Yarın Ramazan Bayramı..
Her Ramazan’da olduğu gibi, bazılarının yine ‘Hilâl ru’yet olundu mu?’ tartışmalarına girmeleri, ne kadar sağlıklıdır?
Evet, ‘hilâl’in ru’yet olunması- görülmesi’ne dair hadis-i nebevî ‘rivayet’i meşhurdur, ama, o ‘rivayet’in içinde, ‘Biz ummî bir toplumuz, hesab bilmeyiz..’ mânâsında bir ru’yet gerekçesi de vardır.
Ayrıca, ‘Yahu, Müslümanlar bayramı bile bir günde yapmakta anlaşamıyoruz..’ gibi laflar da ediliyor ki, zâhiren mâkul gibi, ama içinde tuzaklar var. Çünkü, söz gelimi Endonezya’da gözüken hilâl’in, Ortadoğu’da, Fas’ta, Norveç’in kuzeyinde veya Orta Asya’da aynı anda görülmesi iddia edilemiyeceği gibi; günümüzde teknoloji sâyesinde güneş ve ay tutulmalarının, hattâ yıllarca önceden bile hesap edilip, bu hesapların da dakikası dakikasına gerçekleştiği ortada iken…
Ama, bazıları hâlâ, Mekke, Medine veya Kahire’deki tanıdıklarına telefon edip, ‘hilâl’in görülüp görülmediğini öğrenmeye ve alacakları cevaba göre hareket etmeye dikkat gösteriyorlar. Halbuki, o coğrafyadakiler, Kanada’da veya Endonezya’da görülen ‘hilâl’e göre amel etmiyorlar, gayet tabiî olarak.
Kezâ, bin sene önce, Bağdad’daki Müslüman kendi coğrafyasındaki ‘hilâl’le veya göremezse hesapla, hareket ediyordu; Endülüs’deki Müslüman da kendi coğrafyasına göre… Bu gibi zaman farklılıkları tabiîdir.Filipinler’deki Müslümanlar öğle namazı kılarken, İstanbul’da güneş yeni doğmuş oluyor.
***
Bunların yerine, asıl düşünmemiz gereken, Ramazan’ın bize ne kazandırdığı, hangi bedenî vemanevî kazanımlarımızın olduğu ve bütün insanlığa ne gibi mesajlar verebildiğimiz hususu olmalıdır. Aksi halde, bilgin kişi gökteki yıldızı işaret ederken; bazılarının, gösterilen noktaya değil de parmağın ucuna bakması gibi bir duruma düşülür.
Neyse ki, bu sene Ramazan etrafındaki saçma tartışmalar pek görülmedi.
***
Bu yıl, hem İstanbul’da, hem Anadolu’da birçok iftar programlarına katıldım. Diyebilirim ki, benim katıldıklarım içinde fazlaca abartılı olan bir-iki tanesi hariç; büyük ekseriyeti, ekonomik açıdan orta sınıf denilebilecek kesimlerin sâde iftarları durumundaydı. Ramazanları, çeşitli dünyevî lezzetleri alabildiğince tadmak için değil, onları frenlemek ve sâde yaşamayı yaygınlaştırmak için bir fırsat haline getirmek bizim elimizdedir. Sadece kendi nefsimize ağır gelen mahrumiyetleri hissetmek değil, muslim-gayrimuslim milyarlarca insanın bir mahrumiyet deryası içinde yüzdüğünün idraki içinde hareket etmek, başkalarına değil, Müslümanlara yüklenen bir vazife ve sorumluluktur.
Ramazan bize bu digergâmlığı, başkalarını düşünmeyi ve dünya nimetlerinin âdilâne paylaşılması demek olan ‘qıst’ düşüncesini öğretmektedir, öğretmelidir.
***
Bu anlayış içinde, ‘bayram’, bu oruç ibadetinin gereği olan nefis mücadelesini başarıyla vermiş olmanın nişânesi olsa da, Ramazan’a ilgisi çok zayıf olanların bile katıldığı bir sevinç günü olarak kutlanmaktadır. O halde, bu durumda olanları kırmadan, kendi ferdî ibadet ve riyazetlerimizin gururuna kapılmadan, bu manevî zenginliklerimizi herkesle paylaşmalı ve yetimleri, fakirleri, sığınmacıları, daha fazla düşünmeli; küskünleri barıştırmalıyız.
Kezâ, fitreler verilirken, fitre verecek durumda olanlarımızın da, en alt sınırı esas almayıp, fitre için bir üst sınırın olmadığını düşünmeleri ve ‘Vergi kaçırmak isteyen mükellef kurnazlığı’na düşmemeleri gerekir.
Bu anlayış içinde,‘gelenekteki bayramlardan gerçek bayram anlayışı’nın idrak ve bereketine erişmemiz temennisiyle tebriklerimi sunuyorum efendim.
stargazete