amerika başsağlığı dilerken bir taraftan da PKK’ya göz kırpsa da, Rusya limonilikten kurtulsam mı kurtulmasam mı nazı yaparken Esad da verdiği destekle bu katliamların dolaylı müsebbibi olsa da bu ikiyüzlülükleri gören Türkiye hem dik durmaya hem de terörizme karşı mücadelesine devam edecek.
yeniakit