“Geber”i seslendiren görevden alındı, Ak Parti sıralarından gelen “Ölsün” sözü, grup başkanvekili tarafından “kabul edilemez” bulundu.
Her iki refleks iyi, ama iktidarın bir “dil sorunu” daha ötede bir “psikoloji sorunu” olduğunu göstermesi açısından da dikkat çekici.
Görünüşte tek tek örnekler halinde bürokrasiden Meclis’e uzanan bir sorun bu. Ama bunlar böyle Hüdai nabit üreyen şeyler de olmazlar. Genel iklim zayıf halkalarda böyle en pespaye boyutlarda patlar ama genel iklimin üzerine de projektör tutarlar.
Ak Parti grup başkanvekili Özlem Zengin, her iki olayda şaşırmış tepkiler verdi. “22 yıllık devlet memuru nasıl söyler bu sözü?” dedi. Ya da “Meclis’te nasıl söylenir o söz?”
“Çok muktedir” bir psikolojik iklim oluştuğu için söylenir. “Çok her şeye sahip, her şeyi belirleyebilecek güçte…” bir psikoloji oluştuğu için söylenir.
İstanbul’da sokağa çıkma yasağı ilan ediyorsunuz, İstanbul’un “Şehremini”ne haber verme gereği duymuyorsunuz. Büyük şehirlerin 11’i sizin dışınızdaki bir siyasi kadro tarafından yönetiliyor ve onların da “Devlet içinde devlet olmak” gibi bir fesat içinde olabileceğinden “işkilleniyorsunuz.” “İşkillenme”yi bir devlet dili haline getirebilmek için hangi psikolojiye sahip olmak lazım?
“Milletin birliğini temsil eden” sayın Cumhurbaşkanı “sadece” Ak Parti il başkanlarına hitap ediyor, salgın günlerinde, Cumhurbaşkanı olarak bütün belediyelerin seferber edilmesi gerekirken, üstelik bu, “milletin birliği” adına değerlendirilebilecek en uygun vesile iken “sadece” Ak Partili belediye başkanlarına hitap ediyor, onlarca televizyon kanalı “siyasi hüviyeti vurgulanmış bu faaliyeti canlı veriyor.
Ak Parti sözcüsü Ömer Çelik’in basın toplantısı bile saatlerce “Canlı” veriliyor. Medya kendisini buna “mecbur” hissediyor.
Herkes “muktedir.”
Ne düşünüyorsunuz, hele bir “Canlı” vermesinler bakalım halet-i ruhiyesi değil mi?
Bakın bu psikoloji, filanca ilin valisine sirayet ediyor, falanca üniversitenin rektörüne sirayet ediyor, sokaktaki zabıtaya, çevirme yapan polise sirayet ediyor.
65 yaş üstüne yönelik sokağa çıkma yasağının ilk günlerinde sokakta yaşlılar hesaba çekildi, tv muhabirleri “yaşlı avı”na çıktı, sözüm ona gençler, sokakta “yakaladığı” yaşlıları makaraya aldı, sonra belli ki Yukarda “Nereye gidiyoruz?” tedirginliği oluştu da, içine “Şefkat” enjekte edilmiş “Büyüklerimiz” söylemi devreye girdi. Cumhurbaşkanı “Büyüklerimiz” deyince Vali için de, çevirme yapan polis için de de zabıta için de “Büyüklerimiz” oldu.
18 yıl iktidar olununca, sistem “Muktedir” olmayı dizayn edince, ortada “Alternatif” gözükmüyor gibi görününce herkesin içindeki “güç gösterisi” arzı endam ediyor olmalı.
“Gerçek şu ki, insan kendisini ihtiyaçtan uzak görünce azgınlaşıverir.” Oysa “Kesin olan şu ki dönüş Rabbinedir.” (Alak suresi, 6,7,8)
Bu ilahi beyanların psikolojik derinliğini anlamak lazım. Bize ne söyleniyor, bakmak lazım.
İktidarın yönlendirdiği medyanın diline bakın, köşelere yansıyan dile bakın, sosyal medya diline bakın. “Geber” de o iklimden çıkıyor “Ölsün” de… Muktedir, mütehakkim, mağrur, yargılayıcı!
Orada bir yerlerde hala “Ölçüler hassasiyeti” kalmışsa “Bu biz miyiz?” diye sormamak mümkün mü?
Bu dil sadece bir siyasi kadroyu gölgelemiyor. Bütün bir alan gölgeleniyor. Kur’an’ın beyanınca “Güce ulaşınca alnını secdeye koyan insan” olmak (Hac suresi, 41), tevazuun da zirvesini bulmak anlamına geliyor. Kur’an’ın “Kudret azmanı” olarak sunduğu tiplerden üzerimize en küçük bir serpintinin bulaşmaması anlamına geliyor.
Bence iktidardaki herkes “Geber” tipi – dili bizim dönemimizde nasıl türedi sorusunu sormalı. “Ölsün” refleksini gösteren adamı nasıl Meclis’e taşır hale geldik sorusunu sormalı. O adamı
CHP Grup Başkanvekilinden çok önce Ak Parti grubu bulup dışlamalı.
Kimse bana kızmasın, son olarak derim ki, şu salgın günlerinde herkes otoriteryen dil üretmek yerine, ölümlü dünyanın farkına varıp kendini hesaba çekmenin bilincini kuşanmalı…