Yazının başlığında cümlenin aslı, ‘Geçmiş zaman olur ki, hayâli cihan değer..’ şeklinde elbette.. Ama, bazan, her hatırlanışında insanı kahreden ‘geçmiş zaman’lar da vardır.
Dün, 12 Mart 1971 Askerî Darbesi’nin 49’ncu yıldönümü idi.
***
Ne olmuştu 12 Mart 1971 Askerî Darbesi’nde?
Önce, o günlere nasıl gelindiğini hatırlayalım..
Orduda, siyasî iktidarı silâh zoruyla devirmek yolu veya âdeti, ‘Yeniçeri İsyanları’yla başladığından, bir ‘Yeniçeri Hastalığı’ olarak da isimlendirilmiştir. Bir zamanlar dünyanın en mükemmel ordu sistemi olarak nitelenen ‘Yeniçeri Ocağı’ her ne kadar, 2. Mahmûd zamanında, 1826’da kanlı bir şekilde ve Yeniçeri kışlaları topa tutularak söndürülüp, yerine, ‘Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’diye yeni bir ordu sistemi getirilmişse de, ‘yeniçeri zihniyeti ve hastalığı’ hep sürmüştür. Nitekim, Sultan Abdulaziz’in 1875’de tahttan indirilip (belki de intihar süsü verilerek) öldürülmesinden ve hele de, 1908’de, 2. Meşrutiyet’ten sonra ve ‘İttihad-Terakkî’ Cemiyeti (bugünkü deyimle partisi)’nin şirretlikleri, komitacılıkları ve de kendilerinin toplumu kurtarmak için özel olarak yaratıldıklarına inanan ve 19. Asır Prusya generalleri gibi kendilerini ‘yarı tanrı’ gibi gören anlayışına mübtelâ bir darbeci subaylar geleneği, varlığını günümüze kadar korumuş; 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi’yle gün ışığına çıkan bu güruh, (28 Şubat 1997 Askerî Darbesi’nin net söylemlerinde ifadesini bulduğu üzere) gerçekte 1923’den beri hep var olmuştur.
Bu darbeci geleneğin bir ‘sivilce’si olarak 1957’de ‘9 Subay Hadisesi’ patlak vermiş, ama, askerî mahkeme onları beraetettirmişti. Ki, o subayların en etkili ismi olan F. G.türk isimli bir general olup, 27 Mayıs Darbesi’nden sonra daha bir ‘alikıran-başkesen’e dönüşen kişinin yaptıkları bile tabloyu anlamaya çok net bir ışık tutabilir. Şöyle ki, bu kişi, ‘Yüksek Adâlet Divanı’ adıyla kurulup Yassıada’da yargılamalara başlayan düzmece bir mahkemenin, yapılan hukukî itirazlara, Başkan Sâlim Başol’un, ‘N’apayım, sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!’ diyerek idâm’a mahkûm ettiği, 1950-60 arası 10 yıllık başvekil Adnan Menderes, idâm edilmek üzere, Yassıada’dan İmralı adasına bir motorla götürülürken, 17 Eylûl 1961 günü, -son anda, idâm’ı önleyecek bir emir gelmesi ihtimaline karşı-; Menderes’i, karaya çıkmadan idâm etmek üzere, motorda bile bir dârağacı kurduracak kadar ateşli bir kemalist-inkilapçıydı!
Darbecilerin mantığının merkezinde, ‘Bundan sonra, kemalist çizgiden sapma gösterecek her siyasetçinin âkıbeti de böyle olacaktır!.’ şeklindeki bir sopa, daha doğrusu bir ‘dârağacı’ gösterme mesajı vardı.
O idâmlar yapılırken, CHP’lilerin, ülkenin nice yerlerinde davul-zurnalı eğlenceler tertib ettiğine bu satırların sahibi, o ilk gençlik yıllarında bizzat şâhid olmuştur.
***
Kendilerini toplumu yönetmekle vazifeli, ‘yarı-tanrı’ gibi gören sapkın zihniyetliler..
‘Askerî Darbe’ye fetvâlar veren hukuk prof.ları’na hazırlatılan 1961 Anayasası taslağı halka tehditlerle kabul ettirilmişti. Hattâ o kadar ki, 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963’de iki kez darbeye teşebbüs eden ve başarılı olamayınca idâm olunan Harbokulu Komutanı Kur. Alb. Tal’at Aydemir, Mamak’ta kurulan Askerî Mahkeme’de yargılanışı sırasında,‘Kaderin cilvesine bakınız ki, Giresun’da Garnizon Komutanı’yken, süngü ucu zorlamasıyla ve halkın göğsünde sigaralar söndürerek zorla kabul ettirdiğim anayasayı ihlal suçlamasıyla idâm talebiyle yargılanıyorum..’ diyecekti.
O yıllarda, seçim kazanmadığı halde İsmet İnönü, 3,5 sene zoraki koalisyonlarla başbakanlık yapacaktı.
***
Ve Adnan Menderes’in siyasetinin takipçisi olmak iddiasıyla, İsmet İnönü’nün CHP’si de dâhil, bütün rakiplerini geride bırakan Süleyman Demirel liderliğindeki Adâlet Partisi 1965 Seçimleri’nde tek başına iktidara gelmişti. Ama, kendilerini o dönemin çok moda olan bir deyimiyle ‘zinde güçler’ olarak ilân eden darbe odakları, Adâlet Partisi’nin başı üzerinde, bir ‘Demokles kılıcı’nı hep dolaştırıyorlardı. Resmî ideolojiye baş eğdirilmiş başlar, biraz dik durmak isterlerse, kesilecekti..
1968’de Avrupa’dan ilham alarak başlayan ve üniversite işgalleriyle doruğa tırmanan -sözde- ‘Öğrenci Hadiseleri’ bir taraftan, daha sonra da ‘Sağ-Sol’ kavgaları diğer taraftan; yükselen sosyal gerilim, 1970 Haziranı’nda İstanbul’u felç eden -sözde- İşçi ve Sendika hareketleriyle, yüzbinlerin katıldığı grevler ve diğer gösterilerle zirveye tırmanmış, aralarında polislerin de bulunduğu onlarca insan, taşla ezilerek öldürülmüş ve Sıkıyönetim ilân edilmişti. Adalet Partisi’nden de 45-50 m.vekili ayrılarak Ferruh Bozbeyli liderliğinde Demokratik Parti’yi kurmuşlardı. (Hatırlayanımız var mı, nerede onlar? Hattâ, bir kısmı yeniden Adâlet Partisi’ne dönmediler mi?)
***
Marksist -kemalistler, av’a giderken avlanmak durumuna düşmüştü!
Ve bu arada sosyal bünyedeki çalkantılara paralel olarak Ordu içinde de farklı kemalist fraksiyonlar belirmeye başlamıştı. Özellikle kemalist-marksist bir grup vardı. Onlar da bir askerî darbeye hazırlanıyorlardı. Başlarında Celil Gürkan isimli bir generalin bulunduğu, geri planda ise, ideolojik yönlendirmeyi eski darbecilerden Em. Gen Cemal Madanoğlu ve İlhan Selçuk ve de Doç. Mâhir Kaynak gibi isimler, 9 Mart 1971 gecesi darbe yapacaklardı. Ama, sonradan anlaşılacaktı ki, KK. Komutanı Org. Faruk Gürler’in son anda o gruptan kopması, planı alt-üst etmiş ve 12 Mart 1971 Cuma günü, saat 13.00 haberlerinde TRT’den, Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç ve Kuvvet Komutanları’nın ortak imzasıyla (yani, emir-komuta) zinciri içinde) yayınladığı bir ‘Askerî Muhtıra’ okunmuş ve Başbakan Demirel, hemen kendi seçtirdiği Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’ı aramak istemişse de ulaşamamış ve sonunda Sunay Demirel’e, ‘Beni de devre dışı bıraktılar Süleyman Bey..’ diye haber göndermiş ve Demirel de, hemen Başbakanlık makamını terkedip, evine çekilmişti.
(Demirel daha sonra, kendisini, ‘Şapkanı aldın, kaçtın!’ diye tenkıd edenlere, ‘Onların elinde tank- top vardı, n’apacaktım? Ya, bana da tank -top versinler, ya da onlar üniformalarından soyunup, siyaset meydanına gelsinler..’ diyecekti.)
***
Çok ilginçtir ki, 12 Mart 1971 Cuma günü ‘muhtıra’ açıklanır-açıklanmaz, marksistlerin yönetimindeki Dev-Genç denilen teşkilat, 2-3 saat sonra İstanbul’un her tarafında, elektrik direkleri ve otobüs duraklarına ‘Kahraman ordunun şanlı devrimi’ni öven küçük bildiri kağıtlarını yapıştıracaklar; ancak bu darbenin kendi bekledikleri ‘devrim’ olmadığını 2-3 gün sonra öğrenecekler ve ağır bir darbe yiyeceklerdi. Ve, 40 yıllık CHP’li Prof. Nihad Erim de, CHP’den istifa ettirilip, ‘Bağımsız Başbakan’ denilerek yeni bir Hükûmet’in başına getirilecek ve ilk iş olarak da marksist eğilimli Türkiye İşçi Partisi değil, Erbakan’ın İslâmî eğilimli ‘Millî Nizâm Partisi’ kapatılacak ve bu partinin lideri olan Konya m. vekili Prof. Necmeddin Erbakan da Meclis’ten izinli sayılarak, İsviçre’ye ‘tedavi’(!)ye gönderilecekti.
***
Bu arada ekleyelim, çok sonra anlaşılmıştı ki, 1968’de Bükreş’te toplanan ‘Komunist Enternasyonal’ kongresine bile Türkiye komünistleri adına katılan ve solcu öğrencilerin Üniversite bahçesinde, ‘Geleceğin Sosyalist Türkiyesi’nin Cumhurbaşkanı’ diye sevgiyle selâmladıkları genç iktisad doçenti Mâhir Kaynak, MİT ajanı olarak devreye girmiş; ‘9 Mart Darbecileri’ yakalanmış ve Hükûmet de, ordunun emir-komuta zinciri içinde devrilmişti. Gerçi Madanoğlu, Mâhir Kaynak’a bir gün, ‘Oğlum Mâhir, içimize MİT’in sızdığını düşünüyorum. Toplantıya girerken ben dâhil herkesi ara..’ diye emreder. Kaynak ise, daha sonra, ‘Herkesi arardım, ama hiçbir şey bulamazdım. Çünkü, dinleme cihazı benim sırtımda, gömleğimin altındaydı..’diye yazmıştır hâtırâtında..
***
Evet, şimdi o dönemi niceleri, ‘Geçmiş zaman olur ki, hayâli cihan (mı) değer’; diye mi; yoksa, kahırla ve nefretle mi anar?
***