Gelelim Benim Kerametlere!

Mehmet GÖKTAŞ

“Şimdi gelelim benim kerametlere” dedim, geriye dönüp baktığımda otomobildeki arkadaşlar biraz şaşırmışlardı. Merakla sözümün devamını bekliyorlardı.

Seksenli yılların ortasıydı, arkadaşların üstadını ziyarete gidiyorduk, hacdan dönmüştü. Daha önce de bir kaç defa tekliflerini kıramamış arabamla götürmüştüm.

“Nasıl yani, simdi bize keramet mi göstereceksin?” dediler.

“Evet, biraz da ben keramet göstereceğim, size gelecekten haber vereceğim, bir saat sonra üstadınızın size anlatacaklarını ben size şimdiden haber vereceğim, dinleyin” dedim. O yıllarda hac yolculuğu kara yoluyla, otobüslerle yapılıyordu.

“Üstadınız evinden çıkıp otobüse bindiği andan itibaren sadece ve sadece kedisinden bahsedecek, sözü döndürüp dolaştırıp kendisine getirecek. Güzergâhlarda nasıl karşılandığını, Medine’de, Mekke’de mescitte ve kaldığı otellerde kendisini kimlerin ziyaret ettiğini anlatacak. Hatta Kâbe’den size anlatacaklarını söyleyeyim mi?  Sözü öyle bir noktaya getirecek ki, adeta; “Ben orada dikildim, Kâbe benim etrafımda döndü” diyecek nerdeyse!”

Biliyorum, arkadaşlarımın biraz moralleri bozuldu ve o şekilde vardık oturduk üstadlarının yanına. Bizden başkaları da vardı, bulunduğumuz oda dolunca başladı seyahatini anlatmaya.

Hiç yanılmamıştım, çok görkemli bir uğurlamadan söze başlayınca. Türkiye’den çıkmadan önce otobüslerinin ilk mola verdiği ilçede kendisinin geldiğini duyan ilçe halkının otobüslerinin etrafını kuşattığını söyledi. Mukaddes topraklarda da etrafındaki kalabalıkların aynı şekilde devam ettiğini bir bir anlattı.

Söz Mekke’ye, Kâbe’ye gelince arkadaşlarım gözüme baktılar, acaba benim iddiam doğru çıkacak mıydı, tabi ben de merakla bekledim. Ne anlattı biliyor musunuz? Tavaftan sonra biraz uzağa çekilip oturduklarını, bu arada etraflarının müthiş bir kalabalık tarafından sarıldığını, bu arada Suud polislerinin gelip ağızları açık baka kaldıklarını, bir Kâbe’nin etrafında dönenlere bir de bunların oluşturduğu kalabalığa baktıklarını, daha sonra sakince dağılmalarını istediğini anlattı.

Bu şekilde arkadaşlarım da benim kerametlere(!) şahitlik ettiler, zannedersem artık çok bir gitmez oldular.

Peki, ben nasıl mı bildim? Canım siz de önceden bir kaç defa görmüş olsaydınız bilirdiniz.

İşin acı olan tarafı nedir biliyor musunuz? Adam bir çocuk gibi sadece ve sadece kendisinden bahsederken dinleyenlerin “anlat hele anlat” diye adeta çırpınıyor olmalarıdır.

İster enaniyet deyin, ister ego deyin, bu hastalık az çok hepimizde vardır, onun için bu adamın kim olduğunu sormanıza hiç gerek yok. Şu var ki, bazılarımız enaniyetimizi bu şekilde bir çocuk gibi sergileriz, bazılarımız biraz daha ustaca yaparız o kadar.

Rabbim hiç değilse azaltanlardan eylesin.