Adem Yavuz Arslan - Bugün
Darbe girişimi yoksa yargılama da yoktur
CHP imza attığı yasaya, 'düzenleme korsan' diyerek Anayasa Mahkemesi'ne gidiyor. Yasa iptal edilsin diyenlerin gözü kulağı Cumhurbaşkanı Gül'de.
Fakat usul tartışmalarıyla, polemiklerle yasanın özü gözden kaçırılıyor. Tıpkı 'İrticayla Mücadele Eylem Planı'nda olduğu gibi. Orada da imzaydı, fotokopiydi, harf karakterleriydi gibi teknik detaylarla işin özü gündemden düşürülmüştü. Oysa her satırı ağır cezalık suçlar içeren bir belgeydi ve şekil tartışmalarına boğularak sulandırıldı.
Şimdi aynı durum son düzenlemede de yapılıyor. 'Gece yarısı son dakika gölü' tartışmalarıyla yasanın özü sulandırılıyor. Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasının yolunu açan son düzenleme bir 'anti darbe yasası' olarak tanımlanabilir. Bugüne kadar hukuki olarak boş bırakılan alanları tanımlıyor ve bir bakıma siyaset üzerindeki askeri vesayeti de sona erdiriyor.
Mealen şunu diyor; cunta, darbe veya muhtıra ya da benzeri faaliyetlerde bulunanlar hangi rütbede olursa olsun CMK'nın 250'nci maddesiyle yetkili mahkemelerde yargılanırlar.
Yasanın iptalini isteyenlere soruyu tersten sormak lazım: Muhtıra veren ya da darbe yapanlar yargılanmasın mı? Bu düzenlemenin nesinden endişe ediliyor? Eğer ortada bir darbe girişimi, muhtıra peşinde olan yoksa bir yargılama da olmayacaktır. Bir suç yoksa yargılama da olmaz. Konu bu kadar basit. Denebilir ki Başbuğ kişisel teminat verdi. Org. Başbuğ'un demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne bağlılığı konusunda şüphe olmayabilir. Ama bu işlerin şakaya gelir tarafı yok. O yüzden yasalarla sınırları net çizmek ve yaptırımlarını yazılı hale getirmek şart. Hukukun olduğu yerlerde 'kişisel garantiler' olmaz.
Bu arada Org. Başbuğ 'irticayla mücadele eylem planı' için 'bir kağıt parçası' dedi. Fakat 'o kağıt parçası' için hâlâ yayın yasağı var. 'Hiçbir değeri olmayan bir kağıt parçası' için yayın yasağı koyan ve sürdüren başka ülke var mıdır acaba?
Fişlenenler neden şikâyetçi olmaz?
Ergenekon Soruşturması sürecinde gördük ki adı her ne ise bu örgütlenme inanılmaz bir istihbarat ağına sahip. Öyle ki devletin en kritik birimlerindeki tüm bürokratları fişlemiş, zaaflarını tespit etmiş, kime nasıl yaklaşacağını, kimi nasıl kullanacağını en ince ayrıntısına kadar belirlemiş. Üstelik sadece belirlememiş yeri ve zamanı geldiğinde de bunu etkin bir şekilde kullanmış.
'Son dakika' mağduru olduğumuz için unutulmuş olabilir. Ergenekon sanıklarından E.Org. Şener Eruygur'un ofisinde kamu yönetimindeki yüzlerce bürokrat hakkında çarpıcı fişleme dosyaları çıkmıştı. Listeler de yok yoktu. Dışişleri, İçişleri, Maliye, Mülkiye... Yine aynı şekilde sanıklardan E. Tug. Levent Ersöz ve E. Albay Mustafa Levent Göktaş'ın ofisinde ele geçirilen fişlemelerde de çok önemli isimlerle ilgili dosyalar çıkmıştı. Hatta Göktaş'ın ofisinde çıkan bir DVD'de Yargıtay üyelerinin neredeyse yarısının fişlendiği ortaya çıkmıştı.
Fakat burada ilginç bir gelişme yaşandı. O da şu: İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı fişlenen Yargıtay üyeleriyle ilgili olarak Yargıtay Başkanlığı'na başvurdu. Şikâyetçi olup olmadıklarını sordu. Fakat aradan aylar geçmesine rağmen şikâyetçi olan, müdahillik talebinde bulunan çıkmadı. BUGÜN okurları hatırlayacaktır. Aylar önce aynı şekilde diplomatlar, valiler, kaymakamlar ve yüksek bürokratlar hakkında fişlemeler olduğunu haberleştirmiştik. Orada da herhangi bir suç duyurusu gelmedi. Şimdi soru şu: Bir bürokratın aile yaşamından etnik ya da dini yaşamına kadar her şeyi fişleyen insanlardan bir 'mağdur' neden şikâyetçi olmaz. Acaba çekindikleri, didiklenmesi ya da Baykal'ın tabiriyle 'mıncıklanması' durumunda ortaya uygunsuz şeylerin çıkmasından mı endişe ediyorlar? Ya da söz konusu yapılanmanın 'uzantıları'ndan mı rahatsızlar? Gündem sıcak olduğu için gözden kaçıyor ama Ergenekon'un fişleme mağdurları neden şikâyetçi olmaz? sorusunu bir kenara not etmek şart.