Muhalefet liderleri memleketin farklı yerlerinde halkla temas kuruyorlar. Tarlada çiftçilerle, çarşıda esnafla, sokakta vatandaşlarla… Yanlarında gazeteciler var ve çoğu feveranı andıran diyaloglar en azından bir kısım medyaya yansıyor.
Siftah yapamamış ve aldığı krediyi ödeyememiş esnaf, ürettiği mal giderini karşılamayan çiftçi, işsiz genç, işsiz gencin annesi - babası, bir dokun bin ah işit türünden tepkiler veriyor.
Muhalefetin temasları halkın ekonomisinin yandığını ortaya koyuyor.
İktidarın bu görüntülerden rahatsız olduğunu tahmin etmek zor değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerek bakanlar kurulu sonrasında gerekse Ak Parti grubundaki sunumları çok olumlu tablolar çiziyor.
İktidar adına çizilen tablolar, ekonomi çevrelerinde eleştiriliyor: Doların durumu belli, enflasyon belli, faizler belli, Hazine belli… Kırılganlığı içerde dışarda bilmeyen yok.
Ancak ekonomi çevrelerindeki bu tespitler gene de halkın yaşadığı trajik gerçekleri ifade ediyor mu, diye sorulursa, bunun cevabı “ateş düştüğü yeri yakar”özdeyişi olmalıdır. Üniversitesini bitirmiş ve aylardan beri iş arayan bir gencin, yüreğindeki sancıyı hangi istatistik anlatabilir ki? Emeklinin bankamatikten çektiği maaşla mücadelesi, pazara çıkan kadının fiyatlar karşısındaki yürek sıkışması, hatta 10 liralık kıyma isteyen müşterisinin gözlerindeki yıkılmışlığı gören kasabın duyguları… Bunlar hiçbir istatistikte yer almaz.
Muhalefet liderlerinin temasları acaba, halkta var olan sancının ne kadarını yansıtıyordur?
Tayyip Erdoğan, siyaset meydanına bu halkla temas ortamlarından geldi. Bunu iyi de yapar. Fukara sofrasına oturur, Beyoğlu’nun arka sokaklarında yaşayanlara dokunmaktan kaçınmaz.
Belki kaçınmazdı, demek lazım.
Hangi tarihlerde? Refah Partisi’nin “dinci”bir parti hüviyetinden çıkıp, halkın en garibanlarıyla temas kurduğu ve sol grupların bu temasları “bizim yapamadığımızı yapıyorlar” diye ağızları bir karış açık seyrettiği zamanlarda…
Peki şimdi?
Muhalefet, onu, “Saray tutkunu” olarak göstermeye çalışıyor. Ankarada bir saray, İstanbul’da saraylar, Doğu’da bir saray, Okluk Koyu’nda bir saray.
Bunlar “milletin evi” olarak tanımlanıyor Cumhurbaşkanı’nın konuşmalarında ve Ak Parti sözcülerinin savunmalarında.
Ama bir “savunma psikolojisi” içine girildiği vakıa. Çünkü milletin evi öyle değil. Milletin evi perişan.
Peki halkla temaslar?
İletişim Başkanlığı bunun için mi kurulmuştu acaba? Şimdilerde oradan, öfkeli, herkese ayar vermeye yönelik açıklamalardan başkası gelmiyor.
Cumhurbaşkanı zaman zaman gençlerle buluşuyor. Bence, görüşme sonrası bir video kaydını seyretsin. O kadar soğuk ilişkiler ki onlar? Hangi gençlik kendisini buluyor oraya yansıyan sorularda ya da protokol boğuntusuna giden sözlerde.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, mesela, gençlerin neden yurt dışında gelecek aradıklarına ilişkin bir araştırma yaptırmış mıdır? Çiftçilerin “Bu ülkede Tarım Bakanı yok” çığlığı ulaşır mı Beştepeye?
Halkla temas…
Kaç zamandır bunun örneklerini ortaya koyuyor muhalefet liderleri. Diyelim bütün görüntüler yanlış.
O zaman benzeri bir yakın temas Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından gerçekleştirilse ya…
Güvenlik, meselesi değil mi? Koruma ordusundan Cumhurbaşkanı’na ulaşılır mı, meselesi değil mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan bir cenaze namazına katılıyor mesela, ya da Cuma namazına geliyor, bütün yollar tutuluyor, Cumhurbaşkanı’na sesini ulaştırabilmek imkansız hale geliyor.
O zaman da halkla ilişkiler prompter’dan okunan yüksek perdeli nutuklarla sınırlı hale geliyor. Memlekette her şey süt-liman.
Öyle değil oysa. Eğer “memlekette her şeyin süt liman” olduğu gibi bir kanaat oluşuyorsa Beştepe’de, Okluk koyunda ya da şu veya bu sarayda - saraycıkta, işte asıl problem oradadır.
Bir devlet adamı ya da siyasetçi olarak Tayyip Erdoğan’ın problemi ya da memleketin problemi.
Bu “pembe gözlüklü medya”sendromudur benzeri yönetimlerin içine düştüğü…
Cumhurbaşkanı Erdoğan çizmeyi giyip karpuz ya da soğan tarlasına ya da domates serasına inmeli. İkindiye kadar siftah yapmamış esnafın kapısını çalmalı… O zaman görecek Türkiye'yi…