Futbol! Ayaktopu! İngilizce’den Türkçeleştirilmiş bir kelime. 250 milyon oyuncu tarafından oynanıyormuş.
21. YY itibarı ile 200’ün üzerinde ülkede oynanıyor. İlk örnekleri MÖ 200’lerde görülmüş bugünkü şeklini 1863’de almış. Atina, Roma, Paris, Londra üzerinden dünyaya yayılmış.
Futbol mikro faşizmdir, kumardır, sağlıksız, zaman / ömür israfı, faydasız bir iş, malayani bir şeydir.
Allah; Riba’ya karışıyor da, Futbola karışmıyor mu yoksa.
Bize çocukluğumuzda, Yezid’in askeri, Hz. Hüseyin efendimizin kafası ile top oynayışını hatırlatıyor diye, öyle bez torba için çaput ya da yün doldurup oynamamıza izin vermezlerdi.
Bu media, bu hayırlı bir iş olsaydı, size her gün tam bir sayfa ayırır mı idi. 7-8 Hasan paşa mantığı ile düşünün, uluslararası sistem buna bu kadar değer verir, para ayırır, örgütler ve destekler mi idi.
Salazar ne demişti, Siesta, Fiesta, Futbol. Halkları uyutmak için dev bir beşik o stadium’lar. Uyu, danset ve seyret.
Akademisi, hatta İmam-Hatib’i bile var. Gazetesi var, TV kanalı var, Futbolun idolleri var, ideolojisi var. Korkunç bir bütçesi var. Arkasında sponsor olarak dev bir sermaye grubu var. Spor Bakanlığından en büyük payı onlar alıyor. Derin devlet, futbol üzerinden toplum mühendisliği projeleri hayata geçirebiliyor. Politik manipülasyonlar için kullanılabiliyor. Bakınız Gezi süreci..
Kavram olarak “Kültür” gibi, “Spor” da arızalıdır. Kültür tarım için, “Spor” canlı organizmalar için de kullanılabilir. Bunlar “üstün ırk” arayışının aracı olan şeyler. “İdman” bugün jimnastik denilen şey daha mantıklı. Evet, vücudumuzun bütün eklemlerini ve kaslarını düzenli olarak hareket ettirmemiz gerek. Beraberinde sağlıklı bir beslenme şart. Aslında namaz kılmak ve abdest, temizlik ve hareket için yeterli ve mükemmel bir çözüm. Tabi “erkân”a riayet etmek şartı ile.
Boks ve futbol bana göre sağlıklı bir iş değil. Önce şunu not edelim, bu iş “seyirlik” bir iş değil. İdmanı seyrederek idman yapmış olamazsınız. Bir de bu işin kuralı yanında, hukuku, ahlakı olması gerekir. Sporda centilmenlikten söz edilse de, pratikte taraftarlar ya da yöneticiler açısından durum çok daha farklıdır. Taraftar kendi takımının kazanmasını ister. Güzel, doğru olanı ya da başarıyı alkışlamaz. Başarı kendi takımına ait değilse, öfkelenir, kıskanır, hatta saldırganlaşır. Hakaret eder..
Futbolda sağlık açısından birkaç risk var. Psikolojik açıdan risk var, sosyolojik açıdan risk var, ahlaki açıdan risk var, ortopedik açıdan risk var, Alzaymır riski var. O diz hareketleri sonucu menisküs olmaları ihtimali çok yüksek.. O hızla gelen topa kafa vurmak çok büyük bir risk. Yine göğsünde topu durdurmak da kalbe baskı yapacaktır. Kaleci açısından da benzer riskler söz konusu.
Boksta da aynı şekilde, insanın insanı dövmesi ahlaki anlamda meşru bir davranış değildir. Bundan zevk alınamaz ve birbirine vuran insanlardan yana taraf olur, onların bu fiilleri alkışlanamaz.
İnsanın kafasına, yüzüne vurulamaz. Bu acımasız ve insafsızca, sadist bir davranıştır. Bu bir vahşet gösterisidir.
Geçen gün, Atilla Türker’in, Kayıt Yayınları’ndan yeni çıkan “Futbolun Arka Bahçesi” isimli kitabın sayfalarını karıştırırken, bu işin, yüz kızartıcı öteki yüzünü de görmüş olduk. Rüşvet, torpil, yolsuzluk, zimmet, soygun ne ararsan bu âlemde de var. Türker sormuş; “hangi ünlü menajerin oğlu 1 dakika oynamadan Fenerbahçe Profesyonel takımında 5 yıl barındı?” Kasetler ve dosyaların havada uçuşması gereken bu âlemle ilgili nedense bu konular ne yargıya ne de idareye intikal ediyor. Bir el bu işlerin üstünü örtüyor.
“Fener İngiliz, Galatasaray Fransız, Beşiktaş yerli ve milli” diye bir söz var.. İşgal yıllarında İstanbul’da futbol yaygınlaştırılmış. Beşiktaş, Kuvayı Milliye’ye silah kaçırmak için kullanılmış o dönem. Onun için yerli ve milli diye kalmış akıllarda, ama bugün “Galatasaray ve Fenerbahçe bedavaya almamış, Beşiktaş 2,5 milyon Euro vermiş.” Nasıl olsa “yağma Hasanın böreği ye memet ye!”.. Sahi “Çarşı her şeye karşı” idi bir ara, Gezi’de de boy göstermişlerdi.
Biz gençliğimizde, “Ne sağcı, ne solcu, futbolcu” diye kınadığımız bir kesim vardı. Şimdi herkes futbolcu oldu, ne sağcı kaldı ne solcu. Onlar kazandılar!?. Artık yeşili, kırmızı, sarısı, moru hepsi birbirine benziyor. Kemalistler, “on yılda 15 milyon genç yaratmışlardı her yaştan”, şimdi 25 milyon futbol taraftarı icat edildi her yaştan. Kürd’ü, Türk’ü, Laz’ı, Boşnak’ı, Sabatay’ı, Pakradun’u, Derin Devleti, Mafyası, Dinci’si Sağı, Solu, Liberali, Milliyetçisi, bütün millet futbolcu kesildi başımıza.
Sahi muhalefet İstanbul Sözleşmesi’ni geri getireceğiz diye ter ter tepiniyor da, madem toplumsal cinsiyete evet diyorsunuz, kadın-erkek karma futbol takımı ne zaman kurulacak. Bakalım ilk önce LGBT Futbol Takımı’nı kim açıklayacak. Koç, Eczacıbaşı, Sabancı LGBT’ye pozitif ayırımcılık tanıyacaklarını açıklamışlardır, haydi görelim sizi, sponsoru olduğunuz futbol takımında başlatın bunu.
Spor bayramımız var, Spor Bakanlığının önemli bir bütçesi var.
TFF bütçesi takımların bütçesi de öyle. Her türlü desteğe sahipler, muafiyetler, bağışlarla bu iş dev bir bütçeye sahip.
Bu işi herkes destekliyor, himaye ediyor, ama doğru düzgün bir iş yapmak isterseniz her türlü engel söz konusu.
Mafyası da var bu işin, inanılmaz yolsuzluklar, hukuksuzluklar, şike var, ama kimin umurunda. Aslında bu iş ne insan sağlığına uygun ne de psikolojisine. Ama söz konusu spor, özelde futbol deyince herkes kesenin ağzını açıyor. Allah (c.c) akıl fikir versin, ne diyelim. Selam ve dua ile.