İran, BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi ve Almanya'nın yeni yaptırım kararı alması halinde Türkiye ve Brezilya ile yaptığı "takas" anlaşmasını iptal edeceğini duyurdu.
Şüphesiz anlaşmanın iptali, İran'ın meydan okumasından çok, yeni ambargo tasarısını hazırlayan ABD, İngiltere, Fransa ve perde gerisindeki İsrail'i çok sevindirecek. Çünkü bu ülkeler, nükleer kriz konusunda hiçbir zaman çözüm istemediler, çözüme yönelik bütün girişimleri sabote ettiler.
Türkiye'nin yoğun çabaları sonrasında, ambargoyu engellemek isteyen İran'ın ikna olmasıyla imzalanan anlaşma, nükleer krizle ilgili ilk çok somut başarıydı. ABD, İngiltere, Fransa ve İsrail'in, anlaşmayı boşa çıkarmak için öfkeyle ve acele harekete geçmesi, hiçbir zaman diplomatik çözüm istenmediğinin yeni bir göstergesi oldu.
Hiçbir inandırıcılıkları kalmadı. Neymiş, İran'ın elinde daha çok uranyum varmış hepsini vermeyi taahhüt etmemiş! Hangi ülke, kendisine savaş açmak tehdidinde bulunan ülkelere güvenip bunu yapabilir? Dünyada böyle bir güvenin örneği var mı? Bu olsa olsa salaklık olurdu.
Geriye "kayıtsız şartsız teslim ol ya da savaşla yüzleş" demekten başka seçenek bırakmadılar. Ambargo mu? O boş, uygulanması mümkün olmayan, İran'ı dize getireceğini inanılmayan bir uğraşı. Daha sonraki hesapları için, "bakın biz her şeyi denedik" demek için yürütülen bir prosedür.
Bütün dünyanın fon dilendiği, krizin Avrupa Birliği'ni, Eoru'yu, EBD ekonomisini darmadağın ettiği, birkaç milyar dolarlık kazanç için temel stratejilerin değiştirildiği bir dönemde, bir çok ülkeye onlarca milyar dolar kaybettirecek, ekonomik geleceğini tehdit edecek bir ambargo sadece ona körü körüne inanan birkaç ülkeyi ikna eder. Kaybedecek olan Amerikan şirketleridir, Avrupalı şirketlerdir. Bu yönüyle ambargonun bir milyar dolarlık bile siyasi değeri yok.
Türkiye, yeni küresel hareketlilik içinde hızla yükselen ülke olarak, dinamik bir siyasal güç olarak, büyük güçlerin sahasına el attığı için cezalandırılmak isteniyor. Batı'dan gelen bazı söylentilerde, bu son atağın, Avrupa Birliği konusunda Türkiye'nin önüne büyük engeller çıkaracağı kehanetinde bulunuluyor. Yani; "büyüklerin işine karışırsan bedelini ödetiriz" tehdidi kullanılıyor. Ancak ABD ve İsrail'in artık dünyaya politika dikte etme şansını kaybetmek üzere olduğunu bilmeyen kalmadı.
Küresel ekonomik kriz yüzünden dibe vuran ülkeler, askeri seçeneği öne alan bir senaryoya bel bağlayabilir mi? Bu mümkün. Geçmişin kriz dönemlerinin hep savaşlara kapı araladığı hatırlanırsa, İran konusunun böyle bir senaryo için elverişli bir gerekçe sunduğu düşünülebilir. Her ne kadar bu güçler, yeni bir savaşı göze alamayacak gibi görünüyorlarsa da, çözüme yönelik bütün kapıları kapatmaları bu ihtimali öne çıkarıyor.
Çünkü ellerinde hiçbir çözüm projesi yok, olmayacak da.. İran'la nasıl mücadele edeceklerine yönelik hiçbir yöntem geliştirebilmiş değiller. Hâlâ bütün bölgeyi ve İran'ı İsrail perspektifinden görüyorlar. Belki farkında bile değiliz ama izledikleri yol, İsrail'in çizdiği güzergahı takip ediyor. Türk-İsrail ekseni ve 28 Şubat müdahalesinin ideolojik ayt yapısını oluşturan "A Clean Break: A New Strategy for Securing the Realm" başlıklı projeyi şimdi bir kez daha okuma vakti. Her ne kadar Türkiye, bu "eksen"i dağıtmış olsa da, onlar bu projeye uygun biçimde yollarına devam ediyor.
Tam da bu dönemde, İsrail'den endişe ediyorum. Askeri seçenek konusunda çekingen gibi duran ABD ve Avrupalı ülkeleri, hesapta olmayan bir provokasyonla, altından kalkamayacakları bir savaşın içine sürükleyebilir. Bu ihtimali yönelik güçlü işaretler veriyor çünkü. ABD, İngiltere ve Almanya'nın İsrail'e askeri desteklerini artırdığı, yeni askeri teknoloji ve malzeme tedarik ettiği, İsrail yetkililerinin "Lübnan, Gazze, Suriye ve İran'a saldırmak için eksiklerimizi tamamladık" açıklaması yaptığı bir dönemde, diplomasinin kökünü kazıma uğraşısı başka anlamlar da içeriyor. Rusya lideri Dimitri Medvedev'in Türkiye'den önce gittiği Suriye'de yeni hava savunma sistemleri anlaşması yapması, Türkiye'nin Suriye sınırlarında bazı hazırlıklara girişmesi hiç de iyiye işaret değil. İnsanlık, kendileri batarken bütün dünyayı da batırmak isteyenleri ibretle izlemeli. Ama bu sefer, işleri hiç kolay olmayacak.
Ne dersiniz, İslam dünyasında büyük sempati toplayan, "Müslümanlarla yeni bir ilişki" söylemiyle hareket eden, geçmişi Müslüman Barack Obama, yeni bir "Haçlı Savaşı"nın "fatihi" olmaya yeltenir mi?
yenişafak