İstanbul seçimleri yenilendi. (Bu satırların yazıldığı saatler henüz oy verme saatlerinin son demleriydi. Okuyucu bu satırları okurken, neticeyi öğrenmiş olacak..)
Herkes, elde edilen neticelere göre bir takım hesaplara yapacaktır. Ama en önemlisi, herkesin bir ‘nefs muhasebesi’ yapabilmesidir. Ama bu zor bir iştir. Çünkü sırf rakibini bertaraf edebilmek için bile bile yalan ve yanlışlardan, hilelerden medet umanlar böyle bir ‘nefs muhasebesi’ni nasıl yapabilirler!
Hem de İslamî iddialarla bir yeni sosyal düzen kurmak iddiasında olan bir ülkede, birkaç sene önce bazı ünlü isimler, ‘Harb hiledir, seçim de bir harbdir’ diyerek Müslüman toplum içinde de hile yapılabileceğine cevaz vermişlerdi.
Hz. Ali’nin ise ‘rakibinin çok ince siyasetler takip ettiği ve kendisinin siyaset bilmediği’ne dair iddiaların olduğu kendisine hatırlatıldığında, ‘Siyasetten maksad, hile-entrika demekse, eğer Allah korkusu taşımasaydım, hile-entrika yapmakta kimse beni geçemezdi’ dediği rivayet olunur.
***
Tekrar hatırlayalım ki, bu kalemin sahibi, bütün seçim dönemlerinde, Ra’d Sûresi 11. âyette ifade olunan ve sosyal değişimin ezelî- ebedî kanunu olan, -meâlen- ‘Bir halk kendi halini değiştirmedikçe Allah onların halini değiştirmez’ ve bir Hadis-i Nebevîrivayetindeki, ‘Nasılsanız öyle idare olunursunuz’ hükmündeki ikaz ve ihtarı hatırlatmaktadır. Bu yüzden de hep, ‘kendi kesin doğruölçülerine, aslî değerlerine kimleri yakın görüyorsa; onlara destek vermesi’ni tavsiye etmiştir. (Ki, Hayreddin KaramanHoca’nın 21 Haziran günlü Yeni Şafak’taki yazısının ‘fakir’in de görüşlerini yansıttığını bir daha belirtmeliyim.)
***
Tercihim, elbette kendi aslî değerlerime yakın bulduğum cenahın üstünlük sağlamasıdır. Ama tersi de olsa, fark etmez. Çünkü biz Müslümanlar sadece tökezleme değil, nice yüzükoyun kapaklanmalar yaşamış ve ayağa yine de kalkmışızdır.
Evet, bu seçim, sadece İstanbul’un ve bu ülkenin değil; Müslüman dünyasının en hassas ve stratejik bölgesinde olduğu için, geldi- geçti, amma,deldi-geçti. Keşke bu noktaya gelinmeden, bütün oylar sayılarak netice alınsaydı. Ama YSK’ya yaptığı itirazlarla o yolu muhalefet tarafı kapattı…
Umulur ki, İslam Milleti’nin geleceği için hayırlara vesile olur.
***
M. Mursî’ye hınçlarını hâlâ da sürdüren zavallılar…
Merhûm Muhammed Mursî, Mısır halkına mesajlarından birinde, ‘Doğrularım da oldu, hatalarım da.. Ancak, bana verilen emanete ihanet etmedim ve asla etmeyeceğim’ diyordu.
O, sözünü tuttu ve o yolda dünya hayatını noktaladı. Ama ona düşman olanların nefret ve hınçları hâlâ da dinmedi. Hem Türkiye, hem Arap dünyası ve hem de İran medyasında hınçları dinmeyenler, nefretlerini yazılarında dile getirmeyi sürdürüyorlar. Onun bir ‘türk düşmanı’ olduğuna dair yazılar bile yazıldı. Halbuki, Osmanlı dönemiyle ilgili olumsuz ifadeleri ders kitaplarından çıkartmak için emir veren ve ‘Osmanlı Mısırı’ dönemini ‘Bizim iftihar dolu geçmişimiz’ diye niteleyen merhûm Muhammed Mursî idi.
***
İranlı bir Üni. Hocası da onun iktidara gelişi sırasında, ‘Kahire’deki İsrail Elçiliğini basan kitlelerin, oradan derhal Mursî’nin emriyle çıkarıldığını’ yazarak Mursî’yi suçladı, birçok hatalar yaptığını da ileri sürerek...
Halbuki, 1979’un ilk aylarında bir takım gruplar Tahran’daki Amerikan Elçiliği’ni işgal ettiklerinde, İmam Khomeynî, ‘Oradan derhal çıkmazlarsa, zor kullanılacağını’ açıklayarak o grupları oradan çıkartmıştı. Ama aradan birkaç ay geçince ise ‘İmam’ın Çizgisi’ndeki Üniversite Öğrencileri’ (Danişcûyân-ı Hatt-ı İmâm) denilen bir grup, Amerikan Elçiliği’ni basmış ve ‘diplomat’ sıfatlı 52 kişi rehine alınmış ve bu durum, tam 444 gün sürmüştü.
***
Muhammed Mursî’nin vefatıyla bile düşmanlıkları yatışmayanlar, gerçekte, o merhûm’un nasıl bir ‘Müslüman direniş eri’ olduğunu anlatmış oluyorlar.