SP etrafında gelişen hadiselerin acı bir noktaya vardığını tekrara gerek yok..
Bu, müslüman halkımız içinde, İslamî hassasiyetler açısından daha bir derinlikli oldukları kabul edilen bir camia olmaları hasebiyle, o siyasî grup içinde olmayan müslümanları da ilgilendirmekte, endişelendirmekte ve üzmektedir.. Çünkü, bu durum, sadece o camiayı değil, bütün müslüman halkımızın siyasî tartışma ve mücadele uslûbunun sığlığına ve ilkelliğine atfedilecektir..
Bu gidişle, daha acı gelişmeler de olabilir.. Hattâ, Nûman Kurtulmuş"a yönelik ölüm tehdidlerinde bulunulduğuna dair rivayetler bile ciddîye alınmalıdır.. Unutulmasın ki, Almanya"da "Hılafet Devleti" adı verilen bir cemiyet bünyesinde, iki başlı bir durum ortaya çıkınca, birisinin diğerini, öldürttüğü iddiası, Alman mahkemelerine bile yansımıştı; 10 yıl öncelerde..
Ve onu yapanlar, işledikleri cinayetin, inançlarının gereği olduğuna inanmışlar- inandırılmışlardı ve onlar, günah işlediklerine ihtimal bile vermiyorlardı.
Aynı durumun, nice İslamî cemiyetlerin içinde meydana gelen bölünmelerden sonra da yaşandığı unutulmamalıdır..
AK Parti"nin kurulmasından sonraki ayrışma günlerinde de ne çirkin ve ağır ithamlarla dolu boyutlara vardırıldığını da hepimiz yaşadık.. Hattâ, geçmişte birisinin itaati altında olduğu kabul edilenlerin, oradan ayrılınca, "mürted" (İslam"ı reddetmiş kimse) durumuna düştüğü iddiasına varıncaya kadar.. Böyle olunca da, yetkili gördükleri kimselerin emir vermesi halinde, "mürted"leri, şer"î olarak lâyık oldukları cezalandırmaya hazır olduklarını söyleyenler de çıkacaktır ve böylesi gözüdönmüşleri bizzat da görmüşüzdür..
Bugüne kadar, bereket ki, öyle bir çılgınlık gerçekleşmedi..
Ama, bundan sonra da ve asla gerçekleşmiyecek demek değildir, bu..
Çünkü, geçmişteki onca ayırımlara rağmen, bu kadar çetin ve bu kadar hepimizi inciten, yaralayan bir durum ortaya çıkmamıştı..
Ama, geçen hafta, SP"nin İstanbul"da verdiği iftarda, üstelik de, oruçlu insanların iftarlarını açmaya hazırlandıkları bir sırada ortaya çıkan ve Erbakan"a bağlılık adına sergilenen çılgınlık, dehşetli saygısızlık ve iftar mahallini terörize etme haydutluğu yaklaşmakta olan daha ağır gelişmelerin bir işaret fişeği olabilir.. Nitekim, İstanbul"daki rezaletten sonra Bursa, Antalya ve Sakarya"daki fanatik tiplerin aynı mahiyetteki gözüdönmüşlükleri de sergilenmeye başlandı..
Fazilet Partisi"nin 2001"de yaptığı kongrede ilk olarak, Erbakan"ın partinin başında kalmasını öngördüğü, istediği Recaî Kutan"a karşı, Abdullah Gül Genel Başkan adayı olarak seçime katıldığında, yüksek gerilim yaşanmıştı, ama, yine de bu son günlerdeki korkunç sahneler görülmemişti.. Keza, Fazilet Partisi"nin kapatıldığı 2001"den sonraki SP- AK Parti ayrışması günlerinde de bir çok acı hadiselere yaşanmışsa da, yine de bu derece tehlikeli boyutlara vardırılmamıştı, mücadele.. Bu kez, bir iftar proğramı sırasında, insanlar bir yudum su, ve sıcak bir kaç kaşık çorba yudumlamaya hazırlanırlarken çıkarılan o arbede sahnelerin yaşanabileceği, bir siyasî kongrede de değil, bir Ramazan akşamında, bir iftar öncesinde, öyle bir çirkinliğin olabileceği herhalde tahmin edilemezdi.. "Su içene yılan bile dokunmaz" şeklindeki halk deyimi bile hatırlanamamıştır, gözüdönmüş kimselerce.. Üstelik, iftar proğramında ülke dışından, kimselerin de davetli olduğu bir mekanda..
Gerçi, Erbakan tarafından bizzat olmasa bile, onun adına diye Özel Kalem Md. tarafından yapılan bir açıklamada, bu hadiselerin "Erbakan"la bir ilgisinin olmadığı" açıklanmıştır.. Ama, bu haberlerin değerlendirildiği ve de O. Asiltürk"ün kontrolünde olduğu bildirilen ve kendisinin de bir tv. proğramında, kaynak olarak zikrettiği (Ajans..) isimli bir internet sitesinde; "Hoca"nın ilgisinin olmadığının açıklanması, bu hadiselerin yapılmaması mânasında değildir.. Hocamız, bu gibi eylemleri yapmayın demediği müddetçe, hocamızı rahatsız edeni, biz de rahatsız etmeye devam edeceğiz.." diye birçok yorumlar yayınlanabilmektedir.. Onun içindir ki, Nûman Bey"in, 24 Ağustos gecesi Erbakan"la görüşmesinden sonra, 25 Ağustos günü bir tv. kanalında, "Bu hadiseler hakkında Sn. Necmeddin Erbakan"dan kınama bekliyoruz.." şeklindeki beyanları ayrı bir mâna taşımaktadır..
Keza, "Bu süreçlerden en çok zarar gören, itibar kaybeden Erbakan hocamızdır. Herhalde bu işleri yapanlarla fikri ve siyasi olarak hiçbir bağlantısının olmaması gerekir." cümleleri de Nûman Bey"e aiddir..
Ama, Erbakan"ın bu baskıncıları protesto etmesi, kendisiyle çelişmesi olmayacak mıdır?
Çünkü, "Nûman Kurtulmuş"un genel başkanlığının meşruiyetinin olmadığını Sakarya"da tertib olunan İftar Yemeği"nde net olarak söyleyenin de kendisi olduğu bildirilmekte ve bu iddialar, yalanlanmamıştır.. Nûman Kurtulmuş, mevcud ve mer"î TC. kanunlarına göre, SP"nin Genel Başkanı olduğuna göre, burada yitirildiği bildirilen "meşruiyyet" ile anlatılmak istenen, şer"î mânâda, İslamî mânada bir "meşruiyetsizlik" hali olmalıdır.
Dahası, Erbakan"ın, "bir kısım sütü bozukların yaptıklarından" yakındığı iddiası da yalanlanmamıştır..
Erbakan"ın, AK Parti"nin ayrı bir yol ve yöntemle ayrılmasından sonra onlar hakkında yaptığı çok ağır ithamlar ve tavsiflere Tayyîb Bey"in kesin kararlı tututumuyla hiç cevab vermemesi, o saldırıların derin problemler meydana getirmesine engel olmuştu.. Ama, bugün, aynı suçlamaları bizzat kendi partisi içinde bulunan ve kendi oğlu, kızı ve damadı ve bazı çok yakın çalışma arkadaşlarına Genel İdare Kurulu"nda vazife vermeyen Kurtulmuş ve arkadaşları için de yapmakta ve bu durum yaşanan problemleri daha gangrenleştirmektedir..
Açıktır ki, Erbakan"ın 40 yılı aşan bir siyasî mücadele hayatı vardır ve müslümanların sosyo-politik plana çıkmasında elbette hizmetleri vardır; ama, halkımızın derûnunda cûş-u hurûş eden bir inanç sistemi zâten var idi.. Yani, bu inanç sistemini ilk kez olarak o ortaya çıkarıyor değildi, sosyo-politik sahneye.. Evet, müslümanların taleblerinin siyasî sahneye aktarılmasında Erbakan bir rol oynamıştır.. Bu bakımdan, kitleler Erbakan"a olduğundan çok; Erbakan, taleblerini sosyo-politik planda giderek daha bir hissettiren kitlelere borçludur..
Bu durumun anlaşılması için, Erbakan"ın 1969"larda başlayan ve kemalist-laik rejimin başını ağrıtan hamlelerinin seyrine kısaca bakılması bile yeterlidir.. Onun 1959"larda başlayan ve başarısız olması için uluslararası komplolar bile düzenlenen Gümüş Motor denemesi, 1966"larda Odalar Birliği Başkanlığı denemesine ulaşmış ve sonra Millî Nizam Partisi"nin kurulması merhalesine varılmıştır...
12 Mart 1971 Askerî Müdahalesi, komünizm tehlikesine karşı yapılmış gibi gösterilse bile, ilk kapatılan partinin irticaî faaliyetleri gerekçe gösterilerek, MNP olması düşündürücü değil midir?
1972 yılında MSP"nin kurulması ve Cumhuriyet"in 50. yılında, 1973 Ekimi"nde yapılan seçimlerde, MSP"nin 450 sandalyeli Meclis"te 48 m. vekili ile kilit bir mevkıe gelmesi.. Koalisyon hükûmetlerine ortak oluşlar.. Ve sonra, anarşi-terör yılları.. Ve 12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi.. Erbakan ve arkadaşlarının da iki yılı aşkın bir süre tutuklu kalmaları ve muhakemeleri.. Ve sonra Refah Partisi denemesi..
1994"de, özellikle İstanbul Belediye Başkanlığı başta olmak üzere, bir çok büyük şehrin Belediye Başkanlığı"nı kazanmasıyla gelişen sosyal şok dalgası.. Bu partinin, 1995"de yüzde 23 oyla birinci parti durumuna gelmesi.. Sonra Haziran 96"da Erbakan"ın Başbakanlığı"nda bir Erbakan-Çiller (Refah- Doğru Yol) koalisyonunun kurulması.. Ve 28 Şubat 1997 Zorbalık döneminin yaşanması, Erbakan"ın Haziran 97 sonunda istifa ettirilmesi.. Ve, RP"nin kapatılması.. Erbakan"a siyasî yasaklılık getirilmesi..
Ve o şartlar altında, yine hiç durmaksızın, hemen, Fazîlet"in kurulması ve Nisan -1999 seçimlerinde FP"nin yüzde 15"le 3. parti durumuna geriletilmesi .. (Ki, Öcalan"ın Amerikan emperyalizminin hesablarına göre Kenya"da yakalanıp Türkiye"ye teslim edilmesiyle, Ecevit"in DSP"sinin yüzde 22, ve türkçü güç gösterilerinin daha bir hız kazanması dolayısiyle MHP"nin yüzde 17 ile ikinci olmuşlardı.. ve sonra Fazilet"in yüzde 15"le 3. parti durumuna gelmesi..)
Bütün bu mücadeleler içinde, Erbakan, yönlendirici ve birinci derecede sorumlu kişi durumundadır ve tabiatiyle, sorumluluk kadar, alkışları da o alır, ilk planda..
Ama, zaman geçtikçe, 40 yılı aşan bin mücadelenin karizmatik etkilerinden, bir kısım insanlar, Erbakan"ın şahsında, şer"an riayet edilmesi gerekli olan bir insan tipi oluşturmuşlardır.. Hattâ, onu Mehdi olarak niteleyenler bile olmuştu.. Onu Halife olarak , niteleyenler, "Hılafet kaldırılmayıp, TBMM"nin şahs-i manevîsinde mündemiş olduğunu söyleyerek, o Meclis"ten bu kavram ve kurumu sahiblenen başka kim var, öyleyse bize intikal etmiştir.." diye yorumlayan hukukçu yarânı, ayrı bir konu..
Bu sıfatların fazla hassasiyet oluşturabileceği ihtimaliyle olmalı, zamanla, Cihad Emiri vs. Millî Görüş Lideri gibi gibi daha mütevâzı" nitelemeler de bir ayrı konu... Onu Peygamber Vekili, mutlaka itaat olunması gereken bir "Ul"ul Emr" olarak niteleyenler de tabiatiyle vardı.. Böyle olunca, bugünkü durum, dünlerden gelen ve Erbakan"ın iyice yaşlanmasıyla da daha bir esrarengiz ve bir hava kazanan şahsiyetinden de güç almaktadır..
Bu tabloya bir de, vahye inanan insanların kesin inanç sahibleri olmaları hasebiyle, tabiatiyle, sadece kendilerini en doğru görmek durumunda oluşlarını ekleyebiliriz.. Ve "Bizimle birlikte olmayan, bize karşı ve düşmandır.." ve "Bize karşı çıkan, bizden değildir" mantığı çalıştırılmaktadır.. Bu da, hareketin içinden ayrılanlara veya lidere aykırı düşünenleri yok sayan ve hatta hain ilan eden ağır suçlamaları da haklı göstermektedir..
Halbuki ve elbette İslam tektir.. Ama, onun algılanması, çeşitli zaman ve mekan ve mahfillerde çeşitli ve farklı olacaktır.. Herkesin dini ve dünyaya bakışını bizim gibi algılamasını bekliyemeyiz.. Ama, günümüzdeki müslüman toplumların çoğunda kabullenilmek istenmeyen durum, işte budur ve bir çok temel problemler de bu anlayış katılığından kaynaklanmaktadır..,
Böyle olunca da, İslamî hareketler içinde meydana gelen ihtilaflar çok şiddetli, kırıcı ve hattâ karşı tarafı imha edici bir gaddar anlayışa dönüşüvermekte ve bizden ayrılanları yok sayıvermekteyiz.
"Giden gitmiştir, Gittiği an bitmiştir..
Biz gideni değil, /Giden bizi kaybetmiştir.."
anlayışı, siyasî partilerimizde de, hiziblerimizde de, tarikatlarımızda da, bu anlayışa göre şekillenmekte değil midir?
Halbuki, velev ki, algılama ve uygulamada farklı yerlerde olsak bile, inancın "olmazsa olmaz"ları olan temel konularda bir ayniyet varsa, diğer farklılıkları bir kayıp ve düşmanlık gibi görmek yerine, bir zenginlik halinde algılamaya ayarlamalı değil miyiz kendimizi?
Esasen, çeşitli mezheblerin ortak temelde buluştuktan sonra, bazı yorumlarda, ve algılama ve uygulama alanlarındaki farklılıkları tabiî görüp onları zenginlik ve ufuk genişliği halinde karşılayarak, birbirine düşman olmadan, müslüman toplumları bugüne kadar taşıması bile, bize bir güzel örnek oluşturmuyor mu?
Ama, "bizim hareketimiz hem mevcud düzenin kurallarına tâbidir, hem de İslam şeriatinin özüne.." gibi, birbirine zıd iki yöne de kanad çırpan bir anlayış, bir de kendisini, dinin tek doğru yorumu ve tek doğru algılaması olarak gösterdi mi ve kendi liderini de tek doğru kişi halinde görüp, ötekileri sapmış ve sapıtmış gibi görmeye başladı mı; elbette ki bu anlayış, kavrayış ve algılama farklılıkları müsamaha ile yaklaşılmayıp; sahib olduğu enerjiyi iç sürtünmelerde harcayan avare kasnak örneklerine döndürmez mi?
haksöz