Geçen hafta, elbette çok önemli olaylar cereyan etti... Bangladeş’te Cemaat-i İslâmî Partisi Genel Sekreter Yardımcısı Abdülkadir Molla’nın, “tam bir öç duygusu” ile “42 yıl önceki bir olay”dan dolayı idam edilmesi, “geçen haftanın en önemli olayları” arasındaydı...
Bu “vahşet”e imza atan “Bangladeş yönetimi”nin kararı, İslâm âlemini yasa boğmakla birlikte, Türkiye hariç, “halkı Müslüman ülke yöneticileri” tarafından “sessizlikle” karşılandı... Bu “infaz”a bir tek Başbakan Tayyip Erdoğan büyük tepki gösterdi ve “idamı engellemek” için büyük çaba sarf etti ve infaz sonrası dedi ki;
“Maalesef Bangladeş, tarihin affetmeyeceği tarihi bir yanlış yaptı. Bangladeş halkına sabır temenni ediyorum ve siyasi mücadeleyi de Bangladeş halkının bırakmaması gerektiğini hatırlatmak istiyorum.”
İdam kararına ABD ve Batı da yeterince tepki göstermedi... Bunun sebebi, bugünkü manşetimizde de ifade ettiğimiz gibi; “Bangladeş’in petrol ve doğalgazı” idi...
KÜSTAH VE YALANCI
Geçen haftanın bir diğer önemli olayı da, “28 Şubat Dâvâsı’nın 1 numaralı sanıkları”ndan biri olan, dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın, “nihayet” duruşmaya gelmesi oldu...
“Rapor” alarak duruşmalardan sürekli kaçan İ. Hakkı Karadayı, 12 Aralık Perşembe günü “duruşma”ya geldi ve ifade verdi.
13 Aralık Cuma günü, Akit’in manşetinden “Hem küstah, hem yalancı” başlığı ile duyurulduğu gibi, Karadayı; merhum Necmettin Erbakan başkanlığındaki Refahyol Hükümeti’ni “irticaî gelişmelere kucak açmakla” suçlarken, merhum Erbakan’a da iftira attı...
O dönem “camilerde silahların depolandığı” yalanını savuran Karadayı, “Sincan’da yürütülen tanklar” konusunda ise, dedi ki;
“O tankların yürüyüşünden benim hiçbir haberim olmadı kesinlikle. Arkadaşlarım bunun bir tatbikat olduğunu söylediler. Hatta buna biraz üzülmüştüm.
Çünkü istismara açık bir zamanda oldu. Türkiye’de yüzlerce tank var.
Edirne’den Kars’a. Bunların hepsini benim takip etmem mümkün değil.”
Karadayı’nın;
“28 Şubat bir darbe değildi” demesi ise; “söylediği en büyük yalan” oldu...
Çünkü, daha önce;
“27 Mayıs’ta vardım...
12 Eylül’de vardım...
28 Şubat’ta parti kapattık yav!”
Diyen, bizzat kendisidir.
YASSIADA GÜNLERİ
Bir ayrıntı daha:
Bugünlerde, adı “Demokrasi Adası” olarak değiştirilmek ve “yaslı ada” olmaktan çıkarılmak istenen Yassıada, “27 Mayıs kanlı darbesi”nin sembollerinden biriydi... Tam bir “hukuk garabeti”nin yaşandığı adadaki mahkemede, 228 idam isteniyordu...
Başbakan Adnan Menderes’in 15 ayrı davadan yedi defa idamı talep ediliyordu...
İşte bu adada görev yapanlardan biri de İsmail Hakkı Karadayı idi...
Sadece o mu;
Yakın dönemde darbe, postmodern darbe, andıç ya da siyasete müdahale plânlarıyla adlarını duyduğumuz “generaller”in hemen hepsi, Yassıada’da görev almış genç subaylardı... Yassıada’daki görevleri onlar için yol açıcı olmuş ve hayatlarını yönlendirmişti.... Bu subaylar, sonraki meslek hayatlarında, 27 Mayıs Darbesi’nden aldıkları ilhamla, çoğu zaman siyasete müdahale planları içerisinde yer almıştı.
Kimlerdi bunlar?
Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Çetin Doğan, Çevik Bir, Tuncer Kılınç, Altay Tokat, Kemal Yılmaz, Yaşar Büyükanıt, Fevzi Türkeri, Teoman Koman, İlhami Erdil, İsmail Hakkı Karadayı!
Bu isimlerin, bugüne kadar 27 Mayıs ve Yassıada hatıralarından bahsetmemiş olması hayli ilginç değil mi?..
28 ŞUBAT, İSRAİL İÇİN!
Karadayı başta olmak üzere, “cuntacı generaller”in hiçbiri “Yassıada”dan söz etmiyor...
Ama Karadayı; “28 Şubat Darbesi’nden sadece bir gün önce, evet 27 Şubat’ta nerede olduğundan” da hiç söz etmedi...
Oysa, 27 Şubat günü İsrail’deydi... Resmî görüşmelerin ardından Ağlama Duvarı’na da gitmiş, oradan döndükten sonra “28 Şubat Darbesi”ni gerçekleştirmişti.
Karadayı, bu “darbe”nin gerekçesi olarak; “Başbakan Erbakan’ın lüks araçlarla takkeli, sarıklı, şalvarlı tarikat mensuplarına verdiği iftar yemeği, Erbakan’ın ülkemizin itibarını düşüren yurtdışı gezileri, cihat çağrıları, toplu namaz gösterileri, Sincan’daki şeriat gösterisi toplumda huzursuzluk yaratan hareketlerin bir kısmı”nı gösterse de, meselenin “Türkiye’nin çıkarı ve huzuru” olmadığı, meselenin “İsrail’in çıkarları” olduğu, çok sonra “Darbenin 2 numarası Çevik Bir” tarafından şöyle itiraf edilmiştir...
“Koltuklarımızda öylece oturup, ülkenin yüzünü İslam’a dönmesini, İsrail-Türk askerî ilişkilerinin tehlikeye atılmasını izlemeyeceğiz.
Erbakan’ın Başbakan olmasıyla İsrail menfaatleri tehlikeye girdi, bu, postmodern darbe ile bertaraf edildi...”
Eee, hani laiklik?..
Hani çağdaşlık?..
Hani Atatürkçülük?..
Ve hani;
“Ülkeyi koruma ve kollama?”
Çevik Bir itiraf ediyor işte;
“Tehlikeye giren İsrail menfaatlerini, Erbakan’ı, postmodern darbe ile bertaraf ederek kurtardık!”
Buyrun;
Gözünüz “vatansever” görsün!..
HESAP VERMEDEN GİTTİ!
Geçen haftanın bir önemli olayı da, yine “28 Şubat Darbesi’nin mimarlarından biri” olan Jandarma eski Komutanı Teoman Koman’ın ölmesiydi...
Akit’in, “Bir 28 Şubatçı daha öldü” başlıklı dünkü sürmanşetinde Teoman Koman için deniliyordu ki;
28 Şubat sürecinde “Minareleri yıkın, ezanı susturun” genelgesi yayınlayan, Meclis Araştırma Komisyonu’na ifadeye gitmeyen dönemin Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman öldü...
Refahyol Hükümeti’ni devirmeye teşebbüsten Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın tutuksuz sanığı olan Koman, Jandarma Komutanı olarak görev yaptığı 28 Şubat sürecinde “dini bütün” subay ve halkı hedef alan icraatlarda bulunmuştu.
Sadece bu kadar değil elbet...
Teoman Koman; Yassıada’da, merhum Adnan Menderes’in “havalandırmaya çıkmasını bile yasaklayan” subaylardandı...
Dahası;
“Menderes’in odasında nöbet tutan” ve zaman zaman “Menderes’i tokatlayan” bir subaydı!..
En büyük özelliklerinden biri de, “Asker kökenli son MİT Müsteşarı” olmasıydı... 1992 yılında MİT’in kapılarını gazetecilere açan Teoman Koman, onların sorularını da cevaplandırıyordu...
Bir gazetecinin sorusu şuydu:
“PKK’nın elebaşı Abdullah Öcalan’ın şu anda nerede olduğunu biliyor musunuz?
Cevap veriyordu Koman;
“Abdullah Öcalan’ı, 100 metre mesafeden bir gölge gibi takip ediyoruz... Yarım saat içinde nerede olduğunu öğreniriz.”
Soruyordu gazeteci;
“Madem yarım saat içinde nerede olduğunu tesbit edebiliyorsunuz, o halde niye ortadan kaldırmıyorsunuz?”
İşte Koman’ın ibretlik cevabı;
“Yarım saat içinde bulur, 1 saat içinde de işini bitiririz... Ama, Türkiye bir devlettir ve devletler; terörle mücadeleyi, terörist yöntemlerle yapmazlar!”
O konuşma, eksiklikleri bulunsa da, aynen böyleydi...
Düşünebiliyor musunuz;
“Devlet, terörist yöntemler kullanmaz” diyen bir MİT Müsteşarı, bu ülkede, 20 yıldır binlerce vatan evlâdının ölmesine yol açtı.
Cenazesi, bugün “musalla taşı”na getirildiğinde, imam efendi soracak;
“Merhumu nasıl bilirdiniz?”
“Adetten” olduğu için, herkes diyecek ki; “iyi bilirdik!”
Bir de sizlere soralım;
“Nasıl bilirdiniz?”
Selâm ve saygılarımızla...
yeniakit